Marksist Teori’nin 32. sayısında “Enternasyonalizm Biçimi Tarihsel Döneme Göre Değişir” başlığıyla “Gerçek Enternasyonalizm Nedir?” başlıklı yazımıza dair Yücel Yıldırım imzalı bir eleştiri yazısı yayımlandı.
MT yazarı Y. Yıldırım hareket noktası olarak yazımızı ele almış görünse de “gerçek enternasyonalizm”i irdeleyen yazımızın içeriğinde ve kapsamında bulunmayan konulardaki eleştirileriyle aslında kafasında kurduğu ilişkilerle, oluşturduğu yargılarla neredeyse yazı ile hiç yüzleşmeden, kendi tanımı, iddiası olan “yeni yönelimimiz”le hesaplaşmıştır. Bu hesaplaşma o kadar problemli ki içerdiği yanlışları alt alta dizmek dahi zaman alır. Böyle bir hesaplaşma hiç kuşkusuz faydasızdır. Buna karşın, olası tahribatı nedeniyle bu “hesaplaşma”ya yanıt vereceğiz.
Daha yazının başında, isim vermeden “Marksist-Leninist komünist”leri, yani kendilerini acil eleştiriye tabi tuttuğumuzu iddia ederken, enternasyonalizmi kavrayıştaki bir temel probleme işaret eden makalemizi “HBDH’den ayrılma gerekçesini içeren bir yazı” olarak gösterirken Y. Yıldırım yazımızın çok dışındadır. Enternasyonalizm konulu makalemizin ne HBDH’den çekilmenin gerekçesini açıklama gibi bir içeriği var ne de kendilerini acil bir eleştiriye tabi tutma özelliği! Bu makale HBDH’nin kuruluşundan da önce yazılmıştır ve kendilerini de kapsamakla beraber (zira eleştirdiğimiz anlayışa bu arkadaşlar da farklı bir biçimde sahiptirler) makalenin asıl hedefi içimizdeki yanlış anlayıştır! HBDH ile hiçbir ilgisi olmadığı halde, sırf kendisi öyle bir bağ kurmayı becerebildiği için; kendisinin tanımıyla Marksist-Leninist komünistleri hedeflemediği halde sırf kendisi öyle sandığı için makalenin niyetini, amacını böylesine çarpıtmak akla ziyan bir davranıştır. O kadar akla ziyan ki bu davranış, Y. Yıldırım’ın bu iddialarını doğrulayacak tek bir doğru alıntı dahi yapamamasına ve tek bir haklı, yerinde, cevaba layık eleştiri üretememesine sebep olmuştur. “HBDH’nin kuruluşundan da önce yazılmış, esas hedefi içimizdeki yanlış anlayışı eleştirmek olmuş bir makale” dedikten sonra Y. Yıldırım’ın “onca” iddiası boşluğa üflenmiş sözler olarak mahkum oluyor, anlamsızlaşıyor, kâle alınmaz laflara dönüşüyor. Denecek ki “kişi makalenin zamanını ve amacını bilmeyebilir, ayrıca bu durum bütün eleştirileri haksız da kılmaz.” Elbette, zaten biz de makalemizi savunmanın ötesine geçip Y. Yıldırım’ın “kafasında” şu veya bu sebeple oluşmuş bazı eleştirilere yanıtlar vereceğiz. Fakat buradaki akla ziyan davranışın da altı çizilmeli. Polemiklerimizin somut dayanakları, tanıtlanabilir gerekçeleri, üzerinde karşılıklı yorumla yapılabilecek nesnel özellikleri olmalıdır. Birimizin uydurmaları, yakıştırmaları, saçmalıkları ile polemiğe boğulmamalıyız. “M-L komünist” etiketi en azından akla uygun, gerçeklerden beslenen fikirler yaratma çabasını hak etmelidir.
“Gerçek Enternasyonalizm”i Lenin yoldaştan hareketle ortaya koymaya çalıştığımız yazının içeriğinde ve kapsamında yer almadığı halde HBDH’den çekilme ile ulusal hareketle ilişki konularını Y. Yıldırım’ın haksız ve yanlış eleştirileri nedeniyle burada tartışacağız. Bu konuların “enternasyonalizm” ile direkt ilgili olmadığını, Y. Yıldırım’ın kurguları sonucunda bu tartışmaya girdiğini, tartışmamızın özünden ayrı olarak bunlara yer verdiğimizi özellike belirtmek istiyoruz. Bunun devamında enternasyonalizmi nasıl kavradığımızı, çarpıtmalara da yanıt vererek yeniden anlatacağız.
UYDURMA GEREKÇENiN TALiHSiZLiĞi
Yıldırım hiçbir ilgisi olmadığı halde “HBDH’den çekilmenin başlıca gerekçesi yapılan temel bir görüş üzerinden” (agy, sf. 17) kendilerini eleştirdiğimizi tespit ederken hangi görüşümüzü böyle değerlendirmektedir? Bizim “gerçek enternasyonalizm” olarak Lenin tarafından ortaya konulan görüşümüzü! Ona göre bu görüşümüz “HBDH’den çekilmenin başlıca gerekçesi”dir. Bunun aslı var mıdır? Bu doğru mudur? Kısa bir analizle bu iddiayı sorgulayalım:
Lenin’den yaptığımız alıntıda şöyle deniyor: “sadece tek bir gerçek enternasyonalizm vardır: kendi ülkelerinde devrimci hareketi ve devrimci mücadeleyi geliştirmede özverili çalışma…” Alıntının devamını sonraya bırakalım. Temel görüşün esası budur. Peki HBDH’den çekilmenin gerekçesinin bu olması mümkün müdür? HBDH ülke devrimini hedefleyen bir oluşum değil midir? Programında bu iddia açık olarak var, o bu devrimin önderliği olarak ilan edilmiştir! O halde bizim görüşümüz bu iddiayla tam bir uyum içindedir. Bunun “çekilme” gerekçesi olması mantıksız değil midir?
Alıntının devamına geçelim: “istisnasız tüm ülkelerde aynı böyle bir mücadeleyi, aynı böyle bir çizgiyi ve sadece böyle bir çizgi (propaganda yoluyla, manevi ve maddi yardım yoluyla) desteklemek.” HBDH’nin bu temel görüşle çeliştiği söylenebilir mi? Çünkü o, belki “istisnasız tüm ülkelerde” değil ama belli bir bölgede bulunan ülkelerdeki devrimleri propaganda yoluyla, maddi ve manevi yardım yoluyla destekliyor, desteğini olabilecek en ileri seviyeye taşıyacağını da taahhüt ediyor! “Temel bir görüş” olarak bu enternasyonal görüşün HBDH’den çekilmenin gerekçesi olmadığı, olamayacağı açık değil mi?
Bahse konu yazımızdan ve açıklamalardan da bizim “gerçek enternasyonalizm”i HBDH’den çekilme gerekçesi olarak gösterdiğimizi somutlaştıracak tek alıntı sunulamaz. Neden? Çünkü savunduğumuz görüş HBDH’nin temel iddialarıyla çelişmiyor. Görüşümüz, Lenin yoldaşın formülasyonu olarak gayet açık, basit ve anlaşılırdır. HBDH ülke devrimini, aynı zamanda bir bölgesel devrimin parçası olarak gerçekleştirmek görevine soyunduğuna göre bizim “gerçek enternasyonalizm”i buna katılamamanın gerekçesi yapmamız nasıl savunulabilir, bırakalım savunmayı nasıl düşünülebilir? Biz ne düşündük, ne de savunduk. Fakat Y. Yıldırım’ın aklına bu nasıl olmuşsa gelmiş! Gelmiş ama bize bunun nasıl gerçekleştiğini açıklamamış! Biz hiçbir yerde HBDH’yi enternasyonalizm bağlamında tartışmadık. Çünkü ondan önce HBDH’nin niteliği tartışmalıdır. Komünist olmayan, komünist bir çizgi üzerinde kurulmayan, komünistleri içermeyen ve içermeye de uygun olmayan bir oluşum “enternasyonalizm” bağlamında tartışılamaz! Y. Yıldırım bizim “enternasyonalizm”i komünistlerin birliği, anlayışı olarak kavradığımızı bile anlamaktan uzaktır. HBDH “revizyonist bir fikrin” ürünüdür. Tam da bu nedenle “gerçek enternasyonalizm”le “hiçbir” ilgi kurmadan tarafımızca uygun bulunmamıştır.
O, KP’nin misyonunu, bu anlamda proletaryanın devrim için zorunlu olan hegemonyasının biricik unsurunu reddeden, KP önderliğini gerekli görmeyen, devrime önderlik için herkesi bir cephe içinde birleştirmeyi uygun gören, devrim anlayışı farklı, devrime önderlik anlayışı, devrim güçleri ve cephesi anlayışı farklı, faşizm, temel mücadele yöntemleri, stratejisi vs. farklı revizyonist bir birliktir. Kendini bir eylem ve güç birliği olarak değil amacı, programı vb. bütün şartlarıyla devrim hareketi olarak tanımlamış, örgütlemiştir. Dolayısıyla üyelik, KP’nin varlık nedenine gölge düşüreceğinden; onun ideolojik-politik hattını yadsıyan, temel görüşlerin yerine revizyonist-reformist görüşleri yerleştiren bir birliğin parçası haline getireceğinden reddedilmiştir. HBDH bu özellikleri nedeniyle proletarya enternasyonalizmini zaten temsil edemez. Ancak bizim ona yaklaşımımızın başlıca gerekçesi enternasyonalizm değildir. Bu yaklaşımımızın en fazla dolaylı bir sonucu olabilir ama nedeni değil.
Yıldırım yukarıda ifade ettiğimiz yaklaşımımızı pragmatist, sosyal-şoven yanılgıyı gizlemek amacıyla öne çıkardığımıza, bahane ettiğimize inanıyor. Yani gerçekler ile ilgilenmiyor. Bu tür şeyler (ilkeler, devrim, KP, önderlik vb.) kendisi için pragmatist politikanın bir aracı olduğundan başkalarının üzerinde durup ısrarla savunması ona anlamsız geliyor. O yüzden bunlarla karşılaştığında “yine mi ilkeler”, “yine mi KP/önderlik”, “şurda politika yapıyoruz” diye yakınmaya başlıyor. Bunlar onun için belirleyici değil, bir şeyleri gizleme “bahanesi”dir! Ama Y. Yıldırım inanıyor diye savunduklarımızı savunmaktan vazgeçecek, onun inancını bileyeceğiz diye, ilkelerimizi, temel görüşlerimizi, çizgimizi, KP anlayışını burjuva politikasına kurban edecek değiliz.
YANLIŞ NEDEN, YERSiZ ELEŞTiRi
Yıldırım’ın aklına nasıl olmuşsa gelmiş bu “HBDH’den çekilmenin başlıca gerekçesi olan temel görüş üzerinden acil eleştiri”mizin amacının “esasen Kürt özgürlük hareketiyle az çok uzun süreli ve yakın bir ittifaka girmemek” olduğunu iddia ediyor hemen devamında. Hem de hiçbir ilişki kurmadan, açıklama yapmadan, iddiasını kanıtlayan, doğrulayan bir veri sunmadan bilindik yaftaları üzerimize yapıştırıyor.
