Latin Amerika’da Gerici Kliklerin Dalaşı ve Halkın Dizginlenemeyen Öfkesi

[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]

Latin Amerika genelinde siyasal şekilleniş birçok ülke arasında benzer ve birbirini etkileyen yönler taşımaktadır. Bu bölgede yer alan ülkelerin sosyo ekonomik ve kültürel derin bağlarının oluşu, siyasal olarak da geniş bir ilişki ve etki ağı oluşturmaktadır. Belirli periyotlar içerisinde iktidarların politik söylem ve yönelimlerinin de benzer şekilleniş içerisinde olduğu görülmektedir.

Latin Amerika, ABD emperyalizminin kapısı sayılacak bir bölge olmasından kaynaklı her zaman emperyalist çekişmelere sahne olmuştur. Latin Amerika halklarına emperyalistleri ve yerli uşakları ağır sömürü ve zor yaşam koşullarını dayatmıştır. Yakın tarihi sürekli olarak başta ABD emperyalizmi olmak üzere emperyalistlerin talan ve saldırıları ile örülü olan Latin Amerika ülkelerinde bu durum halk içerisinde derin bir anti emperyalist damar oluşturmaktadır. Ayrıca Küba ile başlayan devrimci süreçler ve devamında birçok ülkede “sol” ve anti emperyalist söylemleri referans alan iktidarların başa gelmesi ile bir gelenek de oluşmuştur. Bu “sol” iktidarların büyük kısmı daha çok revizyonist karakterde ve “anti-Amerikancı” söylemler ile ortaya çıkmakla birlikte bölgede derin bir devrimci gelenek de mevcuttur. Karşılığında ise son yıllarda özellikle etki alanını genişleten, açık neoliberal yönelimleri ile öne çıkan sistem içi klikler boy göstermektedir.

Peru’da komünistlere yönelik katliam, tutuklama ve halka yönelik baskı ile bilinen faşist Fujimori iktidarı ve sonrasında aktif bir şekilde neoliberal politikaların inşası sağlanmaya çalışıldı. Halk üzerindeki baskı ve sömürü devam ederken, dünya çapındaki süreklileşen krizlerin etkisi ve toplumsal dinamik sebebi ile görece sol görünümlü iktidara ihtiyaç duyan Peru’da 11 Nisan 2021 yılında Pedro Castillo iktidara geldi. Peru’da, Peru Komünist Partisi’nin etkin olduğu ülkenin kuzey bölgesinde, ailesinin komünistlere karşı faşist devlet bünyesinde aktif görev aldığı ve “devriye görevlisi” olarak çalıştığı bilinen bir figür olsa da sol-sosyalist söylemler ile seçimlere katılmıştır. Yoksulluk ve açlığa karşı sokaklarda başlayan yoğun kitle hareketleri üzerinden yükselen Castillo, Alberto Fujimori’nin kızı ve politik olarak devamcısı Keiko Fujimori’ye karşı seçimi kazandı. Devamında klik çatışmaları sertleşerek devam etti. Castillo, ilk etapta klik çatışmalarını yumuşatabilmek için kabinede birçok rakip kliklere bakanlıklar verirken, açılan bu alan zaman içerisinde kendi aleyhine işledi. Ekonomik ve sosyal hayatta ağırlaşan yaşam koşulları ve katlanılmaz boyutlara ulaşan sömürü ile birlikte sokak hareketlerinde ortaya çıkan yükselme, Castillo’ya olan halk desteğinin de azalmasına yol açtı. 2021 yılında göreve başlamasından bu yana 3 kez yasama yetkisini elinde tutan Peru Kongresi tarafından görevden alınma girişimi ile karşı karşıya kaldı. İlk iki oylamada görevden alınması için yeterli oy yakalanamazken, 1 Aralık’ta yapılan oturumda Kongre, Castillo’nun görevden alınması için yeniden sunulan önergeyi kabul etti. Kabine’de ve Kongre’de muhalif kliklerin üstünlüğü ele geçirmesi ile birlikte bu önerge Castillo tarafından ciddi bir tehdit olarak algılandı ve Kongre’nin feshini açıkladı. Castillo bu girişimi ile Kongre’yi “ülkede bir kongre diktatörlüğünün” önüne geçebilmek için feshedeceğini ve anayasanın yeniden oluşturulacağını belirtti. Bizzat kendisi tarafından ülkede “sağcı” ve “neoliberal” olarak bilinen unsurları kabine ve kongreye yerleştiren Castillo, böylece olağanüstü hal ilan ederek Kongre’yi feshetti. Ancak hızlı bir şekilde kendi hükümetinden gerçekleşen istifalar ve tepkiler ile birlikte, Anayasa Mahkemesi’nin ve Kongre’nin de direnci sebebi ile askeri darbe çekincesi sonucu girişimini tamamlayamayan Castillo tutuklandı. Yerine ise yardımcı Dina Boluerte getirildi, ancak bu gelişmelerden sonra halk sokaklara akın etti. Devam eden çatışmalarda onlarca kişi hayatını kaybederken yüzlerce kişi de yaralandı.

