Doğu Akdeniz, bölgenin yeni gerilim merkezi olma yolunda ilerliyor. Zira emperyalistlerin ve bölge devletlerinin enerji rekabeti gün geçtikçe sertleşiyor. TC devleti de mevcut kaynaklardan pay alma adına çabalarını arttırmış durumda. Emperyalist müdahale ile üçe bölünen Libya’nın BM tarafından tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile imzalanan anlaşma bu çabanın ürünüdür. Bu anlaşma ile ilan edilen Münhasır Ekonomik Bölge Yunanistan ve Mısır gibi bölge devletlerinin tepkisini çekti. TC’nin bu girişimi nedeniyle D. Akdeniz’deki gerilim tırmanarak uzun süre gündemi meşgul edecektir.
TC devleti UMH ile iki anlaşma imzalamıştır. Birincisi, D. Akdeniz’de iki ülkenin deniz sınırını çizen “Deniz Yetki Sınırlandırması Anlaşması”dır. Bu anlaşma ile birlikte TC, Yunanistan’ın da kendi karasuları olarak gördüğü kimi bölgelerde hak iddia etmiştir. İçinde enerji sahalarının da yer aldığı bölgeyi kendi kara sularında gördüğünü ilan ederek bölge devletleri ve emperyalistlerle arasındaki gerilimi de arttırmış oldu. Peki TC’nin bu adımı, gerilimi yükseltme pahasına D. Akdeniz’de ne elde etmeye çalışıyor?
Bu soruya doğru yanıt verebilmek için öncelikle D. Akdeniz’deki enerji rekabetindeki genel tabloya ve TC’nin bu rekabetteki yerine değinmeliyiz. Enerji kaynaklarının keşfi ve tahmini rakamlardaki yükseklik (30 yıllık ömrü olduğu belirtiliyor) emperyalist tekellerin iştahını kabartmış, ilgiyi bölgeye kaydırmıştır. Bu kaynaklardan aslan payını almak isteyen emperyalistler, bölgedeki varlıklarını güçlendirmişler, savaş gemileriyle desteklemişlerdir. ABD’li Exxon Mobil, Fransız Total, İngiliz BP ve İtalyan Eni gibi enerji tekelleri bölge devletleri ile yaptıkları anlaşmalarla enerji sahalarını parsellemiş durumdalar. Suriye’deki nüfuzunu güçlendiren Rusya da D. Akdeniz’deki rekabetin önemli bir aktörüdür.
Enerji kaynaklarının keşfi bölge devletlerini de bu kaynakları emperyalistlere peşkeş çekerek pay alma adına rekabete sürükledi. Lakin gelinen noktada bu rekabet TC için pek de parlak sonuçlar doğurmamıştır. Zira ABD ve AB’li emperyalistler, Suriye ve Ortadoğu gibi meselelerde yaşanılan sorun, TC’nin bölgede yalnızlaşmasına ve dışlanmasına yol açmıştır. ABD ve AB ilişkilerde sorunlu olan TC yerine, Güney Kıbrıs, Yunanistan, Mısır ve İsrail gibi ülkelerle anlaşmalar imzalamaya yönelmişlerdir. Dahası bu emperyalistlerin teşviki ile adı geçen ülkeler “Doğu Akdeniz Gaz Forumu” kurarak aynı masa etrafında toplanmıştır. Kendi aralarında çelişkiler olsa da bu devletler TC’nin dışlanması konusunda uzlaşmıştır.
D. Akdeniz’deki bu rekabet dışı kalmışlık ve etkisizlik TC’yi bölgeye ilişkin aktif bir politika izlemeye zorluyor. Zira TC, D. Akdeniz’deki enerji kaynaklarının paylaşımından pay istemektedir. Ayrıca bölgeden çıkarılan gazın kendisi üzerinden Avrupa’ya taşınmasını istiyor. İsrail-Mısır-G. Kıbrıs- Yunanistan üzerinden kurulacak bir hat TC’nin enerji koridoru olma gerçekliğini sona erdirecektir. Aynı zamanda rekabet dışına itiliyor, bölgedeki gücü-etki alanı zayıflıyor, Anadolu’ya sıkışmış oluyor. D. Akdeniz, TC açısından dışarıya açılan bir kapıdır. Yunanistan gibi bölge ülkelerinin hakimiyet alanını genişletmesi, konumlarını güçlendirmesi, TC için ulusal güvenlik meselesidir. D. Akdeniz’deki varlığının ve söz hakkının bitmesi demek Anadolu’ya hapsolmakla eşdeğer olarak algılıyor. Bundan dolayıdır ki emperyalistlerle karşı karşıya gelme pahasına, Libya’daki devletçik ile anlaşma yapıyor, münhasır bölge ilan ediyor. Gaz ve petrol çıkarmaya gücü yetmeyecek olsa da sondaj gemilerini bölgede gezdiriyor, askeri tatbikatlar yapıyor, bölgede istikrarsızlık yaratma şantajına oynuyor, masada ve sahada kendine yer açmaya çalışıyor. Enerji sahalarında KKTC ve Libya-Trablus hükümeti üzerinden hak iddia ederek bölge de ben de varım demeye çabalıyor.