“Kendilerine yönelik acil eleştiri”miz olsa olsa bu içeriksiz, mesnetsiz polemik tarzını terk etmeleri olabilir. Bundan başka bir “acil eleştiri”miz olmaz ve geçmişte de olmadı. HBDH enternasyonalizmin bir konusu olmadığı gibi Kürt Ulusal Hareketi’yle ilişkilenmenin, onunla ittifak oluşturmanın, yan yana yürümenin tek biçimi, yegane göstergesi de değildir. HBDH nitelik olarak da nicelik olarak da bunun ötesinde bir kuruluştur. Bizim KUH ile ilişkimiz ulusal soruna dair temel görüşlerimizle, ilkelerimizle, politikamızla belirgindir. Onunla ezilen ulusun ezen ulusun her türden baskısına, ayrıcalığına karşı verdiği mücadelede “tam” olarak yan yanayız, birlikteyiz! Bu mücadelenin ötesinde ise yollarımız önemli ölçüde ayrılmaktadır. Y. Yıldırım “Kürt ulusal özgürlük hareketinden ayrı durulursa Türk emekçi kitleleri arasında gelişmenin hızlanacağı”na dair bir fikir veya düşünce içinde olduğumuzu ileri sürerken bu yaklaşımımızı temel alırsa kendileriyle tartışabiliriz. O da bize bunun “pragmatist sosyal-şoven” bir yanılgı olduğunu anlatma şansı ve olanağı elde eder. Kendisine İbrahim’in Lenin’den alıntıyla net biçimde sunduğu sınırı burada hatırlatmakla yetiniyoruz: “feodal uyuşukluktan çıkan yığınların uyanışı ileri bir şeydir, nasıl ki bu yığınların halkın egemenliği uğruna, ulusun egemenliği uğruna her türlü baskıya karşı mücadelesi de ilerici bir şeyse, Marksist’in en kararlı ve en tutarlı demokratizmi milli meselenin bütün yönlerinde MUTLAK savunma görevi buradan gelmektedir. BU ÖZELLİKLE OLUMSUZ BİR GÖREVDİR. Proletarya, milliyetçiliği desteklerken aşırı davranışlara gidemez. Çünkü daha ileride milliyetçiliği güçlendirmeyi hedef tutan burjuvazinin olumlu eylemi başlar.
“Her türlü feodal boyunduruğu kırmak; uluslara karşı her türlü baskıya, uluslardan biri ya da dillerden biri için her türlü imtiyaza karşı çıkmak demokratik bir güç olarak proletaryanın mutlak görevidir, milli kavgalarla karartılan ve geciktirilen proleter sınıfın mücadelesinin mutlak çıkarınadır. Ama kesin olarak sınırlandırılmış olan ve sınırları belli tarihi bir alana yerleştirilmiş bulunan çerçevenin ötesinde burjuva milliyetçiliğine yardım etmek proletaryaya ihanet ve burjuvazinin saflarına geçmek olur. Burada çok kere çok ince olan bir sınır var.
“Ulusal boyunduruğa karşı mücadele mi? Evet, her türlü ulusal gelişme için genel olarak ulusal kültür için mücadele mi? Elbette ki hayır…”
İbrahim’in Lenin’den aktardığı bu yaklaşım ulusal hareketle ilişkimizin de eksenidir. Bunun haricinde ilişkilenme biçimlerini belirleyen bir eksen, bir temel düşünce, dolayısıyla bunlardan beslenen bir fikrimiz de yoktur! Bu nedenle HBDH üyeliğinin reddedilmesi kararının ulusal hareketten ayrı durmak fikrinden kaynaklandığı iddiası boş bir suçlamadır. Ulusal hareketten uzak durmak, onunla yan yana gelmemek gibi bir anlayışımız bulunmamaktadır. Bizce bunu belirleyecek tek kıstas “Özgürce Ayrılma Hakkı”nı “tam” olarak savunmaktır. “Türk emekçi kitleleri arasında gelişmenin hızlanacağı” yanılgısının şovenizmden kaynaklanmasının temel nedeni ezilen ulusun ayrılma hakkına şu veya bu biçimde karşı çıkmak, engel çıkarmak olabilir. Örneğin bu hak “geçmişte kalmış bu ilkenin bugün ileri sürülmesi ne gerçekçidir ne de doğrudur” dendiğinde Türk emekçi kitlelerindeki şoven duyarlılık dikkate alınıyordur! Bizim bu söyleme en başından beri karşı olduğumuzu Y. Yıldırım bilmelidir. “Demokratik Özerklik”in bir çözüm olarak savunulmasını tam da bu hak ötelendiği, hatta inkar edildiği için doğru bulmadık. Özerkliği UKKTH adına savunanlara “bu yol bu çözüm UKKTH değildir, zira o sadece ayrılma hakkıdır; ne federasyon ne özerklik ulusun kendi kaderini tayin anlamına gelir. Çünkü federasyon da özerklik de farklı ulusların ortak kararı ile gerçekleşebilir, federasyon veya özerklikle ezilen ulus kendi kaderini ezen ulusla birleştirmeye karar vermiş olur. Bu “kendi kaderini tayin” olmaz, kendi kaderi üzerinde diğer ulusu da hak sahibi yapmak olur. Bu yüzden Özgürce Ayrılma Hakkı tanınmadan, savunulmadan federasyon/özerklik çözümlerine yönelmek “özgürlük” veya “tam hak eşitliği” içinde kabul edilemez” diyoruz. Önce Özgürce Ayrılma Hakkı tanınmalıdır ki ortaklaşma temelindeki çözüm gerçek bir çözüm olabilsin…
Ulusal hareketle ve genel olarak ulusla ulusal sorun temelindeki bağımız ve yakınlığımız bu anlayışla içerilidir. Y. Yıldırım da varsa “pragmatist sosyal şoven” yanılgımızı buradan hareketle tartışmalıdır. HBDH’de yer almayışımızın nedenlerinden biri olmasa da onunla hemfikir olmadığımız bir konu “demokratik özerkliği” Özgürce Ayrılma Hakkı’na rağmen savunmasıdır. Y. Yıldırım bahsettiği yanılgıyı işin özünden hareketle açıklama sorumluluğunu ortaya koyabilecek mi göreceğiz?
DEŞiFRASYONLA iFŞA OLAN SIR
Yıldırım HBDH ile ilgili tavrımızı eleştirirken merkeze hep ulusal hareketi koymaktadır. Bizi sanki HBDH ile değil de ulusal hareketle ittifakı yadsımışız gibi eleştiriyor, HBDH onun için neredeyse ulusal hareketten ibarettir. Bu bizce bir biçimde gerçeklikle uyumludur. O, bunu açıkça söyleme cesaretinden yoksun ama bilinçaltı bu biçimde dışavuruyor. Ulusal hareketin HBDH’ye her bakımdan rengini verdiği, belirleyici olduğu, her ne kadar bir devrim ittifakı olarak tanımlansa da öyle olmadığı tartışmasızdır nitekim geçen zamanda ulusal hareketin sınırlarını, çalışmalarını, politikalarını ne derecede aşabildiği de ortadadır.
Enternasyonalizm konusundaki “acil” eleştirinin amacını “… esasen Kürt ulusal özgürlük hareketiyle az çok uzun süreli ve yakın bir ittifaka girmemek…” olarak “deşifre” ederken HBDH’yi ulusal hareketle eşitlemesi bizim HBDH’nin revizyonist bir önderlik anlayışının ürünü olduğu tezimizi doğrulamış olmaktadır. Y. Yıldırım başkalarının “sır”larını deşifre edeceğim derken kendi sırlarını ele veriyor!
Bizim ittifak meselesini KP önderliğinde işçi-köylü ittifakı temelinde stratejik bir mesele olarak ele aldığımız, savunduğumuz biliniyor olmalı. Elbette ulusal hareket bu ittifakın içinde yer alacaktır. “… Ancak ülkenin bazı yerlerinde kızıl siyasi iktidarlar gerçekleştikten sonradır ki, proletarya ve onun partisi için bütün devrimci sınıf ve tabakaları birleştirmek de, yani halkın devrimci birleşik cephesini (işçi-köylü temel ittifakı üzerine kurulan cepheyi) gerçekleştirmek de mümkün olacaktır.” (İ. Kaypakkaya, Bütün Eserler, 274) “… Bugün biz, bu cephenin gerçekleşmesini istiyoruz. Subjektif niyetimiz budur… Fakat, bu subjektif niyetin objektif bir olgu halini alabilmesi için, geçmek zorunda olduğumuz bir mücadele süreci de vardır. Bu süreci atlayarak objektif olguya ulaşamayız.” (age, 517) Bunun için “… proletarya önderliğinde devrimin dostlarını birleştirmeye yönelen, nispeten uzun, sabırlı ve ÇETİN BİR MÜCADELE vermek gerekir.” (age, 517) Bu mücadele verilmeden, gerekli şartlar olgunlaşmadan, subjektif niyeti obejktif olgunun yerine ve önüne geçirmekle bu şartları ve süreci tamamladığını sanmak kendini, dostlarını, halkını aldatmaktan başka birşey değildir. Devrime önderlik iddiasıyla bunu savunduğunuzda aslında devrimi kavramadığınızı ve onu gerçekleştirmeye muktedir olmadığınızı göstermiş olursunuz.
HBDH’ye kimin önderlik ettiği ve onda belirleyici niteliğin ne olduğu bizim için önemlidir. Ama tavrımızı bu belirlememiştir, belirlemez. HBDH’ye yaklaşımımız bütünlüklü ele alındığında neyin belirleyici olduğu rahatlıkla görülebilir. Onu illa sadece ve esasen ulusal hareket üzerinden kavrayanların darlığı bizim sorunumuz değildir.
Ulusal harekete ve ezilen ulusun hakları için mücadelesine karşı güçlü bir sosyal-şoven yaklaşımın olduğu reddedilmemelidir. Ancak HBDH ile ilgili tavrımızı bunun üzerinden eleştirmek gerçeğe aykırıdır. Bir şeyin bu kadar uçlaştırılarak ve içeriğinden koparılarak tartışılması kimseyi daha “yurtsever” yapmayacaktır. Ulusal hareket ile ilişkinin tek ve esas biçimi HBDH içinde yer almak olarak görülemez. İçindekileri devrimci ve ulusal hareketin dostları dışındakileri ise sosyal-şoven olarak tanımlamak sorunun yanlış ve çarpık ele alındığını gösteriyor. Ayrıca bu anlayış bağımsız çizgi ve hareketin yadsınmasını da içeriyor.
Yıldırım “ağır ideolojik saldırılar karşısında”, “Rojava Devrimi demekten ve bu devrimi savunmaktan kaçındığımızı” söylüyor. Devrim tanımlamasının maruz kalınan saldırılardan hareketle yapılmasının bilimsel olmayacağı açıktır. Saldırılara karşı tavırsız kaldığımız nasıl söylenemezse yetersiz olduğumuz da öyle inkar edilemez. Devrim tanımlaması ise bundan farklı olarak sürecin bütün analizi sonucu, gerekli şartları içermesi halinde yapılabilir.
