“Korkunç ellerinle bastırıp yaranı
dudaklarını kanatarak
dayanılmakta ağrıya.
Şimdi çıplak ve merhametsiz
bir çığlık oldu ümid…
Ve zafer
artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar
tırnakla sökülüp koparılacaktır…”
Nar taneleri gibiyiz bir araya geldiğimizde kocaman bir Nar’a, yani güce, yani aileye, yani kolektife dönen, onlarca yüzlerce olmamıza rağmen, her bir tanemizi yitirdiğimizde, kocaman bir Nar’ı yitirmiş gibi üzülen, kahrolan, nefret dolan, kin besleyen.
Her düşenimizin ardından yazılan yazının girişi, gidişlerin ne kadar zor ve yıkıcı olduğu, gidenleri anlatmanın da bir o kadar zor ve meşakkatli olduğu üzerine kurulan cümlelerle başlar. Evet kolay değil bizden önce zamansız ve düşlerimizi parçalayan şekilde gidenleri anlatmak. Düşlerimiz ortaktı, o düşün sonunda varılacak hedefte yapacaklarımız da ortaktı. Erken gidince birilerimiz, o düşlerin onlarsız, belki yarın bizsiz gerçekleşecek olmasının da bir burukluğu gelip çökmekte sol yanımıza.
Neden zor sizleri anlatmak? Acaba o mücadele yaşamınızı, duruşunuzu, baş eğmezliğinizi eksik anlatır mıyım kaygısı aslında zor olan. Tüm bu zorluğa rağmen iyi olanı, devrimci olanı, bilimsel olanı anlatmak gerek bu bayrağın geri kalan taşıyıcılarına ve adaylarına.
DÜNYAYI GÜZELLEŞTİRECEK OLANLAR GÜZEL GÜLERLER
Bugün burada bu satırları yazmaya çalışırken, içe akan yaşların düğümlediği boğazım, yanan genzim ve sızlayan yüreğimle buruk, hüzünlü bir ruh hali gelip çöktü üstüne. Aslında ben öyle hüzünle, acıyla anlatmak istemiyorum sizleri, ama insanız ya, duygulardan oluşan bir yapımız var ya, ister istemez duygusal yanımız bu durumlarda baskın geliyor. Ama en baştan söyleyeyim, gidişiniz ne kadar acıtıyorsa yüreğimi, baskınlarda, saldırılarda, en zor koşullarda “bitti, bitiyorlar, tükendiler” anti-propagandalarının yapıldığı koşullarda, nasıl dik, düşmana meydan okuyan, düşmanı uykusuz, nefessiz bırakan kararlılığınız en büyük gurur ve onur kaynağımızdır. Sınıf mücadelesinin en amansız alanlarında mücadelenin meşalesi olan siz sevgili yoldaşlarımız, sadece bizim değil, milyonlarca kadın, genç, çocuk, yaşlı emekçi halkın da gurur kaynağı ve umut bayrağısınız.
Önce Eylül’ün o kahredici sessizliği içinde gelen haberle Nubar ve Rosa’mızın acısı yakarken içimizi, Ekim’in ürpertici boşluğunda Özgür ve Asmin’imizin yıkıcı haberiyle sarsıldık bir kez daha. Şimdi karşımda dördünüzün resimleri. Bakıyorum, bakıyorum ve bakıyorum. Sonra o gülüşler, o masum ama dik başlar. İnsan dünyayı, yaşamı güzelleştirme mücadelesine tüm benliğiyle verince kendisini, o güzellik yüzüne, gülüşüne yansıyor. Ne kadar güzel güldüğünüzü bir kez daha sizden sonra gelen görüntülerinizden, fotoğraflarınızdan anlıyorum. Hele Rosa, hele Asmin…. Ne kadar da gençler, ne kadar da güzeller, ne kadar da yiğitler, ne kadar da devrimciler, ne kadar kararlı ve inançlılar… Hele Nubar, ne kadar da bilge, ne kadar da birikimli, ne kadar da Partisiyle, halkıyla, mücadelesiyle bütünleşmiş bir önder… Ve hele Özgür, ne kadar da militan, ne kadar da cüretli, ne kadar da gelişkin, ne kadar da gözü kara, ne kadar da umut veren, ne kadar da korku salan bir komutan…
Sonra tekrar bakıyorum o fotoğraflara; baş kesenlere inat, başlar dimdik. İşkence edenlere inat, namlular sımsıcak, zulmedenlere inat, umut dolu, sevgi dolu, cesaret dolu gülüşleriniz. Ben en çok o gülüşlerinizden korktuklarını düşünüyorum. Gülüşünüzden korkuyorlardı, gülüşünüze kurşun sıktılar, gülüşünüzü bombaladılar, gülüşünüz sönsün diye başınızı kestiler. Ama nafile, nasıl ki o gülüşlerde umudu buluyorsam ben ve milyonlarca emekçi, onlar da o gülüşlerde korkuyu, sonlarını görüyorlar.
