“Kendiniz Olun, Eğer Fazlası Olmaya Çalışırsanız Bir Hiç Olursunuz” Shakespeare
Henüz 15 yaşındaydı devrimci olmaya karar verdiğinde, kimisine göre henüz çocuk, kimisine göre boyundan büyük işlere heves etmiş bir ergendi. Sivilcelerini dert edip, platonik aşkını düşünen, çakıllı sahada top koşturması beklenen yaştaydı devrimci olduğunda. İşte BİZİM DENİZ’di bu. Henüz şekillenmemiş yüz hatları, çıkmamış sakalları ve kıvır kıvır saçlarıyla ortaokulda örgütlenme çalışmalarına başlamıştı. Bizim coğrafyamız erken büyütüyordu çocukları. Elbette havasından, suyundan ve toprağının bereketinden gelmiyordu bu erken büyüme. “Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların zaruri neticesi” ve bunun yarattığı acımasız çoraklıktı çelişkileri erken yaşta olgunlaştıran.
Kaşık sallanan çorbanın azalması, boyundan büyük boya sandığının omuzlanmasını getirirdi.
Annesinden duyduğu ve sokakta arkadaşlarından öğrendiği “başka” dilden kelimelerin yasaklı olduğunu öğrendi devlet dersinde.
Her şeyi alma “özgürlüğünün” olduğu sistemde, pek çok şeye paralarının yetmediğini ailesini üzmemek için isteklerini söylememeyi benimsedi.
Buna tezat, susmayıp hakkını isteyenlerin, greve giden işçilerin, ay sonunu getiremeyen emekçilerin sokakları doldurduklarında “gocuklu celebin” sopasının acımasızca sallandığını gördü.
Egemen olan ve dayatılan dinin “oku” diyen buyruğunun, devletin beka sorunu olarak gördüğü kitaplar için geçerli olmadığını anlaması uzun sürmeyecekti.
Mahallelerde “bilinmeyen dilin” konuşulduğu evler hızla artarken, o evlerden eksilenlerin çokluğu ve mezarlarının dahi bilinmediğini öğrenmesi uzun sürmeyecekti.
Mahallesinin dışına çıktığı, başka şehirde ve başka insanlarla tanıştığında “inançlarını” köşe bucak gizlemesi ve ağzını sıkı tutması gerektiği annesi-babasından aldığı ilk öğüt olacaktı.
Tüm bunların tam ortasında çocuk olarak kalmanın olanaksızlığıdır 15 yaşında devrimciliği tercih etmek. Kuşkusuz BİZİM DENİZ toplumun bağrında büyüyen çelişkileri tek fark eden değildi. Ancak bu çelişkileri görmekle yetinmeyip o çelişkileri ortadan kaldırmak için mücadele etmeyi tercih eden olacaktı. BİZİM DENİZ’in kavganın okyanusunda damla olma mücadelesi işte böyle başladı.
BİZİM DENİZ 15 yaşında dünyayı değiştirme davası için kolları sıvadığı andan Dersim’de ölümsüzleşene kadar hayatının her anına devrimcilik, parti ve geleceği kazanma iddiası damgasını vurdu. O, 15 yaşında yola çıktığında son nefesini verene kadar kavgasının, partisinin, umudun peşinde hangi yollardan geçeceğini kuşkusuz bilmiyordu. Ancak BİZİM DENİZ partisinin uzun süreli savaş stratejisinin gereği olan şekillenişe ilk andan itibaren girmeyi başardı. Son nefesini verene kadar tam 22 yıllık devrimci hattının her bir anını ilmek ilmek ördü, bir an dahi sürecini kesintiye uğratmadı ve kendi tarihini bilinçli bir şekilde ve amaçlarını izleyerek örgütledi.
BİZİM DENİZ büyük bedel gerektiren bir yola çıktığını, önüne çıkan sorunları çözme iradesi göstererek, zorluklar karşısında beyaz bayrak dalgalandırmayı değil kızıl bayrağı daha yükseklere taşıma çabasıyla tam 22 yıllık bir komünist yaşamı var etti.
BİZİM DENİZ, devrimin uzun bir koşu olduğunu öğrenerek, kavrayarak soluğunu topladı, şekillenişini aldı. Devrimin en güzel 100 metresini başka bir DENİZ koşmuştu. BİZİM DENİZ en güzel 100 metre iddiasında değildi ama en iyi, en istikrarlı ve en kararlı şekilde koşmakta netti, berraktı. BİZİM DENİZ’in payına en zor, en çetrefilli, en ağır koşullarda uzun bir maraton koşmak düştü. O, bu kadar uzun bir maraton koşacağını düşünmüyordu henüz 23 yaşında gerillaya katıldığında. Bildiği bir şey vardı dövüşerek, silah elde, partisine mutlak bir bağlılık, davasına şaşmaz bir inançla ölümsüzleşecekti. Kavganın töresi buydu. Gerilla olmanın gereği buydu.