Bugün daha net görülüyor ki Rojava’da bir devrim değil devrimci bir süreç yaşanmıştır. Bu sürecin bir devrimle sonuçlanmayacağı da anlaşılmıştır. Siyasal amacı özerklik olan ve öyle sonuçlanacağı da anlaşılan bir sürecin devrim olarak tanımlanması devrim anlayışını sorgulatır. Amacı gerçekleştirme yöntemi bakımından ağır bedeller ve büyük bir mücadele verildiğini asla tartışmıyoruz ve bu yönüyle onun devrimci özelliğini, değerini yadsımıyoruz, hiçbir zaman da yadsımadık. Fakat politik değerlendirmelerimiz hareketin programından, amacından, niteliğinden bağımsız olamaz. Rojava’da ulusal-reformist hareketin sağladığı demokratik kazanımlar ve bunları Suriye’nin demokratikleştirilmesi amacıyla da savunması, işgalci-ittihatçı saldırılara karşı mücadelesi onu Ortadoğu’daki devrimci halk hareketlerinin özgün devrimci bir parçası haline getirmiştir. Bununla beraber KUH ne ulusal-sosyal düzlemde bir devrim gerçekleştirdi ne de iktidarı devrimek amacıyla hareket etti. Aksine demokratik özerklik temelinde gerici Suriye devletinin bir parçası olmayı reddetmedi. Böyleyken PYD önderliğindeki hareketin ve mücadelenin sınıfsal, sosyal, siyasal ilişkilerde devrim niteliğinde hangi değişiklikleri gerçekleştirdiğini sormak gerekir. Demokratik Özerklik ezilen ulusun önceki durumuna göre devrim değil ama reform niteliğinde politik bir ilerlemedir. Şeylerin büyüsüne kapılıp onlara gerçek niteliğinden farklı bir misyon yüklemek doğru bir ilişki geliştirmenin engelidir. Parlayan her şey altın değildir. Y. Yıldırım ise parlayan her şeye altın muamelesi yapıyor, kendisi gibi gözleri kamaşmayanları ise körlükle itham ediyor!
Yıldırım Rojava’yı “halkların demokratik alternatifi” olarak sunuyor. Ulusal hareketin KKTH’ye alternatif olarak savunduğu özerklik Kürt ulusu/halkı tarafından da büyük ölçüde kabul gören reformist bir alternatiftir. Bunu devrimci ve komünistlerin bir alternatif olarak düşünmesi ise ya kendini ya da devrimi alternatif görmemesi ile açıklanabilir. Özerkliğin emperyalizme, faşizme, feodalizme; yani gerici Suriye devletine alternatif olduğu savunulabilir mi, söylenebilir mi? Bunların iktidarını, sınıf ilişkilerini, sosyal dayanaklarını hedeflemeden, köklü bir değişikliğe uğratmadan alternatif yaratmak mümkün mü? Bunlarda esaslı, kalıcı, devrimci hiçbir değişikliğe yol açmayacağı bilinen özerkliği üstelik ilgili ulusun da değil “halkların” bir alternatifi olarak propaganda etmek halkların kurtuluşu olan devrimin içeriğinin yozlaştırılması değil midir? Özerklik egemen ilişki ve güçlerin bir alternatifi değil egemen ilişki ve sınırlara tabi olmanın bir biçimidir. Ulusal hareket iktidar amacı gütmediğini birçok kez açıkladı. Ulusal sorunu özerklik temelinde ele almasının nedeni de özde bu anlayıştır. Devrimci iktidarı kurmak amacı ile bu anlayış çelişmelidir! Y. Yıldırım ve arkadaşları bu çok önemli noktayı hiç tartışmıyor ne yazık ki! Bu haliyle ulusal hareketin ve özerkliğin egemen üretim ilişkilerinin üretilmesi amacının bir parçası olmaktan öteye geçebileceğini düşünmek yalnızca bir hayal olabilir.
ÖZERKLiĞiN TURNUSOL KAĞIDI ÖZGÜRCE AYRILMA HAKKIDIR
Bilindiği gibi ulusal hareket Özgürce Ayrılma Hakkı’nı (yani KKTH) “ulus devletçi” bir anlayış olduğu gerekçesiyle reddederken yerine demokratik özerkliği koymaktadır. HBDH de bunu temel alarak ÖAH ilkesinin reddini ya da içeriksizleştirilmesini benimsemiştir.
ÖAH ilkesinin özerklik, federasyon anlamına da gelirmiş gibi yanlış yorumlanmasına da sıklıkla rastlıyoruz. Oysa bu ilkenin sadece ve yalnızca ayrı devlet kurma hakkı (mutlaka ayrı devlet kurma zorunluluğu değil) olduğunu özellikle Lenin çok net ortaya koymuştur. Lenin soyut olarak düşünüldüğünde özerklik ve federasyonun da “kendi kaderini tayin etme” anlamına gelebileceğini ama meselenin soyut ele alınamayacağını söyler. ÖAH’ın (KKTH) federasyon hakkı anlamına da gelebileceğini savunan Şahumyan’a Lenin, kesinlikle hemfikir olmadığını söyler ve “… o, federasyon anlamına gelmez. Federasyon, eşit olanların bir ittifakıdır, genel muvafakatı gerektiren bir ittifaktır. Nasıl olur da, bir tarafın diğer tarafın onunla muvafakatı üzerine hakkı olabilir? … Ayrılmak istemiyor musun? O zaman, lütfen benim yerime karar verme. Federasyonu ‘hakkı’na sahip olduğunu sanma” (Ulusal ve Sömürgesel Ulusal Sorun Üzerine) der. Çünkü federasyon ve özerklikte beraber yaşayacak ulusların kader ortaklığı söz konusudur. Dolayısıyla o ulusların kaderleri üzerinde tek taraflı bir tasarrufla irade belirlenemez. Onların da kaderini seninle veya sensiz tayin etme hakkı doğmaktadır. ÖAH ezilen ulusa mahsustur. Bu “hak” ezen ulusta, devletini kurmasıyla gerçekleşmiştir. Ama özerklik, federasyon söz konusu olduğunda ayrılmaya tek tarafın karar vermesinin aksine evlenmeye iki tarafın karar vermesi gibi iki tarafın da kaderini birleştirmede hemfikir olması, söz sahibi olması gerekir. Bunu görmezden gelmek ezen ulusa taviz vermek olacaktır. Sonuç olarak ÖAH (KKTH) özerklik veya federasyon anlamına gelmez. Bunlar kategorik olarak birbirinden farklıdır ve farklı ele alınmalıdır.
Yıldırım ulusal hareketin ayrılma, ulusal devlet kurma yerine bu hakkı da koruyan bölgesel demokratik federasyon programıyla hareket ettiğini söylüyor. Belli ki Y. Yıldırım ulusal hareketin temel görüşlerinden birinin ÖAH (KKTH) ilkesinin reddi olduğunu bilmiyor ya da bilmezden geliyor. Ulusal hareket bu ilkeyi ulus devletçi diye reddetmedi mi? Bu ilkeyi savunan Marksistleri ulus devletçi ilan etmedi mi? O bağımsız devlet anlayışından neden vazgeçti? Bundan başka o Y. Yıldırım’ın iddia ettiği gibi bu hakkı (ÖAH), ilkeyi gerçekten tanıyor mu, programında buna yer verdiğini görüyor musunuz? HBDH programında bu temel hak neden yer almıyor? Y. Yıldırım yine kendi niyetlerini gerçeğin yerine koyuyor. Daha önemlisi ÖAH ilkesinin yanlış kavranmasını ve reddini, onun reformistçe içeriksizleştirilmesini görmezden gelmekle kalmıyor kendisi de buna katkı sunuyor.
Ulusal hareket ÖAH’yi mutlaka ayrılma, devlet kurma zorunluluğu olarak ya da bugün onun özerklik vb. anlamına da gelebileceğini savunurken bu ilkeyi yanlış kavradığını söyledik. Kürt ulusunun kendi devletini kurması için verdiği mücadelenin toplumsal gelişimin, sosyalizm için proletaryanın sınıf mücadelesinin çıkarına olduğunu bugüne dek savunmadık. Yani ulusal hareketin “bağımsız devlet kurma” veya “ayrılma” propagandasını olumlamadık, Kürt ulusuna birlik lehinde propaganda yapmayı savunduk. Ulusal hareket ise ilkeyi devlet kurma zorunluluğu şeklinde yanlış kavramış, reddettikten sonra da ilkeyi ve Marksistleri ulus devletçilikle suçlamıştır. Bugün de tam tersi şekilde özerkliği KKTH olarak gene yanlış yorumlamaktadır. KUH ayrılma amaçlı mücadeleden vazgeçtiği için değil, ÖAH’ı reddettiği için devrimci çözüm anlayışını ve niteliğini kaybetmiştir. Çünkü bu, ulusların tam hak eşitliğini yadsımaktır, egemen ulusun devlet kurma imtiyazını kabul etmektir. Dolayısıyla iki ulusun eşit birlikteliğinin olanaksızlaştırılmasıdır. KUH, bu ilkeyi iki biçimde de yanlış kavrayarak en sonunda da yadsımış olduğu ulusal sorunda devrimci çözüm ilkesini terk etmiştir. Y. Yıldırım bütün bunları görmezden geliyor, ezilen ulus milliyetçiliğinin ilkeyi içeriksizleştiren yanlış anlayışına ve saldırılarına taviz veriyor. KKTH’nin reddi üzerine kurulu özerklik gibi reformist bir anlayışı çözüm olarak yüceltiyor. Oysa bu ne sorunun devrimci bir çözümünü içerir ne de ÖAH’ı temel alır. Tam tersine ÖAH’ın reddine, temel alınmamasına ya da yanlış bir görüş olarak onun yerine özerkliğin ikame edilmesine dayanır. Böyle bir özerkliği çözüm diye savunmak sorunu çözümsüz bırakmakla eşdeğerdir. Özerklik vb. “çözüm” biçimlerini yeterli, güçlü, niteliksel düzeyde anlamlı kılacak olan ise ÖAH’ın tanınmış olmasıdır.
Sonuç olarak;
Yıldırım esas amacı, enternasyonalizme dair öteden beri yanlış bir yaklaşımın saflarımızdaki etkisini gidermek olan ve HBDH’nin kuruluşundan da önce (2014 Ekim’inde yazılmakla beraber, Rojava’daki mücadelenin gerektirdiği hassasiyet gözetilerek ve bazı özel nedenlerle kitlelere açılması geciktirilmişti) yazılmış “Gerçek Enternasyonalizm Nedir?” başlıklı yazıya yönelik tamamen ve büsbütün önyargılarla yaklaşmış, onun içeriğinde bulunmayan meseleleri kurgular yaparak eleştiri malzemesine dönüştürmüştür. Biz bu yazıda “sadece” enternasyonalizmin gerçekte ne olduğunu ortaya koyduk ve tartıştık. Ulusal sorunu, HBDH’yi, KUH ile ilişkiyi tartışmadığımız bir yerde bunlardan kaynaklanan bir yanılgı ve utangaçlık da olamaz değil mi? Ayrıca Y. Yıldırım’ın “yanılgı” ve “utangaç”lık olarak değerlendirdiği tutumlarımızın gerçekte ne olduğu ve hangi anlayışa ve ilkelere dayandığı bu konularla ilgili yazılarımız da açıktır.
HBDH’den neden çekildiğimizi (ki üyeliğimizin yetkisiz imza ile gerçekleştirildiği unutulmamalı!) ve HBDH’ye dair eleştirilerimizi Y. Yıldırım tam da bunları açıklayan kaynaklardan hareketle tartışabilir, yanılgımızı ortaya koyabilir, utangaç olup olmadığımızı görebilir, “emekçi Türk halkı”na şoven duyarlılıkla yaklaştığımızı başarabilirse kanıtlayabilir! Bize “özerklik savunuculuğunun ÖAH’yı nasıl içerdiğini ve ayrılma hakkının neden görünmez kılındığını” da açıklar böylece!
YILDIRIM LENiN’i iSTEDiĞi GiBi ANLIYOR!