Libya Anlaşmasının bir diğer boyutu ise AKP/Erdoğan’ın ihvancılık hayalleridir. TC ihvancılık üzerinden Libya’daki etkisini arttırmaya gayret ediyor. UMH ile imzalanan anlaşmalardan ikincisi “Askeri ve Güvenlik Anlaşması”dır. Ülkede süren iç savaşta ihvancı UMH hayli zor durumdadır. Trablus’ta üslenen UMH ülkenin yalnızca yüzde 6’sını kontrol ediyor. Karşısında bulunan General Hafter liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu Rusya, BAE, Mısır, Suudi Arabistan, Fransa ve kısmen ABD tarafından destekleniyor. Ülkenin büyük bir bölümü Hafter’in kontrolü altında. Geçtiğimiz aylarda ülkenin tamamını ele geçirmek için UMH bir operasyon başlattı. TC, askeri destek sunarak Trablus Hükümetini düşmekten kurtardı. Fakat gelinen aşamada Hafter ordusunun Trablus’ta birçok mahalleye girdiği belirtiliyor. TC, ihvancılığın son kalesini kaybetmek istemiyor. Zira TC’nin Ortadoğu’da güttüğü ihvancılık üzerinden yayılma politikasının tamamen bitmesi anlamına geliyor. Bu sebeple fiili olarak desteklediği UMH’ye bu anlaşma ile desteğini arttıracağını ilan etmiş oldu. Aynı zamanda uluslararası bir “meşruluk” yaratmış da oldu kendince. Buna dayanarak, Libya’ya asker gön derme hazırlıkları söz konusudur. Kuşkusuz ki bu asker gönderme emperyalizmden bağımsız olmayacaktır. Açıktan olması da en azından ses çıkarmayarak zımni bir onay ile mümkün olacaktır. Ne zaman ki emperyalist çıkarlara dokundu o zaman işin rengi değişecektir. Emperyalizm için Libya’yı kimin yönettiği değil, petrol ve petrolün güvenliği önemlidir.
Peki bu anlaşmalar TC’nin D. Akdeniz’deki rekabette konumunu etkilemiş, elini güçlendirmiş midir? Her ne kadar burjuva medya erkanı “oyunu bozduk”, “yeni masa kurduk” çıkışları yapsalar da gerçeğin pek de öyle olmadığı ortadadır. TC’nin tüm çabalarına rağmen bölgede petrol ve doğalgazı çıkaracak olan enerji tekelleridir. Söz konusu enerji olduğunda emperyalizm karşısında TC’nin ekonomik, siyasi ve askeri olarak boyun eğmekten başka şansı yoktur. Bu yarı sömürge olmanın makus kaderidir. Bölgedeki diğer ülkelerin de emperyalistlerden bağımsız olarak bu bölgedeki kaynakları değerlendirmesi söz konusu değildir. Dün olduğu gibi bugün de bölge devletlerinin enerji kaynaklarından ne oranda pay alacağını veya pay almayacağını belirleyecek olan sahadaki emperyalist güçlerdir. Emperyalistlerin çıkarlarının aksine, hatta çıkarlarına zarar verecek şekilde hareket edenler dahi pastadan pay almanın dışında kalacaklardır. Çıkarlar üzerine kurulan dış politika da emperyalizme verilen tavizler ve buna paralel yapılan pazarlıklar D. Akdeniz’deki TC’nin geleceğini belirleyecektir. Zira TC’nin bu hamlesi yeni pazarlık kapısı açmış durumdadır. Ve emperyalistler bunu son sınırına dek kendi çıkarları için kullanacaklardır. En basitinden ABD, TC’nin D. Akdeniz’deki varlığını, başta S-400 olmak üzere birçok sorunda baskı aracı olarak kullanma zemini güçlenmiştir.
Sözde “oyun bozan” bu anlaşmanın geleceği şüphelidir. TC’nin Libya adına anlaşma yaptığı Trablus Hükümeti hayli sıkışmış durumdadır. Hafter’in başlattığı operasyon devam ediyor. UMH, TC’nin desteğine rağmen dayanma gücü giderek azalıyor. TC’nin ihvancılığın son kalesini kurtarma çabaları uzun vadede olumsuz sonuçlanacağının işaretleri bugünden mevcut. Nitekim şimdiden Rusya, Libya Anlaşmasından duyduğu rahatsızlığı ifade etti. Zira TC’nin Suriye’deki cihatçıları, Libya’ya taşıma planlarını biliyor ve bunu istemiyor. Uluslararası alanda emperyalizmin ortaklaşmadığı anlaşmaların geleceği ölü doğan bebek niteliğindedir.
TC devletinin D. Akdeniz’deki “oyun bozma” hamlesinin faturası ezilen yoksul halkımıza ödetilecektir. Komprador burjuvazinin çıkarları uğruna girişilen maceraların faturası bugüne dek hep emekçi halka kesilmiştir. D. Akdeniz’deki rekabet “milli dava!”, “anti emperyalizm!” olarak sunulsa da bu halkı aldatmaya dönük koca bir yalandan ibarettir. Türk hakim sınıflarının Libya halkının geleceğiyle hiçbir ilgisi yoktur. Libya üzerinden D. Akdeniz’de kendilerine yeni kar alanı açmaktan öte bir dertleri yoktur. Koparılan “fırtınanın” özü özeti bundan ibarettir.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 26 Aralık 2019 tarihli 51. sayısından alınmıştır.