19-20 Temmuz 1992’de aramızdan ayrılan Nurgüzel Yaşar, Ramazan Ceviz, Hasan Demir ve Emre Bilgin’in anısına…
Çok sevdiği küçük kız kardeşinin ne zamandır söyleyip durduğu; “bir gün gel de beni sinemaya götür” isteğini yerine getirmenin sevincini yaşamaktadır. Bu fırsatı değerlendiren ablası da gelmiştir onlarla sinemaya. Sinema çıkışı hayli geç olduğu için bir taksiye binerler. Kardeşiyle birlikte ve belinde silahla sinemaya gitmekten rahatsızlık duymaktadır. Ancak buna zorunlu kalmıştır. Annesi evde silah olmasını istemediği için, kardeşinin silahını Emre’nin alıp götürmesi için zorlamıştır. O sıra bir çevirmenin içine düşerler. İlk etapta, silaha davranır, ateş açarak kaçmayı düşünür. Ancak kardeşleri nedeniyle bunu yapamaz. Kimliği sağlamdır. Bekler. Polis gelir, arabadan inmelerini söyler… Üstünü arayacağı artık anlaşılmıştır. Silahına davranır, kapıyı açar, polisi itekler ve hızla karşı sokağa dalar. Dönerek silahı doğrultur, tetiğe basar, ancak ateş almaz. Tekrar koşar. Bir anda ortalık karışır. Yoğun bir ateş başlar kaçanın ardından. Sokaklara dalarak hızla ilerler… Polislerin görüş açısından çıktığı bir sırada, bir apartmana dalar. Birkaç kat çıkar ve bir kapıyı çalar. Yaşlı bir adam açar kapıyı. Emre silahını doğrultur ve içeriye dalar. Nefes nefesedir. İhtiyar adam oldukça sakin bir şekilde kapıyı kapatır ve kilitler. Yaşlı bir kadın daha vardır içeride. Emre ikisini karşısına alır. “Devrimciyim, polisten kaçıyorum. Kusura bakmayın gizlenmek zorundayım” der. Yaşlı adamın ses tonu oldukça sıcak ve samimidir. Yavaşça koltuğa otururlar. “İkinci dünya savaşını anlatan Fransız romanı da böyle başlar. Nazilerle çatışan genç bir partizan sığınmak için bir evin kapısını çalar. İçeriye girer, evde yaşlı bir karı koca vardır…” Sabaha dek sohbet ederler. İhtiyarlara güvenir, bir dostluk yakalamışlardır. Ama ertesi sabah evden ayrılırken, ihbar etmemelerini bir kez daha anlatır. Ve vedalaşırlar… Emre’nin yaşamında ilk deneyimlerinden biridir bu. Kaçarken dönüp ateş etmeye çalıştığında emniyetin kapalı olduğunu sonradan anlayacaktır. Aranır durumdan sonra, kampa gitmek
sonra da gerillaya katılmak için yapılan girişimler aksamaya uğrayınca, şehir askeri faaliyetinde kalma ısrarı onun için yeni bir süreç olacaktır. Sekreteri olduğu askeri birimin eylemlerdeki komutanının tecrübeli bir sempatizan olmasını onurla karşılayacak, onlardan öğrenecek ve öğretecektir. Kısa sürede bu sınavı başarıyla tamamlayacak ve aynı zamanda komutan vasıflara sahip olacaktır. Bir kamulaştırma eyleminde etkisiz hale getirdikleri personelden yerde ağlayan bir bayana “Sus, ağlama bacım” diyerek başının altına yastık koyacaktır. Onun duyarlılığını hemen hissedeceksiniz kısa bir süre birlikte olsanız bile. Gözlerinize bakacaktır derinden, sizi anlamaya-tanımaya çalışacak ve sorgusuz sevgisini bir tebessümüyle hissettirecektir. Bir eylem ya da koşturmacalı bir günün yorgunluğunda, akşam haberlerinde dinlediği Sabahat Karataşlar için yarım bırakacağı şiirler yazarak yüreğini onların savaşına koyacaktır. Türküler söyleyecektir onlara dair. Kavgalarını kavgası bilecektir. 80’li yıllarda hapishanede pek çok insan kendini tüketirken, Emre sürekli kendini yenilemiş, kendisi ve yoldaşlarının çabasıyla siyasal ve ideolojik olarak ciddi bir gelişme göstermiştir. Parti üyeliğinin onaylanmasında duyduğu coşku ve sevinç, mücadeledeki kararlılık onda militan bir ruh yaratmıştır. Mücadeledeki ısrarcılığı, yoldaşlarına,
devrimcilere ve halka sınırsız sevgisini sunduğu gözbebeklerine yansıyan berraklığı, özverisi, çevresine hissettirdiği özgüveni, alçakgönüllülüğü ve daha söylenebilecek pek çok olumlu özelliği üzerinde taşıyan, en sorumlu olduğu anda bile öğrenmek için çabalayan, günümüzde aranan militan özellikleri üzerinde fazlasıyla taşıyan, yürekli bir partizan, bir savaşçı, kavga insanı… Yoldaşlarıyla sohbet ederken gecenin yarı vaktinde, çatışmalı silah sesleri akmıştır pencereden içeriye. Her silah sesinde yüreklerinin bir parçası sancılanmıştır. Tesadüfen yakın bir semtte ev tutan diğer yoldaşların katlidir, gecenin sessizliğini ölümle, kan sesiyle bozan. Sabahın ilk haberlerinde öğreneceklerdir, katledilenlerin Nurgüzel Yaşar, Ramazan Ceviz ve Hasan Demir yoldaşlar olduğunu. Kısa bir değerlendirmeyle, yoldaşların katline misilleme birkaç gün sonraya bırakılacak, önceden kararlaştırılan ve o gün yapılması gereken kamulaştırma esas alınacaktır… Kamulaştırma öncesi yoldaşlarıyla görüşme yerinde başlayan takip ve çevirmeye ilk kurşunu sıkarken gece katledilen üç fidanın yüreklerine bir öpücük konduracaktır. Hedefini bulmuştur mermi… Sonrası bir kovalamacadır. Henüz bitmemiş bir binanın tuğla duvarlarını siper edecektir çatışırken. Bir savaştır, şimdi, sevdiği, coşkulu ve ölümsüz. “Sizden aldığım silahla, sizinle savaşıyorum” diye alay edecektir düşmanıyla… Yaralanmıştır. Sızan kanına batırıp elini her şeyiyle bütünleştiği partisinin adını yazacaktır usulca… Son mermisi de bitmiştir… Yüz bin lira da olsa kalmamalıdır düşmanına, kimliğini ve parasını yakacaktır. Ve en güçlü silahındadır sıra, son mermiler hançerlerken bedenini, en yalın ve sevgi dolu gülümsemesini konduracaktır, dudaklarına… “Gülümsememi yok etmek için, suratımı parçalamaları gerekecek.” Bir gece öncesi, sohbetinde söylediğini yerine getirecek ve düşman bu tebessümü silmek için parçalayacaktır suratını. Bir kavga militanının öyküsüdür bu. Uzun, ince boyuyla bir karanfil gibi güzellikler bırakan… Bir savaşçının yaşamıdır bu, sınırsız ve sorgusuz bir yürekle katıldığı sınıf savaşımında kalıcı izler bırakan…