Yıldırım Lenin’in enternasyonalizmle ilgili açıklamasını emperyalizm ve proleter devrimler çağında tek tek ülkelerde devrimin ve proletarya iktidarının mümkün olduğunu vurgulamak için yaptığını söylüyor. Biz bu konuda Lenin’e kulak verelim. Bakalım o, Y. Yıldırım’ın bu iddiasını destekliyor mu? Lenin ilgili yazının başında “Rusya işçi sınıfının uluslararası görevleri tam da şimdi özel bir güçle ön plana çıkıyor” ( Cilt 10, sf.15) ve devamında şovenlerin, anavatan savunucularının bile enternasyonalizmin üzerine yemin edip ahkam kestiğini vurgulayarak “… Dolayısıyla proletarya partisinin, lafta enternasyonalizmin karşısına tüm açıklık, tanıklık ve kesinliğiyle gerçek enternasyonalizmi koyma görevi bir o kadar ivedidir” diyor. Tartışmanın bütününde de sosyal-şovenleri, anavatan savunucularını teşhir ederek uluslararası sosyalist ve proleter hareket içinde iki yıllık savaş sürecinde tüm ülkelerde üç akımın (sosyal-şovenler, gerçek enternasyonalistler ve bu ikisi arasında yalpalayanlar) ortaya çıktığını, gerçek enternasyonalistlerin görevinin de bu iki akıma karşı proletaryanın çıkarlarını savunmak olduğunu belirtiyor.
Burada ayırt edici özelliğin “… gerek sosyal şovenizmle, gerek “merkez”le tam kopuş, kendi emperyalist hükümetine ve kendi emperyalist burjuvazisine karşı kayıtsız şartsız devrimci mücadele” olduğunu söyleyen Lenin ilkeyi de “baş düşman kendi ülkendedir” diye formüle eder. Görevimizi “… proletaryanın devrimci mücadelesinin ve proleter sosyalist devrimin olanağını ya da yerindeliğini ya da zaman uygunluğunu reddetmeye kalkışan tüm bahanelere karşı acımasızca mücadele” olarak belirler. (age, 19)
Görüleceği gibi alıntı veya tartışma tek tek ülkelerde devrimin veya proletarya iktidarının mümkün olup olmadığı değildir; emperyalist savaş sırasında proleter sosyalist hareketin saflarında ortaya çıkan sosyal-şovenizme karşı gerçek enternasyonalizmi savunmakla ilgilidir. Rusya işçi sınıfı sosyal şoven 2. Enternasyonal’e karşı yeni, devrimci proleter nitelikli bir enternasyonal kurulmasına öncülük ederek enternasyonal görevini yerine getirmiştir. Bu, enternasyonal görevin “kendi ülkesindeki devrim”le sınırlandırılmadığının da göstergesidir. Elbette bu sınır tek tek ülkelerde devrim veya proletarya iktidarından bağımsız düşünülemez ama bunun mümkün olup olmadığı bu tartışmanın bir konusu veya sorunu değildir. Uluslararası proleter sosyalist hareketin devrimci temelde örgütlenmesi, sosyal-şovenizme ve her ülkede kendi emperyalist hükümetine, burjuvazisine karşı kayıtsız şartsız devrimci mücadele, tartışmanın temel konusudur.
Lenin’in, temel aldığımız “gerçek enternasyonalizm” anlayışının Lenin’den ve emperyalizmden önce ve ayrıca bugün doğru olmadığını, bugünün “gerçek enternasyonalizm”inden de kaçınmanın bahanesi olamayacağını anlatmaya çalışan Y. Yıldırım yine aynı biçimde davranmakta, kendi kurgusuna öncelik vermektedir. Kendisi, bize karşı ileri sürdüğü bu kurguyu nasıl oluşturduğunu açıklasaydı tartışmamız somut bir zeminde ilerleyebilirdi. Fakat o böyle tartışmayı pek sevmiyor gibi. Çok rahat bir şekilde ve açıklamadan enternasyonalizmin tek tek ülkelerdeki devrimin mümkün olup olmadığı, proleter iktidarların sürdürülebilirliği üzerinden ortaya konduğunu söylüyor. Mesela Lenin’in “gerçek enternasyonalizm” anlayışının neden Marks ve Engels’in kıta çapında devrim fikri ile uyumlu olmadığını, Lenin döneminde son derece de doğru olan bu anlayışın neden emperyalizmden önce doğru olmadığını anlatmıyor. Tabii ki bu tartışmanın neden Lenin zamanında olduğunu, gerçekleştiğini tartışabiliriz ama Marks ve Engels döneminde “kendi ülkesinde devrim” anlayışında içkin olan “gerçek enternasyonalizm”in yanlış olduğu iddiasını ciddiye almayız! “Gerçek enternasyonalizm” Lenin zamanında ne ise Marks ve Engels zamanında da odur. Lenin tek ülkede devrimi mümkün gördüğünde ve bunu Ekim Devrimi ile gerçekleştirdiğinde hiç kuşkusuz yeni bir anlayış, kavrayış geliştirmiştir. Fakat bu yenilikleri Y. Yılıdırım’ın sandığı gibi “enternasyonalizm” anlayışı değildir. “Kendi ülkesinde devrimci hareketi ve devrimci mücadeleyi geliştirmek” eğer koşulları oluşmuşsa, mümkünse, Marks ve Engels dönemindeki gibi bir Avrupa devriminin örneğin, olsa olsa parçası olur ve bu nedenle enternasyonal bir nitelik taşır ve Lenin’in vurguladığı gibi “gerçek enternasyonalizm”in özü olarak kalır. Y. Yıldırım sanki ne tartıştığımızın farkında değildir. Ama aksine bunun farkında olduğunu gösteren ama dürüst polemik standartlarına uymayan bir tarzı var Y. Yıldırım’ın: Eksik alıntı yaparak “rakibi”nin düşüncesini, tezini, görüşünü olduğundan farklı göstermek, enternasyonalizmin ne olduğunu tartışan bizi bölgesel devrimleri olanaksız görmekle eleştirmek.
TARTIŞMAK MI? KARALAMAK MI?
Yıldırım şöyle diyor: “Paris Komünü deneyi (deneyimi denmeliydi -bn) Avrupa çapında devriminin zaferinin, tek ülkedeki kesin zaferin de koşulu olduğunu kanıtlamıştı. Çünkü, yalnızca Fransa burjuvazisi değil, onunla savaştaki Alman burjuvazisi de güçleriyle Paris Komünü’ne karşı Fransız burjuvazisini desteklemiş, devrim karşısında Avrupa burjuvazileri birleşik karşı-devrimi yükseltmişlerdi. Bu durum karşısında Marks ve Engels kıta çapında devrim fikrini formüle etmişlerdi.” (age, sf.18)
Biz de soruyoruz Y. Yıldırım’a : “Kendi ülkesindeki devrimci hareketi ve devrimci mücadeleyi yükseltmek” görevi “kıta devrimi” fikrini reddeder mi? “Gerçek enternasyonalizm” olarak Lenin’in tarif ettiği anlayış “kıta devrimi” içinde de geçerli değil midir? Marks ve Engels kıta devrimi fikrini formüle etmemişken birer enternasyonal savaşçı değiller miydi? Lenin uzun süre, tek ülkede devrimi formüle etmemişken birer enternasyonal savaşçı değil miydi? Y. Yıldırım henüz Rojava süreci oluşmamışken kendini ve yoldaşlarını enternasyonal olmamakla mı tarif ediyor? “Avrupa çapındaki devrimin tek ülkedeki kesin zaferin koşulu” haline gelmesi tek ülkedeki devrimci hareketi ve devrimci mücadeleyi yükseltmeyi görev dışına mı iter? Bu görev enternasyonalizmin özü olarak tarif edilemez mi?
“Lenin’e dayanmanın düşünsel kolaycılığıyla, enternasyonalist devrim savaşçılığını devrim kaçkınlığıyla suçlayacak kadar yüzeyselleş”tiğimizi (agy, sf.18-19) ileri süren Y. Yıldırım Lenin’le aynı şeyi söylememize karşın bizi “enternasyonalizmi milli sınırlara hapsetmek”le suçluyor! Y. Yıldırım Lenin’in cümlesinin de “eksilterek” irdeleğinde acaba aynı suçlamada bulunmaya cüret edebiliyor mu? Ne diyor Lenin: “Sadece tek bir gerçek enternasyonalizm vardır; kendi ülkesinde devrimci hareketi ve devrimci mücadeleyi geliştirmede özverili çalışma…” Lenin de enternasyonalizmi milli sınırlara hapsetmiş oluyor mu bu durumda? O da “enternasyonal devrim savaşçılığı”nı devrim kaçkınlığı olarak suçlayacak kadar yüzeysel midir bu cümlesi nedeniyle?
Yıldırım, Lenin zamanında enternasyonal devrim savaşçılığı “kendi ülkesinde devrimci hareketi ve devrimci mücadeleyi geliştirmede özverili çalışmaktan ibarettir ama şimdi koşullar değişti”mi diyecek merak ediyoruz?
Bir anlayış, görüş, önerme eleştirilecekse eğer yapılması gereken ilk şey bu anlayışı/görüşü/önermeyi olduğu gibi almak ve irdelemek olmalıdır. Y. Yıldırım koşullu bir ifadeyi koşulundan ayırarak eleştirmeyi tercih ediyor! Bunu o kadar basit bir tarzda yapıyor ki asla savunamayacağımız, savunmayacağımız bir yaklaşımla, kendilerinin “tek/biricik” enternasyonal devrim savaşçılığı olarak gördükleri bir enternasyonal tavrı devrim kaçkınlığı olarak değerlendirmekle suçluyor bizi. Bizim herhangi bir yerdeki (dünyanın her yeri olabilir) devrimci, hatta demokratik bir harekete maddi ve manevi destek vermeyi “devrim kaçkınlığı” olarak görmemiz mümkün müdür? Bunu hangi devrimci savunabilir ya da bunu savunan herhangi biri muhatap bulmayı hak eder mi?
Yıldırım koşullu bir önerme, düşünce içeren cümlemizin birinci kısmını yani koşulu yok edip, artık başka bir şeye dönüşmüş olan “düşünce”yi eleştiriyor. “… başka ülkede devrime katılmak, devrim yapmayı düşünmek, hedeflemek gerçek görevinden yani devrimden kaçmak uzaklaşmak demektir” cümlesinin öncesinde ifade edilen; “Bu göreve yoğunlaşmadan, bu görevi yerine getirmeden” şartını es geçiyor ya da yazımızdaki tam da Lenin’in söylediği gibi “… Esas olan yaşanılan ülkedeki mücadeleyi geliştirmektir; diğer ülkelerde de aynı çizgideki (proleter devrimci bn.) mücadeleyi desteklemek… Stalin yoldaşın deyimiyle tek bir ülkede devrim başlı başına bir amaç değildir, o diğer ülkelerdeki devrimleri geliştirmenin ve desteklemenin bir aracıdır…” ya da “enternasyonalizm diğer ülkelerdeki devrimci hareketi ve mücadeleyi çeşitli biçimlerde desteklemeyi de kapsar. Ama bunun temel/belirleyici özelliği destek olmasıdır… kendisini diğer ülkelerdeki devrimi gerçekleştirmede belirleyici bir özne gibi görmek, konumlandırmak doğru değildir” dediğimize bakmıyor. Rojava’ya gitmenin, orada mücadele etmenin enternasyonalizmin tek ve esas biçimi gibi propaganda edilmesinin, kavranmasının yanlış olduğunu ve orada devrimci-proleter nitelikli bir hareketin, çizginin değil de ulusal hareketin reformist çizgisini/amacını/mücadelesini geliştirmenin de proletarya enternasyonalizmi olmayacağını söylüyoruz. Bu, Rojava’daki mücadele ile devrimci dayanışmayı reddetmek anlamına gelmez. Ki, bu dayanışma konusunda yetersiz bile olsa hiçbir tereddüt duymadık, duymuyoruz.
