Burjuva liberalizminin o buğulu, başdöndürücü ve de yumuşatıcı atmosferine kendini bırakmış, tasfiyeciliğin derin sularında kulaç atarak, ezilenlere devrim umutsuzluğunu taşımaya çalışıyorlardı. “Birleşerek”,“dirileşerek” kol kola yol almaya koyulmuşlardı hedefe varmak için. Çok heyecanlılardı ve ellerini ovuşturarak kavuşacakları o “zirvelerde” tutuşacakları “zafer” halaylarının düşleriyle yanıyorlardı. Öncellerinin beceremeyip tamamlayamadıklarını tamamlamaya, içini boşaltarak “dönüştüremedikleri” sınıfın partisinin zaptını yaparak “dönüştürmeye” amade etmişlerdi kendilerini.
Hiçbir zaman bu denli hevesli ve istençli görünmemişlerdi. Bu denli yanıp tutuşmamışlardı kor alevler gibi; bu denli kendini feda edecek kadar cüretli ve atak, bu denli gözlerini karartmamışlardı bir amaca varmak için. Bu denli “yenilenmeci” istemlere hiç kimse tanık olmamıştı. Oysa hep bunu yapmak istiyorlardı, bunu yaratmak istiyorlardı. Hiçbir dönem bu denli enerjik görünmemişlerdi. Bırakıp düşlerini bir yana, maddi yaşamın kölesi olmuşları da ardına katarak, kümelenerek arsızla hırsızla, birleşerek adsızla, tükenmişle; kuşanarak astlı-üstlü apoletlerle, sarılarak hep birlikte paslı bilindik silahlara, hücum eylediler sınıfın ve ezilenlerin öncüsüne.
Yolunu kaybedip de çıkmaz yolu yol belleyenleri, yani halka ve sınıfa yabancılaşanları, yoldaşına düşmanlaşıp da düşmanına sevecen yaklaşanları, dermansız-takatsizleri; dizleri titreyenleri, mahallesinden öteyi görmeyenleri ve de bu haliyle dünyayı “fethe” çıkanları; siyaseten çapsızları, üretimde kronik kabızları; “öne çıkın” taleplerine karşı yaşlılık ve hastalık nöbetine tutulanları; savaşanlara olanaklarını kapatanları ama liboşlara cömert davrananları, Maoizm’e burun kıvıranları; insanlığa, değerlere sahip çıkanlara varlığıyla karşı duranları, paranın pulun kölesi, maddiyatın bekçiliğinde “aslan parçaları”…
Hep birlikte tutuştular cenk halayına ve fethine yeminler ettiler yüce bilgeyi. Kuşanarak cahilce cüretlerini, çıkınlarını doldurarak Machiavelli’in dimağıyla, fincancı katırı misali ayrımsız ve de hedef gözetmeksizin kıra-döke, tuta-ata, kirlete kirlete saldırdılar umudumuza. Ellerine ne geçtiyse fırlata fırlata, kullana kullana, değerlerimizi düşmana yem ede ede, gözü dönmüş bir celladın ruh haliyle şuursuzca saldırıyorlardı “kırmızı gül”ümüze.
Öyle ya; yar olmayacaksa ona, yar olmamalıydı umudun koşucularına. O yüzdendi kaygısızca hareketleri. Nereye varacağının hesabını yapamaz durumda olan bir kin ve öfkenin kurbanıydı halleri.
Ama bir de “usta”lıkları vardı takiyecilikte, bukalemun misali renk değiştirmede, yalanda dolanda. Koca çınarımıza gönül veren yoldaşlarımızı, emeği-alın teriyle can olmuş, her anında yanında olmuş taraftarlarını, yılların “deneyimi”yle tek yanlı yanlış yönlendirerek, kırılganlık ve beklentilerini kullanarak alet ettiler kendi amaçlarına.
Gerçeğin dilinden, dönüştürücü gücünden, yalanı dolanı mahkum edecek ateşinden korkuyorlardı elbette. Bundandır telaşla kurdukları çalı çırpı “setleri”, “bentleri”. Biliyorlardı, gerçeğin ve yüce bilgenin emektar ve umut taşıyıcılarınca dövülecekti bentleri. Aşılacaktı yarattıkları suni duvarlar, setler. Bundandır ellerine ne geçerse, yalanla dolanla, çarpıtmalarla, her türlü kirlilikleri yaratarak, kullanarak ördüler kendilerini “koruyacak” duvarları. Her şeyi kullandılar, ama her şeyi… Her şeyi çarpıtarak, ters yüz etmek istediler gerçekleri. Öyle ki kendileri dahi yarattıklarından korkar hale geldiler; bir dönem karşılarında durdukları, zamanla içlerinde yeşerterek en sonunda karşıtına dönüşecek bu “yenilenmiş” halleri ve şaşırtıcı hızlarından. Mülkiyet tapıcısı olmuş bir esaretti yaşadıkları. Bütün benliği saran metalaşmış ruhlarıydı oysa haraç mezat pazara sundukları. Ruhsal ve düşsel kirlenmişliği yaşıyorlardı umarsızca.