LİSELİ SARI’DAN, KOMUTAN ÖZGÜR’E EVRİLEN MÜTEVAZI SÜREÇ
Özgür’ü (Ali Kemal Yılmaz) ilk tanıdığımda üniforma içinde liseli utangaç ama güleç toy bir gençti. Aynı dönemin diğer liseli YDG’liler arasında sarışın, sürekli gülen özelliğiyle dikkat çekiyordu, bu nedenle gençlik içinde “Sarı” olarak bilinirdi. Bir süre sonra yanında yine liseli üniformasıyla, kara bir kızla (29 Haziran 2010’da Dersim Ovacık Aslandoğmuş köyünde düştükleri düşman pususunda TKP/ML TİKKO gerillaları Munzur (Ferdi Karacan) ve Kinem (Çiğdem Yılmaz) ölümsüzleştiler) gelmiş, onunla ilgilenmemizi söylemiştin. İlk örgütlediğin kişi sanırım Çiğdem’imizdi. Daha sonra bir grup genç belli periyotlarla bir araya gelip, sohbetler, tartışmalar, eğitim çalışmaları yapmaya başlamıştık. Bu süreç içinde Özgür’deki gelişim dikkat çekici bir şekilde fark ediliyordu. Artık o utangaç Sarı gitmiş, yerine espri yapan, tiye alan, kıvrak zekalı bir Komsomol militanı gelmişti.
Daha sonra Amed’de Partinin/GB’nin istemi doğrultusunda üniversite sürecin başlamıştı. Bu dönemde Amed’de yapılan merkezi bir çalışma için bir süre alana gelmiştim. Oradaki gençlerle yapılacak çalışmayı örgütlemeye çalışıyorduk. Sen yoktun ama herkesin dilinde sen vardın. Herkes senden övgüyle bahsediyor, sevgi ve saygısını açıkça ifade ediyordu. Bir kaç gün sonra gelmiştin ve uzun uzun hem bölge hakkında, hem de yapılacak çalışma hakkında sohbet etmiştik.
Ondan sonra bir TMLGB kampında yine bir araya gelmiştik. O kampın sanırım esprilere, taşlamalara tabi tutulan kişisi sen olmana rağmen, her zamanki rahat ve gülen yapınla, gelen eleştirileri savuşturuyordun. Aylarca sorumlunla “takip var”, “durum uygun değil” diye görüşmemiştin ama bu süreçte bölgede hiçbir işi aksatmamış, il il dolaşarak ilişkileri görmüştün. Bir yönüyle eleştiriye tabi tutulan bu görüşmeme durumu varken, diğer taraftan yalnızken bile yolunu bulabilen bir önderlik karakterini ortaya çıkaran bu pratiğin içten içe herkesin hoşuna gidiyordu, bundan kaynaklı da, başta sorumlun Nubar yoldaş tarafından örnek gösteriliyordu.
Aslında bu her şeyi tiye alan, rahat tavırların zaman zaman başına bela olmuyor da değildi. Örneğin Dersim dağlarına gerilla olarak katılmak için hazırlandığın süreçte, birkaç arkadaşınla, dalda kışkırtıcı bir şekilde seni cezbeden erikleri koparmaya çalışırken düşüp ayağını sakatlamana ve dolayısıyla yukarıya gidiş sürecinin zorunlu olarak bir süre ertelenmesine neden olmuştu. Tabii bu durumu fırsat bilip espri konusu yapan bizlerin seninle uğraşmalarına, yine gülen, esprileri, ironileri tersi bir esprilerle bize çeviren bir yaklaşımın vardı.
Elbette bu durumu başka şekilde yorumlayıp, bu sakatlama durumunun bilinçli planlandığını söyleyen, ima edenler de az değildi. Tıpkı bugün “bittiler”, “yoklar” diyenlere yaşamınızı ortaya koyarak verdiğiniz cevap gibi, o zaman da, iyileşir iyileşmez bıraktığın yerden devam ederek pratiğinle cevap olmuştun.
Ve sonra dağlara sırtını yasladın. Dağlara çıkanların havası bir başka oluyor. Duruşları, konuşmaları, kendine güvenleri, kitlelere güvenleri ve düşmana kinleri bir başka oluyor. Senden ilk haberleri Sefagül yoldaştan almıştık. İlk girdiğin ortamdaki o utangaç ve kibar hallerin, ilk zamanlar gerilla alanında da espri konusu olmuştu. Mesela bir gün komutan yoldaşın diğer komutana telsizden yaptığı çağrıya, komutan yoldaşın o an orada olmamasından kaynaklı sen cevap veriyorsun. “… Yoldaş şu an burada yok, bir isteğiniz varsa ben ona iletirim, o gelince sizi arasın…” söylemi günlerce gerilla arasında espri konusu olmuş. “Sanki ev telefonuna çağrı yaptık, gelince geri dönecek” diye bayağı seni terletmişler.