“Bütün ülkelerin işçileri birleşin!” şiarı enternasyonalizmin proleter karakterini işaret eder. “İşçiler” vurgusu bu karakteri temsil eder. Proletarya enternasyonalizminin özü bütün ülkelerde proleter karakterli, önderlikli hareketin ve mücadelenin geliştirilmesidir. Lenin’in, bu şiarı “Bütün ülkelerin işçileri ve ezilen ulusları birleşin!” şeklinde genişletmesi enternasyonalizmin özünün değiştiği anlamına gelmiyor. Aksine yeni görevlerin de proleter tarz ve anlayışla kavranılması, kapsanması ve çözülmesi anlamına geliyor. Emperyalizm öncesi ve sonrası dönemlerin birbirinden nitelik olarak farklı olduğu ve farklı görevleri içerdiği bilinir. Her şeyden önce proleter devrimler çağı açılmıştır! Bu dönemin bütün sorunları ve çelişkileri proleter anlayışla, devrimle kavranmak ve çözülmek zorundadır. Proletarya enternasyonalizmi dünya devriminin her bir ülkede proletarya önderliğinde ve proleter karakterde geliştirilmesini içerir ve amaçlar. Bu emperyalizm öncesi de sonrası da temel bir anlayıştır. Marks ve Engels de bunu böyle formüle etmiştir. Ancak çağın kendi özellikleri ve koşulları içinde yeni görevlerin, farklı sorunların, burjuvazinin çözüme kavuşturamadığı çelişkilerin çözümünü de kapsamına almıştır.
Dönemin enternasyonal görevlerinde özsel bakımdan değil biçimsel bakımdan kendini dayatan, öne çıkan değişiklikler reddedilemez. Proletarya bunları da hesaba katarak ilerleyebilir. Köylü sorunu, ulusal sorun, sömürgeler sorunu gibi önemli sorunlar bu kapsamda çözülmek üzere proleter devrimin gündemine girmiştir. Bunlar ancak proleter bir bakış açısıyla ve devrimle çözümlenebilecektir. Burada belirleyici olan sorunun brujuva karakteri değil çözümü gerçekleştirecek gücün proleter karakteridir. Toplumsal kurtuluşu gerçekleştirecek tek güç proletarya ise her yerde esas alınacak ve geliştirilecek olan proleter mücadeledir, harekettir, çizgidir. Yani proletaryanın hegemonyasıdır. Bunun dışında bir sınıfın egemenliğine hizmet edecek her yönelim ve anlayış proleter çizginin burjuva yozlaştırılması olacaktır.
Marks-Engels kıta devrimi ya da Paris Komünü ile ilgili görüşlerinde bu devrimlerin yaşayabilmesi için diğer ülkelerde ve bölgelerde devrimlerin ne kadar önemli olduğunu anlatırlar. Lenin, Stalin ve Mao da kendi ülkelerindeki devrimler için aynı düşünceyi taşımıyorlar mıydı? Bu amaçla başka ülkelerdeki devrimlere destek olmadılar mı?
Komünistlerin Birliği bu amacı gerçekleştirmek, diğer ülkelerde veya bölgelerde devrimlerin geliştirilmesi için çabaladı. Marks-Engels her şeyden önce hareketin, mücadelenin proleter amacını veya yönelimini esas alıp her bir ülkede komünistlerin bu amaçla hareket etmelerini sağlarlardı. Devrimin kıtasal, bölgesel veya tek tek ülkelerde gerçekleşme olasılığı tamamen koşullarla ilgilidir ve bu olasılığın olduğu hiçbir durum görmezden gelinmez. Ancak bunların hiçbiri devrimlerin proleter karakterinde ya da enternasyonal görevlerinde biçimsel değişiklikleri gündeme getirmenin dışında özsel bir değişikliğe yol açmaz. Devrim her durumda proletaryanın önderliğinde proleter amaçlarla proleter tarzda gerçekleştirilecektir. Hedeflediği çelişkilerin niteliğinin, biçiminin onun önüne her yerde farklı görevler, çözümler koyması tabiidir ve devrim ancak bunları gözeterek, kapsayarak başarılı olabilir.
ÜLKE KP’LERi ENTERNASYONALiZM PARTiLERiDiR
Komünist Manifesto’da proletaryanın özsel bakımdan enternasyonal olduğu ama bu özelliğin onun biçimselliğinde yani ulusallığında içerili olduğu şöyle ifade edilir: “İçerikte olmasa bile biçimde proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelesi ilk önce ulusal bir mücadeledir. Hiç kuşkusuz her bir ülkenin proletaryası önce kendi burjuvazisiyle hesaplaşmak zorundadır” (46) ya da “… proletarya önce siyasi hakimiyeti ele geçirmek, ulusal sınıf durumuna yükselmek, kendini ulus olarak kurmak zorunda olduğu ölçüde kendisi de hala ulusaldır ama asla sözcüğün burjuva anlamında değil” (54-55, Umut Yayımcılık) Lenin’in “baş düşman kendi ülkendedir” ya da kendi ülkesinde devrimi esas alma anlayışı da bununla uyumludur. Kıta Devrimi’ni savunan Marks-Engels de tek tek ülkelerde devrimin gerçekleşme olasılığını savunan Lenin de enternasyonalizmi biçimsel bakımdan “ulusal” özsel bakımdan proleter tarzda kavramıştır.
Yıldırım bizi enternasyonalizmi milli sınırlara hapsetmekle suçlarken Komünist Manifesto’daki “… Hiç kuşkusuz her bir ülkenin proletaryası önce kendi burjuvazisiyle hesaplaşmak zorundadır” ya da Lenin’in “baş düşman kendi ülkendedir”, “kendi devrimini esas alma” anlayışındaki ulusallığı yani milli sınırları esas almayı da mahkum ettiğini kavrayamıyor! Aslında enternasyonalizmin özselliğinin bu biçimsellikle var olduğunu kavramamaktan doğan bir unutkanlık! Biçimin kendi başına özden ayrı var olabileceğine inanıyor. Özsel değil biçimsel bir kavrayış!
Yıldırım’ın anlayışına göre Sovyet ve Çin devrimleri ulusal sınırları esas aldığı ve bu sınırlarda gerçekleştiği için evrensel özelliklere, enternasyonal içeriğe sahip olamaz. Ya da Marksizm, Leninizm ve de Maoizm’in evrensel değil Batı’ya, Rusya’ya, Çin’e özgü ulusal nitelikli teorilerdir! Leninizm’i emperyalizm ve proleter devrimler çağının Marksizm’i değil de Rusya›ya özgü bir devrim teorisi olarak görenleri Lenin de Stalin de mahkum eder. Stalin “Leninizm, emperyalizm ve proleter devrimler çağının Marksizmidir. Daha tam söylemek gerekirse: Leninizm, genel olarak proleter devrimin teorisi ve taktiği, özel olarak proletarya diktatörlüğünün teorisi ve taktiğidir” diyerek onun ulusal özelliğinin biçimsel, evrensel özelliğinin ise esas olduğunu ortaya koyar. Leninizm’in ulusallığındaki evrensel karakteri göremeyenler gibi Y. Yıldırım da proletarya enternasyonalizminin ulusallığındaki evrensel özü kavrayamıyor.
Enternasyonal’e üyelik şartlarından biri şöyledir: “… Komünist Enternasyonal’e üye olmak isteyen her parti, ‘şu ya da bu ülkenin Komünist Partisi (3. Komünist Enternasyonal Seksiyonu)’ adını almak zorundadır.” (Parti Öğretisi Üzerine, İnter, sf.302, Lenin-Stalin-Komintern) Y. Yıldırım’ın anlayışına göre bu zorunluluk KP’leri ulusal sınırlara hapsetmekten başka birşey değildir.
Ne Marks-Engels bir veya birkaç ülkede devrim olasılığını reddeden bir anlayışa sahiptir ne de bir veya birkaç ülkede devrimin olasılığını savunan Lenin tek ülkede gerçekleşecek devrimin bölgeyi etkileyeceği gerçekliğini, bölgesel devrimi reddeden bir tutum içindedir. Bunlar tamamen koşulların sonucudur ve onlar koşulları özgünlüğü içinde kavrayarak hareket etmişlerdir. Ne birini diğerinde yadsımışlardır ne de biri için diğerini bekletmeyi savunmuşlardır!
Lenin bir veya birkaç ülkede devrimin mümkün olduğunu gördüğünde de devrimi sadece bir veya birkaç ülke ile sınırlı düşünmüyordu. O bu devrim(ler)in bölgesel düzeyde veya dünya çapında yol açacağı sonuçları yani devrimlerin gelişimini hesaba katarak hareket ediyordu. Sovyetler Birliği’nin sosyalist cumhuriyetlerin birliği olması ve dünyanın her yerindeki devrimlerin gelişimine katkısı, her ne kadar bir ülkede devrim esas alınarak yapılsa da bunun Stalin yoldaşın da dediği gibi başlı başına bir amaç olarak düşünülmeyip diğer ülkelerdeki devrimleri destekleme ve geliştirme enternasyonal amacını içerdiği de bilinir. Ya da Çin Devrimi’nin, Çin bir cumhuriyetler birliği olmasa ve devrim Çin sınırları içinde gerçekleştirilmiş olsa bile benzer bir rol oynadığını, yani kendisi ile sınırlı kalmayıp dünya devrimini geliştirmeye hizmet ettiğini biliyoruz. Kısaca Lenin emperyalizm ve proleter devrimler çağında tek ülkede ve kendi ülkesinde devrimi esas alırken öz ve sonuç itibariyle bu devrimi ne sadece ulusal kavrıyordu (milli sınırlara hapsediyordu) ne de proleter devrimci cephenin bir bileşeni, müttefiki olan ezilen uluslara ve hareketlere desteği yadsıyordu.
“… emperyalizme sözde düşmanca karşı duran, ancak gerçekte ‘kendi’ sömürgelerinde ‘kendi’ burjuvazilerini devirmek için devrimci mücadele yürütmeyen, sömürgelerde… devrimci çalışmayı sistematik olarak desteklemeyen, sömürgelere devrimci partiler için silah ve literatür sokmayan partiler, alçakların ve hainlerin partileridir.” (Lenin, Cilt 10, sf. 63) 2. Enternasyonal’in sosyal şoven bütün partileri bu görevi yerine getireceğine kendi burjuvazileri için mücadele etmeye soyunarak devrime, proletaryaya ihaneti tercih ettiler. Bu onların sonraki süreçlerde de tavrını belirledi ve onların bu ihaneti burjuvazi tarafından ödüllendirildi.
Lenin daha o zaman ulusal kurtuluş hareketlerini dünya devrim cephesinin bir müttefiki görmüş ve devrim için ezilen ulusların mücadelesinin önemine değinmiştir. Bu bağlamda onlarla ilişki geliştirilmesini ve onların desteklenmesini temel almıştır. Onun bu meseleyi ne kadar önemsediği bilinmez değildir. Lenin’den sonra da Stalin-SBKP bu anlayışı korumuştur. Mao ve ÇKP de ulusal-sömürgesel sorunu ve ulusal kurtuluş hareketlerini dünya devrim cephesi kapsamında aynı anlayışla ele almıştır.
