[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Deprem faciasının üzerinden 50 gün geçtikten sonra annemi Malatya’ya götürüyorum. Annemler 2 depreme de evdeyken yakalanıyorlar. Bir hafta Malatya merkezde kaldıktan sonra ancak getirebiliyoruz. Komşuların evlerinin gözlerinin önünde nasıl yerle bir olduğunu anlatıyor annem, “neyse ki bizim evler sağlam” diyor babam. Annem “dizlerim ağrıyor trenle gidelim, en azından trende gezerim” deyince mecburen 15 saatlik yolculuğumuza başlıyoruz. Ankara, Kırıkkale, Yozgat’ı geçince kısa bir süre uyumuşum. Uyandığımda “Sivas’ta inecek kalmasın” anonsuyla anlıyorum Sivas’ta olduğumuzu. Tren ilerledikçe Hasançelebi’yi geçip Hekimhan’a vardığımızda sanki hiç deprem olmamış gibi tren Yazıhan ilçesine doğru ilerliyor. Burada da hasar yok diye seviniyorum. Pazarcık merkezli depremde Malatya’nın kuzeye düşen ilçeleri Yazıhan, Hekimhan, Arguvan ve Arapgir’de ciddi bir yıkım olmadığından Malatya merkezdeki nüfusun büyük bir bölümü bu bölgelere geçmiş. Yirmi bin olan Hekimhan’ın nüfusu şu an 120.000’i geçmiş durumda, keza Arguvan da öyle. Tren ilerledikçe Dilek’te 3 binanın yıkıldığını öğreniyoruz.
Tren Malatya istasyonuna varıyor. Babam önceden gittiği için bizi karşılamaya gelmiş. Otobüsler henüz düzenli çalışmadığı için komşunun arabası ile gelmişler. “Hani hiç yıkılan bina yok” diyorum “hele sen bizim mahalleye gidince gör” diyorlar. İstasyon çevresinde, hasarlı binalar olmasına karşın yıkım yok. Arabayla sanayi sitesini geçip Çavuşoğlu Mahallesi’ne girince enkazların kaldırıldığını, fakat yıllardır olan binaların çoğunun olmadığını görüyorum. “Burası da mı yıkılmış” “Şurada da kaç bina vardı”, “Şimdi dümdüz olmuş” derken eve yetişiyoruz. Bu süre zarfında sadece bir insanla karşılaştık koca mahallede. Evimiz az hasarlı olduğundan buradaki yiyeceklerimizi alıp köye geçiyoruz. Çavuşoğlu Mahallesi, eski adıyla Gavur Mahallesi vaktiyle Ermenilerin ve Süryanilerin yoğun yaşadığı bir mahalleydi. Taşhoron Kilisesi ağır hasar almış, kalan 10 Süryani aileden 9’u da bu depremle birlikte başka şehirlere göç etmiş. Burası aynı zamanda Hrant Dink’in doğduğu mahalle. Beş-altı yıl önce belediye yol genişletme bahanesiyle Dink ailesinin tek katlı evini yıkmıştı. Gerçi televizyon ve sanal medyadan yıkımı görmüştüm ama birebir görmek farklı. Şehircilik Bakanlığının açıklamasına göre 3900 bina yıkılmış, ağır hasarlı ve yıkılması gereken bina sayısı da 28 bin. Toplamda 32 bin binanın yıkılması bekleniyor. Çevre yolundan şehre doğru ilerledikçe kocaman, boş bir alanla karşılaşıyoruz. Minibüs durağı, Buğday Pazarı, küçük sebze-meyve hali, Şire Pazarı, Bakırcılar Çarşısı… Eski Halep Caddesi’nin olduğu alan, Turan Emeksiz Caddesi’nin alt geçitten aşağısı, Yeni Camiye kadar olan alan yerle bir olmuş. Devamında Akpınar Mahallesi, kuyumcular çarşısı, baharatçıların ve ayakkabıcıların olduğu yerler ağır hasar almış, muhtemelen buralar da yıkılacak. Kapalı Çarşıdan, Valilik binasından Kernek Şelalesi’ne giden Fuzuli Caddesi’nde büyük bir yıkım gerçekleşmiş. Keza İnönü Caddesi, Dörtyol, Sıtmapınarı’nda da hasar büyük. Malatya’da konteyner kent Elâzığ yol üstüne, İnönü Üniversitesinin olduğu alana kurulmuş. Burayı görme şansım olmadı ama merkezde yıkılan binaların yerinde konteynerler kurulmuş. Ayrımcılık burada da kendini hissettiriyor. Koca Çavusoğlu Mahallesi’nde yirmi otuzdan fazla konteyner yok. Buradaki halk “Alevi olduğumuz için bize devlet yardım etmiyor, doğru dürüst çadır bile gelmedi” diye feryat ediyor.
Şehirde şebeke suyu hâlâ bulanık akıyor. Su problemi devam ediyor.
Yıkımın büyük olduğu yerlerden biri de Bostanbaşı Mahallesi. Kayısı ağaçlarının kesilip yerine yirmi katlı binaların yapılıp fahiş fiyatlara satıldığı yer. Yardım götüren komşularımızın anlatımına göre sanki Doğanşehir ilçesine atom bombası atılmış gibi yerle bir olmuş. Erkenek, Kurucuova yerle bir olmuş; Akçadağ Ören Kasabası yerle bir olmuş, Ören’dekiler Alevi olduğu için devletten bir yardım alamamışlar. DKÖ yardımları ulaşmış ancak. Merakla Kürecik’i soruyorum. Burada ölüm yok, evler tek katlı olduğu için çok yıkım yok diyorlar. Şehir merkezinde mahalleleri dolaştıkça sanki kimi mahallelerde hiç deprem olmamış kimi mahallelerde ise sağlam bina iki elin parmaklarını geçmeyecek durumda. Kim nereyi uygun bulduysa oraya çadır kurmuş. Kimi AVM bahçesine, kimi yola. Yıkılan evin yerine kurulan çadırlar derme çatma ve su geçiren basit çadırlar. Bazı mahallelerde daha yeni seyyar tuvalet ve duş kurulduğunu gördük. Şehir merkezinde ağır bir asbest kokusu hâkim. Enkazlar sulanmadan kaldırıldığı için havada ciddi bir toz var. Esnaf çevre yolunda çadır dükkânlar oluşturmuş. Hayat bir şekilde devam ediyor. Beş yüz bin nüfusun olduğu şehirde sadece elli bin kişi kalmış. Kimisi girişte de belirttiğim gibi kuzey ilçelere ve köylere, kimisi büyükşehirdeki yakınlarının yanına gitmiş. Tam bir belirsizlik hâkim. Şehir nereye kurulacak, hangi süre zarfında evler yapılacak ve halka bedava mı verilecek yoksa halk evini tekrar mı satın alacak? Kimsenin bildiği bir şey yok. Kiminin eline bir çadır bile geçmezken iktidara yakın bazı merkeze yakın köylerde insanların gelen yardımları stokladığına dair eleştiriler var. Şehirde halen ciddi bir kadercilik anlayışı hâkim. “Ne yapalım Allah’tan geldi”, “takdir-i ilahi” vb. söylemler yerel yöneticilerin işini kolaylaştırıyor. Hiçbir sorumluluk üstlenmiyorlar. Kentte konuştuğumuz her kesimden insanın ittifak ettiği tek nokta ise devletin ölü sayısını gizlediği, ölü sayısının açıklanan sayının dört beş katı olduğuydu.