Evet nereden nereye. Liseli üniformalı “Sarı”, TMLGB’li militan, Dersim’de TİKKO’nun Genel Komutanı. Diyalektik, bilimsel ve mütevazi bir ilerleyiş. Yoldaşlarına yazdığın bir mektubun yayınlandı geçtiğimiz günlerde, savaşın en ön mevzisin de mücadele eden, buraya komutanlık yapan biri olarak, aslında bu alanda bulunmanın çokta abartılacak ya da ayrıcalık tanınacak bir şey olmadığını yazmışsın ya, evet bu gerçekten mütevazılıktır sevgili yoldaşım. Koşulları, olanaksızlıkları gerekçe yapıp birçok şeyi yapmayanlara karşı, düşmanın her türlü teknik olanağına, saldırısına rağmen, koşulların arkasına sığınmayan duruşun/duruşunuz örnektir ve evet mütevazıdır.
“Günler ağır.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
En güzel dünyaları
yaktık ellerimizle
ve gözümüzde kaybettik ağlamayı :
bizi bir parça hazin ve dimdik bırakıp
gözyaşlarımız gittiler
ve bundan dolayı
biz unuttuk bağışlamayı…
Varılacak yere
kan içinde varılacaktır.
Ve zafer
artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar
tırnakla sökülüp
koparılacaktır” Nazım Hikmet
Şimdi bu ceberut, tepeden tırnağa baskı ve şiddetle donanmış faşist sisteme karşı, halkının kurtuluş için mücadele yürüten, canını tereddütsüzce ortaya koyan Partizanların bir ay arayla peş peşe düşüşüne şahit olduk. Her gerilla kaybı, devrimci ve komünistlerin kaybı elbette bizler için, partimiz için, emekçi halkımız için, Türkiye Devrimci Hareketi ve Uluslararası Dünya Devrimci Hareketi için büyüktür, üzücüdür. Ancak biz bu üzüntüyü bir yas havasında yanıp yıkılarak karşılamayacak kadar meseleye bilimsel yaklaşıyor, bunun kabullenmesi zor da olsa sınıflar mücadelesinin kaçınılmaz sonuçlarından biri olduğunu bilerek ele alıyoruz. Bu durum bizim sınıf kinimizin daha fazla artmasına, mücadeleye, yoldaşlarımıza, Partimize daha fazla sarılmamıza, görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmek için daha fazla çaba sarf etmemize vesile oluyor.
Her kaybımızın ardından “aşırı hümanist”, “aşırı bilen” birileri çıkıp, henüz şehitlerimizin kanı yerdeyken, nasıl mücadele edilmeyeceğinin, nasıl teslim olunacağının propagandasını yaparak, bizleri dogmatiklikle, maceracılıkla suçluyor. Ama düşmanın pervasızca, alçakça saldırıları gibi, bu kesimlerin saldırıları da, bilimsel olanı, doğru olanı bitiremeyecektir.
Evet bugün faşizm yoldaşlarımıza kuralsız, sınırsız, vahşice saldırmakta, vücut bütünlüklerini ortadan kaldırmakta, başlarını kesmektedir. Bununla da yetinmeyip, aylarca Adlı Tip Kurumu denilen yerlerde bekleterek, ailelerimize, yoldaşlarına, emekçi halkımıza başka bir yöntemle işkence ve hakaret etmeye devam etmektedir. Evet bu “aşırı hümanistler” buyursunlar gelsinler bu insanlık dışı duruma müdahale etsinler, devrimcilerin yanında yer alarak, cenazelerimizin alınması için çaba sarf etsinler. Onlar olsun ya da olmasın, biz bildiğimiz yolda yürümeye devam edeceğiz.
Şimdi Rosa ve Asmin’in masumiyetini, güzelliklerini, onların militanlığı, kararlılığı ve inancıyla büyütme zamanıdır. Şimdi yeni Rosalar, yeni Asminler olma zamanıdır.
Şimdi Nubar’ın bin yıllık bilge birikimi, sabrı ve inancını, partileşerek, halklaşarak, önderleşerek ileri taşımak için, yeni önderler, yeni Nubarlar çıkarma zamanıdır.
Şimdi Özgür’ün gülen yüzü, cesareti, cüreti, kararlılığı, davaya adanmışlığı üzerinden, yeni komutanlar, yeni savaşçılar, yeni ordular yaratma zamanıdır.
Şimdi affetme, geri atma, bağışlama değil, hesap sorma, sorgulama, ileri atılma zamanıdır. Yoldaşlarımızın bize talimatı, çağrısı budur…
Bir Yoldaşı