Ulusal hareketler bugün de aynı kapsamda aynı amaçla ele alınmalıdır. Bu bakımdan görevlerde, anlayışlarda neredeyse temel hiçbir değişiklik söz konusu değildir. Bu sorun varlığını korudukça proleter devrimin amacı da aynı kapsamda onunla içerik kazanacak ve gerçekleşecektir. Elbette bu özgün durumları kendi koşulları içinde kavramanın özünde engel değildir. Örneğin Rojava özgülünde söz konusu koşullar oranın ulusal hareketlerle ilişkisinde yeni nitel bir aşamayı, anlayışı gerektirdiğini veya getirdiğini söylemek aslında onda olan bir şeyi reddedip sonra aynı şeyi yeni, farklı birşeymiş gibi sunmak demektir. Rojava değerlendirmesinde Y. Yıldırım’ın subjektivizminden ne kadar uzak olduğumuzu ortaya koyduk. Rojava’da Y. Yıldırım’ın propaganda ettiği, savunduğu gibi bir durumun olmadığı bugün daha iyi anlaşılabilmektedir. Dolayısıyla Y. Yıldırım Rojava teorisiyle proletarya enternasyonalizmine birşey katmış değildir aksine onu özde kavramadığı gibi oportünist teorisinin malzemesi de yapmıştır.
“YENi”, ”YENi”, “YENi” AMA YENi BiRŞEY YOK!
Yıldırım savunduğumuz “gerçek enternasyonalizm” anlayışının Sovyetler Birliği ve Çin’in diğer ülkelerdeki devrimleri geliştirme ve zafere ulaştırma çabalarını ve amacını olumsuzladığımızı söylüyor. Aslında buraya kadar söylediklerimiz Y. Yıldırım’ın meseleyi yanlış kavradığını açıklıyor. Enternasyonalizm anlayışında temel olan proletaryanın çıkarlarıdır, hegemonyasıdır. Y. Yıldırım da bu temeli göremezsiniz, onda bu belirsiz, biçimsiz ve içeriksizdir. Bunu nasıl anlıyoruz? Lenin’in enternasyonalizmle ilgili alıntısını yazdıktan sonra “Bu o dönem için son derece doğruydu” dediğinde! Bunu diyerek artık doğruluğunu, gerçekliliğini yitirdiğini belirtmiş oluyor. Neredeyse yeni hiçbir şey söylemeden “yeni” örneklerle bunu kanıtlamaya girişiyor. “Yeni dönem”in ve yeni pratiklerin Komünist Manifesto’da ortaya konan, sonrasında Lenin, Stalin, Mao’da ve diğer ülke devrimlerinde somutlaştırılan anlayıştan temel olarak nasıl farklı olduğunu, Y. Yıldırım’ın bunu nasıl açıkladığını öğrenemiyoruz. O belli örnekler üzerinden “yeni” enternasyonalizm tarifi yapmaya çalışıyor ama yalnızca kötü bir tekrarla üstelik proleter enternasyonalizmi içeriksizleştiren bir sunumla karşılaşıyoruz. Mesela şöyle diyor: “Enternasyonal destek ve dayanışmanın bir biçimi, kendi ülkelerinde komünist ve devrimci karakterdeki mücadeleyi yükseltmek ve propagandasını yapmak ise diğer bir biçimi doğrudan destek eylemleri, silah ve askeri eğitim dahil maddi yardımdır.” Görüldüğü gibi ona göre kendi ülkesinde komünist ve devrimci karakterdeki mücadeleyi yükseltmek ve propagandasını yapmak enternasyonalizmin dönemsel bir biçimidir. Yani özü, esası değildir. Böylece o Sovyet ve Çin Devrimlerindeki proletarya enternasyonalizmini de göremediğini açık etmektedir. Bir yerdeki belirleyici, öncelikli özelliği kavramaktan aciz olup dönemsel/geçici özelliklerin birlik içinde eşit olduğunu savunmak demektir bu. Ayrıca kendi ülkesinde devrimci mücadelenin destek ve dayanışmanın bir biçimi olarak düşünülmesi de mantıksızdır. İlişki tersten kuruluyor. Destek ve dayanışma devrimci mücadelenin bir biçimidir, devrimci mücadele destek ve dayanışma eyleminin bir biçimi olamaz. Bir mücadelenin kendi kendisiyle dayanışma içinde olması nasıl mümkün olabilir? Diğer yandan “doğrudan destek eylemleri, silah ve askeri eğitim dahil maddi yardım”ın kime hangi amaçla yapılacağı da belirtilmemiş. Kendi kendisine mi yine?! Anlaşılmaz değil ama söz konusu Y. Yıldırım olunca altından “yeni” ne çıkacağını nasıl bilebiliriz? Evet Y. Yıldırım’ın “yeni dönem” incileri böyledir!
Proleter enternasyonalizm anlayışı, ezilen ulusların kurtuluş hareketleri ve mücadeleleri ile ilişkiyi dışlamaz ve olumsuzlamaz. Ulusal kurtuluş hareketleriyle ilişki ezilen ulusların devrimin bir müttefiki olmasından dolayı ne dönemseldir ne de taktiksel. Lenin bunu açıkça ve ayrıntılı şekilde ifade etmiş, geliştirmiştir. Bu bakımdan emperyalizm ve proleter devrimler çağında geçerliliğini, temel önemini koruyan bu anlayış ulusal hareketlerle ilişkilenmede yol göstericidir. Dolayısıyla bu anlayışta ne temel bir değişiklik söz konusudur ne de Y. Yıldırım’ın sandığı gibi Lenin’den sonra gerçekleşen pratikler bu anlayıştan bağımsızdır ve onda niteliksel bir sıçramaya yol açmıştır.
Devrimden önce de esasen sonra da Sovyetler Birliği ve Çin dünyanın her yerindeki devrimci mücadeleyi, partileri her bakımdan geliştirmeyi proleter bir anlayışla görev bilmiştir. Yazımızda Sovyetleri ve Çin’i proleter enternasyonalizmin en ileri örnekleri olarak savunuyoruz. Kore ve Vietnam devrimlerinin savunulmasındaki pratikleri yine böyle değerlendirip yüceltiyoruz. Y. Yıldırım ise bunları savunmamışız, söylememişiz gibi örnek veriyor, bunları olumsuzladığımızı iddia ediyor. Bu saçma ve yersiz iddiaya Y. Yıldırım’ın kavrayış sorunu deyip geçebiliriz. Ama onun bu kavrayış sorunu İspanya iş savaşı örneğini tartışırken de karşımıza çıkıyor.
ENTERNASYONAL TUGAYLARI DEĞiL REViZYONiZMi SUÇLADIK!
Yıldırım esasını bir tarafa atarak eleştirmeye kalkıştığı “gerçek enternasyonalizm” anlayışını, yazımızdan bir başka alıntıyı, -hakkını teslim edelim bu kez sadece anlamını eksilterek ama cümleyi “bozmadan” konu ederken de yine eksik ve yanlış kavradığını gösteriyor. Konu İspanya iç savaşı… Bu savaşa Komintern “Enternasyonal Tugaylar” oluşturarak katılma kararı alıyor. Eleştirdiğimiz, eksik ve yanlış dediğimiz bu karar değil. Neyi eleştiriyoruz? Kendi ülkelerindeki başarısızlığı göstererek İtalyan, Alman vb. ülke KP’lerinin gerçek enternasyonal olamamalarını. Enternasyonalizmi tugaylarla sınırlamanın gerçek enternasyonalizmi kavramamak olduğunu söylüyoruz. Kendi ülkelerindeki başarısızlık onların başka ülkelerdeki destek eylemlerini ve faaliyetlerini de yenilgiye mahkum etmişti. Şöyle sorarsak eleştirimiz anlaşılabilir ve belki uygun bir değerlendirmeye-yoruma kavuşur. Bu tugaylar İspanya’da faşizmi yenmek için kuruldu fakat faşizm yenilmedi, aksine tüm Avrupa’da ilerleme gösterdi. Aslolanın “kendi ülkelerindeki devrimci hareketi ve devrimci mücadeleyi geliştirmek” olduğunu Almanya’da, İtalya’da, Fransa’da, İngiltere’de ve diğerlerinde gerek faşizmin gerekse de burjuva demokrasisinin yetkinleşmesi karşısındaki başarısızlıkta gördük. (Sovyetler Birliği ise kendi ülkesindeki devrimci mücadeleyi/hareketi geliştirmeyi esas aldığı yani “milli sınırlara hapsolduğu” halde faşizmin dünyadaki ilerleyişini durdurdu ve yenilgisini sağladı) Y. Yıldırım olgunun bu kısmını, bu esas sorunu tartışmıyor. O İspanya iç savaşına katılan başka ülke komünistlerinin enternasyonalizmin doruk noktalarından birini temsil ettiğini vurgulamakla yetiniyor! İspanya iç savaşına katılan başka ülke komünistlerinin faşizme karşı tavrı bizim için de tartışılmazdır ancak enternasyonalizmin buna indirgenmesi yanlıştır. Mücadele her yerde sürüyordu. Almanya’da, İtalya’da, Fransa’da, İngiltere’de… Ne oldu buralarda? Tüm Avrupa’da süreç nasıl geliştir? Devrimin şartları oluştuğu halde Avrupa’nın komünist partileri neden devrimden çekindiler? Örneğin YKP, (Yunanistan Komünist Partisi) FKP (Fransa Komünist Partisi) ülke yönetimini neden burjuvaziye terk etti? İngiltere’de komünistler neden güçlenemedi? Elbette bu soruların yanıtı basit biçimde ve olasılıkla Y. Yıldırım’ın beklediği gibi “enternasyonal tugay oluşturdukları için” değildir. Hayır bu partilerin birçok zaafından, yanlışından bahsetmek gerekir. Ve bir sonuç olarak enternasyonalizmi başka ülkelere savaşçı göndermeye indirgeyen, bununla sınırlayan, kendi devrim sorumluluğunu kavramayan partilerin bu kavrayışını eleştiriyoruz. “Enternasyonalizmin doruk noktalarından biri enternasyonal tugaylardır” görüşü bu tugaylara katılmış partilerin kendi ülkelerindeki devrim süreçlerini, devrim anlarını nasıl kaçırdıklarını, ülkelerindeki burjuvaziyle anlaşarak devrimleri nasıl ötelediklerini tartışmamayı içerdiği oranda gerçek enternasyonalizmin kendi ülke devrimlerini geliştirmede özverili çalışma olduğunu örttüğü oranda yanlıştır, hatta laf kalabalığıdır! Daha açık belirtelim: Enternasyonal tugaylar kurulması kuşkusuz, tartışmasız “enternasyonal” bir düşüncenin sonucudur. Ancak bu enternasyonal düşüncenin özü komünist hareketi dünya çapında geliştirmektir ve bu öz her komünistin “kendi ülkesi”ndeki devrimci hareketi geliştirmedeki özverili çalışması ile başlar ve genellikle bu zeminde gelişir/gerçekleşir. Komünist bir tavrın her yerde “kendi ülkesi”nde de enternasyonal olduğu kavranmalıdır. Enternasyonalizm denilince aklımıza “başka ülkelerdeki devrimci mücadeleye katılmak” gelmemelidir; enternasyonalizm bunu da kapsamakla beraber komünist mücadelenin nerede olursa olsun kendisidir! Biz Türkiye devrimini dünya devriminin bir parçası olarak gerçekleştireceğimiz görüşündeyiz! Tartışmamızın, görüşümüzün özü ve aslında tamamı budur!