Dikilmişlerdi kolektifin karşısına; ferman eyliyorlardı yaşlandıkları, medet umdukları Devlet-i Aliyye ile birlikte. Tez elden harekete geçirmişlerdi faşist mülki amirleri ve kolluk güçlerini. Öyle ya yetmemişti yalanları dolanları, kara çalmaları, iftiraları, ayak oyunları, açığa çıkan riyakarlıkları. Son bir hamle ile belki bir umutla birlik olup diktatörlük hukuku ve güçleriyle saldırıyorlardı kolektifin değerlerine. Sarsıp yıkamadığı, yerinden söküp yolundan saptıramadığı sınıfın öncüsüne bu kez de böyle saldırıyorlardı nafile bir çaba ile. Hiç arlanmaz, uslanmaz, yüz kızarmaz bir aymazlıktı “yenilenmiş” halleri. Düşman kutbuna gönüllü bir iltihaktı andaki halleri. Ve de son derece “mağrur” ve “gururla” yürüyorlardı. Ezilenlerin öfkelerini, lanetlemelerini “bizim de günümüz gelecek” diyen hesap sorucu sorgulamalarını umursamadan atıyorlardı titrek adımlarını.
Ama bir de dostuna “gül atanlar” da vardı ve de en can acıtıcı olan da bu oluyordu işte. “Şiddet” yalanı ve dedikodusuyla, dönemsel birlikteliklerinden olsa gerek “kınama” mesajları yayınlayarak üstenci, ukala, önyargıyla akıl veren dostların pür meali daha bir acınası haldeydi. Dosta karşı düşman tercihini suskunluk ve “soğukkanlılıkla” karşılayıp, kör-sağır ve dilsize oynayan dostların bu halleri ise ihbarcılıkla yaratılan “yeni gelenek”e kan taşıyor, cesaret veriyordu adeta.
Pragmatizmin doruklarında “zevk-u sefa” eyleyenler, sınıfın ve ezilenlerin adalet ve vicdan anlayışını yaralayan misyonerler oluyorlardı. Konuşunca “düşmana iş kotarmak düşman kampına hizmet eder, asla kabulümüz değil” diyenlerin bu düşüncelerini halkla paylaşmamaları bir riyakarlık değil de nedir acep? Haksızlığa, zulme, düşmanla iş tutma pratiğine karşı suskunluk nasıl bir devrimci duruştur, nasıl sineye çekilebiliyor ve de nasıl hazmedilir bir şey olarak görülebiliyor?
Bilinmez mi bu duruşun özgürlük mücadelesini yaralayacağını? Bilinmez mi ezilenlerin, devrimin öncü güçlerine güvenini ve adaletine inancını yaralayacağını? Kısacası, bilmezler mi ki uğruna canlarını koydukları yola ve değerlere aykırı olduğunu? Bu oportünist ve faydacı duruşun kirletici, çürütücü özelliği neden görülmek istenmez?
İşte görüp de görmezden gelen dostlarımızın bu halleridir bir de bu aymazlara cesaret veren.
Yenilmez, sarsılmaz bir cüret ve bilgelikle kol kola girmiş, sım sıkı sarılmış ateşten yüreklerdi karşılarında duran. Düşmana ve ona iltihak eden “yenilenmiş” müttefklerine aman vermeyecek kararlılık ve savaşma azmiyle sarıyorlar, koruyorlardı göz bebekleri gibi sınıfın öncü kurmayını.
Yetmedi yalanlarınız, hileleriniz, iftiralarınız, ayak oyunlarınız, aldatmaca ve çirkeflikleriniz; ihbarcılığa sardınız çaresizce. Nasıl ki çare olamadıysa yukarıda saydıklarımız, çürüyüp bitişiniz ve lanetlenmiş haliniz olacak bu “yeni duruş”unuz!
Sınıfımızın ve ezilenlerin öfkeli laneti hep üzerinizde olacak, ihbarcılığınız ise boynunuzda hep taşıyacağınız değirmen taşı olacaktır. Bu kirlenmişliğinize Kaypakkayacı hiçbir yürek ortak olmayacak, kirli yüzünüzü ve gerçekliğinizi görerek kolektifine yeniden sarılacaktır.
Bir Yeni Demokrasi okuru