BİZİM DENİZ, henüz Deniz olmadan önce komsomolun MERİNOS’uydu. Sessiz, çok dinleyen, anlamaya çalışan, örgütçülüğü ile öne çıkan, yoldaşlarıyla güçlü bağlar geliştiren bir yapıya sahipti. Sakindi, sanki erken büyümüştü Merinos. Durgun bir nehir görüntüsünün altında, dip akıntısı güçlü olan bir aldatıcılığı vardı. Mücadele içinde bu derinliklerde ki özellikleriyle şekillendi. Henüz Merinosken BİZİM DENİZ sessizliğinin aldatıcı olduğunu, güçlü bir kavrayış, derin bir analiz yeteneği olduğunun açığa çıkması uzun sürmedi. Örgütlü konumlanışını sürekli ileriye taşımayı, kesintisiz sürdürmeyi sağlıyordu bu yapısı. Önce Tarsus’u hızla örgütledi ve alan örgütlülüğünü genişletti. Mahalle mahalle, köy köy komiteleştirdi alanı. İlişki ağlarını, örgütlü yapıyı o güne o kadar olan sınırlarının dışına taşımanın önderliğini yaptı. Daha sonra Çukurova Bölge Komitesine atandı ve Hatay’da örgütlenme çalışması için üniversiteyi kazanmakta zorlanmadı. Kısa süren Hatay çalışması sonrası önüne yeni görevler çıktı ve onları omuzlamaktan da geri durmadı. Bizim Deniz, Komsomolun seçkin bir kadrosu olarak artık mücadeleyi omuzluyordu. Komsomolun savaşa göre şekillenen yönelimi içinde en iştahlılarından, en öne çıkanlarından biri olarak kendini göstermesi 2. Kongre öncesi ve hemen sonrasında daha fazla yoğunlaştı. Mücadeleye, örgüte katılım düzeyine adeta yeni bir nitelik katıyordu MERİNOS. DENİZ’leşmeye doğru hızlı adımlar yetmiyor, koşar adım ilerliyordu.
2006 yılında zor ve sıkıntılı bir dönemde, DENİZ’leşmeye dair atacağı adımı kesintiye uğratmadı. O artık gerillanın DENİZİ, BİZİM DENİZ’di. Gerillanın sancılı bir döneminin içindeydi. Gerilla alanına önderlik edenlerde başlayan çürüme, DENİZ için Halk Savaşı’nın daha iyi nasıl yürütülür hesaplaşmasına ve önderleşmenin gerekliliğine yönelik çelişkiler içinde pişmesine zemin hazırladı. Gelişiyor ve ilerliyordu savaş içinde. Komutanlık kumaşı artık belirgindi. Parti sorunları karşısında duyarlılığı ve sahiplenişi yetkinleşiyordu. 2009 yılında gerillanın Deniz’i artık parti üyesi olarak partisinin DENİZ’i olmuştu.
Bizim Deniz, düşmana öfkeli yoldaşlarına ve halkına şefkatli ve sevecendi. Yoldaşlarının kayıplarını ruhunda benliğinde hisseden, onun yarattığı olumsuz ve olumlu etkilere en açık olan özellikleri vardı. 2011 yılında beş kadın yoldaş ölümsüzleştiğin de, Sefagül yoldaşın “Herkes işine baksın” talimatı tüm yoldaşlarının olduğu gibi onunda kafasına, ruhuna kazınmış bir talimat oldu. Bölge Komutanlığını omuzladı. Artık sorumlulukları daha büyük, yol daha karmaşık ve ölümü göze alırken savaşı daha gelişkin hale getirme zarureti daha yakıcıydı. Korkusuzluğu kuşanırken savaşa dair kaygıyı, endişeyi, sorumluluğu daha fazla hissetmesi lazımdı. BİZİM DENİZ kuşandığı korkusuzlukla tüm bu sorumlulukları üstlendi.
BİZİM DENİZ, uğursuz, pervasız ve acımasız bir zamanın içinde Eylül’de Nubar ve Rosa, Ekim’de Özgür ve Asmin’in kaybını yaşadı. İlk defa gelmiyordu böylesi şeyler başımıza. Beşlerde, üçlerde, 12 lerde, altılarda, ikilerde ve henüz Şerzanımızın gidişinde deneyimliydik. Uğursuz Eylül ve Ekim’de Politik önderi Nubar’ı ve Halefi olan Komutanı Özgür’ü kaybetmişti. Yine büyük bir sorumluluk omuzlarındaydı BİZİM DENİZ’İN. Düşmanın büyük bir kuşatması altındaydı HALK SAVAŞIMIZ. Tüm pusatlar donanılmıştı Halk Savaşının sürekliliği için. Uğursuz Eylül devrederken uğursuzluğunu Ekim’e Ekim’de Kasım’a devretti aynı uğursuzluğu. Tam 22 yıllık soluksuz ve uzun bir maraton koşucusu olan BİZİM DENİZ, düşmanın yine yakalayamadığı noktada KAZAN bombalarıyla ALİBOĞAZI tarumar edilerek düştü toprağa. Bizim Deniz en güzel maratonu koştu. En önde göğüslemedi ipi. Ama yoldaşlarından devraldığı sorumluluğu, yoldaşlarının bıraktığı izleri kararlılıkla takip etti. İçimizi yakan, yüreğimizi dağlayan, öfkemizi kabartan, bizi onurlandıran ve gururlandıran bir durumda bırakarak büyük koşusunda bayrağı elimize tutuşturdu. Bu bayrağı asla elinden düşürmedi. Ant olsun ki yoldaş o emanet ettiğin bayrak elden ele dolaşarak UZUN SÜRELİ HALK SAVAŞI yolunda ilerletilecek ta ki zaferi kazanıncaya kadar.
Not: More Nostrum Latince “Bizim Deniz” demek. Can Yücel’in şiirinden.