Yıldırım Alman ve İtalyan komünistlerinin İspanya iç savaşından önce yenildiklerini belirterek “enternasyonal tugay” kurulmasının bu yenilgilerde payı olmadığını açıklamış. Açıklama doğru, ancak bunun savunduğumuz görüşe karşı ileri sürülmesi doğru değil. Alman ve İtalyan KP’lerinin ülkelerindeki devrimci hareketi ve mücadeleyi özverili bir çalışma ile geliştirememeleri, politik yanlışları birçok kez savrulmuş olmaları, onların yenilgilerinin asıl nedeni olarak görülüp “enternasyonal”in tam da burada kaybettiği söylenmelidir. Sovyetler Birliği sosyalizmi inşa ederek aynı zamanda tekelci emperyalist burjuvazinin faşizmi kurarak yakınlaştırdığı büyük saldırıya hazırlanarak, ÇKP kendi ülkesindeki devrimci mücadeleyi geliştirerek yani Y. Yıldırım’ın tanımıyla “devrimci milliyetçilik” yaparak hem Sovyetler Birliği hem ÇKP “gerçek enternasyonalizm”i başarıyla uyguladılar. Y. Yıldırım görüşlerimizi bu çerçeve içinde yeniden ele almalıdır.
Enternasyonal tugayları karaladığımızı iddia eden Y. Yıldırım, düzenlediği gösteri ve grevleri FKP’nin ileri yanının bir göstergesi olarak sunarken FKP dahil ikinci enternasyonal partilerinin sosyal-şoven ihanetinin üzerini de örtüyor. FKP’nin sömürge siyasetinde burjuvazinin yanında saf tutmasını unutturuyor. Grev ve gösterilerin, enternasyonal tugaylar da yer almanın onun günahlarını bağışlayacağını sanıyor. Sovyetler Birliği’nin İspanya devrimci iç savaşında sosyal-şoven partilerden farklı olarak devrimci çizgiyi temsil eden KP’yi desteklediğini görmezden geliyor. Sovyetler Birliği, komünist partisiyle diğerleri arasında ayrım yaptı. Ve proleter çizgiyi, mücadeleyi temsil eden partiyi güçlendirmeye çalıştı. Sovyetler Birliği’nin enternasyonalizmi proleter tarzda ele alışı ile FKP ve diğer sosyal şoven partilerin burjuva tarzda ele alışı belirleyici bir ayrımdır. Y. Yıldırım ise bu ayrımı konu etmiyor, görmüyor. O meseleye “hepimiz kardeşiz” diye yaklaşıyor, sınıfların çıkarlarının bu olaylarda nasıl somutlaştığını, somutlaştırılacağını bilemiyor ve proletaryanın devrimci çıkarlarını öne çıkarmıyor.
DEVRiM iHRACI ENTERNASYONALiZM DEĞiLDiR
Yıldırım’ın bir başka iddiası da proleter enternasyonalizm anlayışımızın kızıl ordunun rolünü olumsuzladığına dairdir. Biz ise onun proleter enternasyonalizmi gibi kızıl ordunun bu rolünü de anlamadığını görüyoruz.
Kızıl ordunun rolü birincisi proleter enternasyonalizm anlayışına aykırı değildir; ikincisi çok özel bir durumla ilgilidir ve Y. Yıldırım bunları anlamamıştır. Mesela o kızıl ordunun neden sadece savaş sırasında ve işgal nedeniyle bu rolü oynadığını ama savaştan, işgalden önce veya sonra neden aynı şeyi yapmadığını açıklamıyor.
Faşist Almanya başka ülkeler gibi Sovyetler Birliği’ni de işgale giriştiğinde kızıl ordu faşsit nazi ordularına karşı direnmiş ve onları yene yene Berlin’e ilerlemiştir. Kızıl ordu dünyada faşizme karşı devrimci direnişin meşru odağı, temsilcisi kabul edilmiştir. Nazileri Sovyetler Birliği’nden söküp attıktan sonra Berlin’e kadar ilerlemesi özel bir durumun sonucudur. Bu anlamıyla ilerlediği yerlerde devrimin, devrimci iktidarlarının gelişimini sağlamayı esas alması da çok doğaldır. Tamamen özel bir durumun, dönemin ürünü olan bu örnek bir kural haline getirilip esas alınamaz. Kızıl ordunun aynı tutumu neden savaş dışında yapmadığı düşünüldüğünde bu görüşümüz anlaşılacaktır. Mesela kızıl ordu Berlin’e kadar ilerledikten sonra ne yapmıştır? Her bir ülkenin devrimi oradaki KP’lerin sorumluluğuna bırakılmıştı. Esas olan da budur. Örneğin; Çin, Japon işgalcileri söküp attıktan sonra Japonya’ya kadar ilerlememiştir. Özel nedenleri olmakla beraber bu istisna olanın kural haline getirilemeyeceğini bize gösterir. Her olay ve olgu kendi koşulları içerisinde değerlendirilmelidir.
Burada sözü edilenler devrimlerini yapmış ülkelerdir. Kızıl ordunun bütün bunları yapabilmesinin nedeni her şeyden önce kendi devrimini gerçekleştirmiş olmasıdır. Ancak bu durumda diğer ülkelerdeki devrimci hareketlere, iktidarlara yeterince yardımcı olabildi. Nazi ordusu Sovyetler Birliği’ni işgal edene kadar kızıl ordu diğer ülkelerde bu kapsamda aktif bir rol almamıştır. Sovyetler Birliği’nin savunulması esas alınarak diğer ülkelerle devrimci güçlerin/direnişin örgütlenmesine katkıda bulunulmuş ne zaman ki Naziler işgalle iktidarlarını kurmuş ve Sovyetler Birliği’ne saldırmıştır, o zaman kızıl ordu Nazileri yenilgiye uğratarak Berlin’e kadar ilerlemek zorunda kalmıştır. Y. Yıldırım’a göre kızıl ordu pekala orada kalıcı olabilir, daha ileri de gidebilir. Ve bunu enternasyonal bir görev olarak ilan edebilirdi! Bunlar olmadığına göre o kızıl ordunun enternasyonalizmi eksik kavradığını görevi yarıda bıraktığını ve sınırlarına çekilerek milliyetçiliğe hapsolduğunu iddia ediyor mu? Etmiyor. Peki bunu sorgulaması gerekmez mi? Sorgulamıyor, çünkü ne savunduğunu farkında değil!
Kore Devrimi’nin savunulmasında esas olan nedir? Esas olan destektir, KİP’in (Kore İşçi Partisi) desteklenmesidir. KİP’in yerine ve ona rağmen devrimde esas özne rolü oynanmamıştır. Kosova ile ilgili örnek de durum da benzer bir özelliğe sahiptir.
Bu örneklerin hepsinde devrimlerini gerçekleştirmiş ülkelerin kızıl orduları diğer ülke devrimlerinin maruz kaldığı işgal vb. saldırılara karşı devrimleri savunmak amacıyla hareket etmiş, destek sunmuşlardır. Bunlar ancak böylesi özel nedenlerle, özel koşullarda gündeme gelmiş ve elbette geçici, sınırlı olmuştur. Kalıcı, esas rol oynamak, oralardaki KP’nin yerine devrimi sürdürmek söz konusu değil. Bu yüzden biz kendi ülke devriminin esas alınmasını savunurken onun diğer ülke devrimlerinin savunulmasında da bir merkez haline gelebileceğini söylüyoruz ve Çin devrimiyle bunu örneklendiriyoruz. Y. Yıldırım’ın bizi olumsuzlamaka, yanlışlamak için verdiği örnekler ve yaşanan pratikler bizim proleter enternasyonalizm anlayışımızı değil onun anlayışını yanlışlıyor. O her yerde her zaman Berlin’e kadar ilerleyen kızıl orduyu, Kore Devrimi’nin savunulması pratiğindeki gibi asker gönderilmesini görmek istiyor.
Bu koşulları, bu iki farklı durumu tamamen savaş, işgal gibi özel nedenlerle gündeme gelen pratikleri kural olarak esas alınca kuralın kendisi ile karşılaştığında afallıyor, meseleyi emperyalizm tehditi ile açıklamaya çalışıyor. “Yeni sömürgecilik” dediği dönemde benzer özelliklerin yaşanmamasını kendi kavrayışının yanlışlığı olarak değil proleter enternasyonalizmin “dar milliyetçi” eksikliği olarak görüyor. Enternasyonalizmin tek ve esas biriminin her zaman her yere kızıl ordu ile ilerlemek olduğunu sanıyor. Her seferinde koşulları kendine yani subjeye uydurmaya çalışıyor.
Rojava’yı ele alışla da aramızdaki fark kendini çok net gösteriyor. Biz ulusal demokratik mücadelenin ve hareketin demokratik taleplerini, savaşa, ilhaka karşı mücadelesini desteklemeyi, bununla da sınırlı kalmayıp tam hak eşitliği temelinde özgürce ayrılma hakkını koşulsuz şartsız savunmayı devrimci bir görev biliyoruz. Bu çerçevede oradaki devrimci-demokratik mücadele ile dayanışma içinde olduk, yetersiz de olsa bu mücadelenin başarısı için çalıştık, IŞİD’e karşı mücadelenin bir parçası olduk vs. Diğer yandan şunu da asla unutmadık: Reformist nitelikli burjuva bir hareketin başından itibaren belirleyici olduğu ve oraya giden hareketlerin de ona tabi olduğu bir durumda esasa damgasını vuran devrimci bir hareket ve çizgiden bahsedilemez. Zaten oradaki hiçbir hareket bunu örgütleme amacı ve potansiyeli de taşımamaktadır. Dolayısıyla bu anlayışımızın/politikamızın proletarya enternasyonalizminin esas değil tali bir yanını oluşturduğunu, esas olanın kendi ülkesinde devrim olduğunu söylerken ne bu devrimci dayanışmadan geri adım atıyoruz ne de proletarya enternasyonalizmini esasen bu biçimde kavrıyoruz. Biz HBDH’yi amacı, programı vb. her bakımdan ulusal hareketin hegemonyasında proleter yönelimi, çizgisi olmayan haliyle proletarya enternasyonalizmini içermeyen, temsil etmeyen bir birlik olarak görürken, kendi başına ulusal reformist harekete ne bu misyonu yükleriz ne de onunla ilişkimizi proleter enternasyonalizmi olarak tanımlarız. Lenin’in de belirttiği gibi (gerçi Y. Yıldırım bunu o dönem için doğru bulup bugün koşulların yeni bir biçim dayattığını söyleyerek proleter karakterini anlamsızlaştırsa da) kendi ülkende devrimci hareketi ve mücadeleyi yükseltmeyi ve diğer tüm ülkelerde istisnasız ve sadece böyle bir mücadeleyi, çizgiyi desteklemeyi (sömürgeler dahil) esas alırız. Ne Rojava’da böyle bir hareket ve çizgiden ne de oraya giden hareketlerin böyle bir niteliğe sahip olduğundan bahsedebiliyoruz.
“BAŞARI”YI SORGULAMADAN KILAVUZ EDiLEN PRAGMATiZM
Yıldırım “güncel bazı örnekler” başlığı altında İslami hareketlerin uluslararası birleşik mücadele ile geçici de olsa başarılı olmalarını bu mücadele için mevcut koşulların uygunluğuyla açıklıyor. Dolayısıyla bizim de aynı koşulları proletarya enternasyonalizmi lehine birleşik devrim için kullanmayı reddedişimize anlam veremediğini açık ithamlarla ifade ediyor…
İslami hareketlerin bahsedilen özelliği bugün bu döneme ait değildir. Müslüman Kardeşler’in “uluslararası birleşik mücadelesi” eskilere dayanmaktadır. Ve model olarak birçok hareket ve akım tarafından irdelenmiştir. Y. Yıldırım bir kez daha gerçekliği irdelemeden kendisine parlak görünen şeylerin verdiği heyecanla tartışmaya çalışıyor. Bölgesel devrim olasılığını kategorik olarak reddetmediğimizi açıkladık. Bununla beraber İslami hareketlerin başka ülke halklarının kaderine dışarıdan müdahale karakterinde olan, daha açık söylersek işgal niteliğindeki “uluslararası birleşik mücadeleleri” bizim için örnek olamaz. Ve “uluslararası birleşik mücadele”nin olanaklarına dair bir veri içeremez. Y. Yıldırım gerici bölge devletlerinin, emperyalist devletlerin desteği ve yönlendirmeleriyle “başarı” sağlamış bu hareketlerin gerçekte neleri başardığına bakarsa kendisini heyecanlandıran olanakların veri olamayacağını anlayabilir.
Genel olarak İslami hareketlerin gericiliklerine, halkların çıkarlarına aykırı amaçlarına rağmen bölgesel, birleşik mücadele yoluyla başarılar elde etmesini bize nesnel bir veri olarak sunabilen Y. Yıldırım’ın enternasyonalizm konulu bir tartışma içinde buna değinmiş olması ayrıca kötü bir şaka gibidir. Çünkü konu «bölgesel devrim” veya “birleşik devrim” değil enternasyonalizm olduğu halde Y. Yıldırım kendisinin de açıkça vurguladığı gibi enternasyonal olamayacak bir hareketi “güncel örnek” olarak sunuyor. Aslında “bölgesel devrim” veya «birleşik devrim”in enternasyonalizm dışında bir konu olduğunu kabul ediyor. Elbette “bölgesel veya birleşik devrim” enternasyonal anlayış içinde konu edilebilir ama bu devrimleri enternasyonalizm anlayışının somutlukları olarak öne sürmek doğru değildir. Y. Yıldırım “uluslararası birleşik mücadele” vermiş İslami hareketlerin enternasyonal olmadığını, olamayacağını vurgularken biçimle “neredeyse” aynı şeyi söylemiş olmaktadır: yani enternasyonalizm başka ülkelerde devrime kalkışmak değildir; enternasyonalizm dünya çapında bir devrim mücadelesinin veya böyle bir hareketin parçası olabilmektedir; bölye bir anlayışa ve tavra sahip olabilmektir ve dahası, Lenin’in çok basit ve her zaman için doğru olan ifadeleri gibi “kendi ülkesinde devrimci hareketi ve devrimci mücadeleyi geliştirmede özverili çalışma, istisnasız tüm ülkelerde aynı böyle bir mücadeleyi aynı böyle bir çizgiyi ve sadece böyle bir çizgiyi (propaganda yoluyla manevi ve maddi yardım yoluyla) desteklemek” tir!
YILDIRIM iBRAHiM’i KAVRAMADAN ÖRNEK ALIYOR!
“Sonuç yerine” diyerek yazısının son bölümünde ithamlarını yalan yanlış tekrarlıyor Y. Yıldırım. Bunlara yeterince açıklık getirdik. Fakat Y. Yılıdırım bu son bölümde İbrahim’i de kavrayışısızlığına kurban edip “değişik durumlar değişik politikalar” gerektirdiği halde bunu ihmal ettiğimizi ileri sürerek bizi son bir açıklamaya zorunlu bırakıyor.
Yıldırım İbrahim yoldaşın “Kuzey Kürdistan’da devrim ağır basar ama Türkiye’de geri kalırsa, ayrılmayı desteklemek gerektiğini” belirttiğini hatırlatıyor ve değişik durumlarda değişik politikaların geliştirilmesi anlayışının teorik temellerimizi aldığımız İbrahim’de olduğunu ama bizim değişen durumu görmediğimizi, 100 yıl önceki Lenin’e sığınıp değişimleri incelemediğimizi ileri sürüyor.
Süreçleri izleme, değişimleri analiz etme, politikada yetkinlik vb. konularda özeleştirel olmamız gerektiğini birçok kez kabul ettik. Başarısızlığımız hiç tartışmasız bunlarla ilgilidir. Fakat Y. Yıldırım’ın biçimdeki ve oportünist tezlerine dayanak olarak sunduğu “değişik durumlar değişik politikalar” anlayışına mesafeli olmayı sürdüreceğimizi vurgulayalım.
Yıldırım buraya kadar olan eleştiri ve değerlendirmelerinde olduğu gibi burda da İbrahim’in “değişik durumda değişik politikası”nı örnek verirken de politikanın, bakış açısının özünü, ilkeleri ele almıyor, görmüyor. Oportünizmin bilindik tarzını uyguluyor. İbrahim yoldaşın tam bir berraklıkla ortaya koyduğu bir yaklaşımı revizyonist “birleşik devrim” anlayışı için desteğe dönüştürüyor.
İbrahim’in dediğine bakalım: “… Ülkemizde gelişen komünist hareketin Kürdistan”da köylüler arasında hızla kök saldığını, toprak devrimi mücadelesinin hızla gelişip yayıldığını, devrimci hareketin Kürdistan bölgesinde, Batı bölgesine nispetle daha hızlı geliştiğini düşünelim. Bu şartlar altında Kürt bölgesinin Türkiye sınırları içinde kalması, bu bölgede sadece hakim Türk ulusunun burjuva ve toprak ağalarının devletinin çıkardığı engellerle devrimin kösteklenmesine vs. yol açacaktır. Veya Kürt bölgesinde çeşitli alanlarda Kızıl Siyasi İktidarların doğduğunu düşünelim ve Batı’da devrimin çok daha yavaş bir tempoyla geliştiğini düşünelim. Bu şartlar altında yine, Türk hakim sınıflarının ve bunların devletinin baskısı Doğu’da gelişen devrimi geciktirecek, köstekleyecektir. Bu taktirde Doğu’nun ayrılması, devrimin gelişmesini hızlandıracak, güçlendirecektir. Bu durum Batı ve Doğu’daki devrimin gelişmesini de hızlandırarak, Ortadoğu’nun diğer ülkelerindeki devrimin gelişmesini de elbette etkileyip hızlandıracaktır. Böyle bir durumda hangi milliyetten olursal olsun, sınıf bilinçli Türkiye proletaryası Kürt milliyetinin ayrılmasını, Kürdistan’da hızla gelişen devrimin daha hızlı gelişme imkanlarına kavuşmasını ister ve savunur.” (İ. Kaypakkaya, Seçme Yazılar, sf. 143, 2012, Umut Yayımcılık)
İbrahim “Türkiye›nin Sınıf Bilinçli Proletaryası, Kürt Milletinin Ayrılmasını Ne Zaman Destekler, Ne Zaman Desteklemez?” başlığı altında, faraziye dayanarak komünist hareketin ulusal sorunun çözümüne dair “genel politika”sını ortaya koyuyor. Y. Yıldırım bu faraziyedeki kavramlara hiç dikkat etmiş midir bilmiyoruz. Fakat bizimle karşı karşıya getirmeyi umduğu İbrahim’in tarzındaki bakış açısını tartışmamızda es geçtiği hemen görülüyor. İbrahim T. Kürdistanı›ndan söz ediyor dolayısıyla milli sınırlar”ı aşan bir devrim anlayışı, dört parçaya bölünmüş Kürdistan’da “birleşik devrim” anlayışı/öngörüsünden söz edilmiyor. İbrahim “ülkemizde gelişen komünist hareketin Kürdistan’da (T. Kürdistanı)… kök saldığını… devrimci hareketin hızla geliştiğini düşünelim” diyor dolayıısyla devrimi komünist hareketin önderliğinden bağımsız bir süreç olarak, örneğin “devrimin birleşik önderliği” veya “devrime önderlik için herkesin birliği” gibi revizyonist devrim ve önderlik anlayışlarına tamamen uzak olduğunu gösteriyor. İbrahim “Doğu’da gelişen devrimi geciktirecek, köstekleyecek” devletini baskısını azaltacak ayrılmanın bölgesel düzeydeki devrimi de hızlandırabileceğini belirtiyor dolayısıyla “tek ülkede devrim”in askla milliyetçi devrimcilik olarak yaftalanamayacağını, KP önderliğindeki bir “Doğu Devrimi”nin dahi enternasyonal karakterde olacağını göstermiş oluyor.
Bu bir paragrafta dahi Y. Yıldırım’ın tüm oportünist-revizyonist teorisinin kökten reddi vardır. Kuşkusuz bunu görebilmek için sınıflar mücadelesine proletaryanın sınıf çıkarları açısından, sınıf bilinçli proleterler cephesinden, MLM’nin tezleri, ilkeleri ışığı altında bakabilmek gerekir. KP’leri enternasyonal proletaryanın “ulusal/ülkesel seksiyonları” olarak kavramaktan uzak, burjuva milli devletlerin kapitalist dünyanın tipik devlet biçimi olduğunu dolayısıyla mevcut sınırların “suni” değil gerçek olduğunu, sınırların devlet egemenliğini tanımladığını anlamaktan uzak bir tutumla devrimi ancak faraziye dayanan bölgesel devrime odaklamak yanlıştır. KP’ler kendi ülkelerindeki devrime önderlikten sorumludurlar. Bunu başarabildikleri durumda bölgesel devrimi ve kuşkusuz dünya devrimini de etkilemiş, hızlandırmış olurlar. Devrimlere önderlik eden KP’ler devrimleri gerçekleştiren kitlelerin neleri başarabileceklerini, devrimlerin hemen her zaman sınırları aştığını, kitlelerin önlenemez coşkusunun halklar arasında hızla yayıldığını birçok kez deneyimledik. Eminiz ki aynı deneyimi gelecekte daha büyük ölçekte yaşayacağız!.. Y. Yıldırım ise gerçeklere sınıf bilinçli proletaryanın bakış açısıyla yaklaşmadıkça sadece gerçeklerin onu oraya buraya savurduğuna tanık olacaktır.
Komünistler bölgelerindeki veya dünyadaki hiçbir devrimci mücadeleye, harekete kayıtsız kalmazlar. Bu mücadelenin, gelişmesi için de her türlü çabayı, desteği sergilerler. Önemli olan bunu her bir ülkenin devriminin esas sorumluluğunun o ülke KP’sine ait olduğunu bilerek yapmaktır. Kendi esas sorumluluğunun “baş düşman kendi ülkendedir” anlayışıyla “önce kendi burjuvazisiyle hesaplaşmak” olduğunu unutmamasıdır. Bu anlayış ne bölgesel devrim olanağını ne de ulusal hareketlerle ilişkilenmeyi reddeder. Çünkü biz esasen büyük merkezi devletlerden yanayız, sosyalist cumhuriyetlerin en geniş, en eşit birlikteliğini savunuyoruz. SSCB bizim için büyük değerde bir örnektir. Tek ülkede devrimin bölgesel sosyalist cumhuriyetler birliğinin engeli değil de lokomotifi olduğunun en güzel örneğidir o. Tek ülkede devrim sadece tek ülke ile sınırla kalmaz, kalmamıştır. Onun bölgesel düzlemde de dünya çapında da enternasyonal bir misyona ve içeriği sahip olduğunu kavramamak onu şekilsel kavramaktır, onun kendinde barındırdığı enternasyonal özü görememektir.
*Bu yazı Ocak 2019 tarihli Partizan dergisinin 91. sayısında yayımlanmış olup, “Enternasyonalizm Biçimi Tarihsel Döneme Göre Değişir” başlığıyla “Gerçek Enternasyonalizm Nedir?” başlıklı yazı ile yapılan polemiğe cevap olarak yazılmıştır.