Latin Amerika ülkeleri için, rutin sistem içi siyasal yaşamın parçası olan sert klik mücadelelerinin bir diğer yaşandığı alan ise Brezilya’dır. Son yıllarda dünya çapında oldukça bilinen bir figür olan faşist Bolsonaro 31 Ekim’de gerçekleşen seçimlerin ardından iktidardan düştü. Özellikle pandemi döneminde izlediği halk sağlığını hiçe sayan uygulamalar ve söylemler, toprak mücadelesi veren köylülere yönelik yoğun saldırıları, ülke kaynaklarının emperyalist tekellere daha pervasız bir şekilde peşkeş çekilmesi ile anılan Bolsonaro dönemi böylece sona erdi. Rakibi Lula da Silva, Peru’da Castillo ile benzer bir şekilde yine sendika kökenli bir aday olarak geçmişte de başkanlık yapmış, ancak 2010 yılında görevi bırakmasının ardından yolsuzluk iddiaları ile 2011 yılında hakkında davalar açılmıştır. Daha sonra bir süre hapis yatmasının ardından 2019 yılında yeniden tahliye olmuş ve Bolsonaro’nun seçim sürecinde en büyük rakibi olarak ortaya çıkmıştır. Seçim sürecinde Lula da Silva’nın en büyük vaatleri arasında Bolsanaro’nun yargılanması ve tüm uygulamaların tersine çevrilmesi yer almaktaydı. Sert çekişmeyi kaybeden Bolsonaro, Brezilya’yı terk ederek ABD’ye yerleşti.

Yine Şili, Arjantin gibi diğer ülkeler de dahil olmak üzere benzer biçimde sistem içi siyasal şekillenişin olduğunu belirtmek mümkündür. Şili’nin son devlet başkanı Gabriel Boric de 2011-2013 öğrenci hareketleri içinden sivrilmiş, anayasa referandumu vaatleri ile bir önceki saldırgan politikalar üzerinden bir politik hat tutturan Pinera’dan iktidarı almıştır. Neredeyse tüm Latin Amerika ülkelerinde birkaç dönem açık neoliberal politik söylemler üzerinden iktidarlar kurulmakta, hemen ardından ise “sosyalist” boyalı, “aşağıdan” gelen figürler etrafında şekillenen iktidarlar kurulmaktadır. Bu durum ise yine başta ABD olmak üzere emperyalistlerin bölgeyi açık ve ağır biçimde talan ve tahakküm altında tutma çabalarının, bu sebeple de özellikle halk hareketlerini ve devrimci süreçleri baskılayabilmek adına sürekli olarak politik yönelim değişikliklerinin bir sonucu olmaktadır. Ayrıca bu bağımlı yapı emperyalizmin yerli uşaklarının da kendi aralarındaki çelişmelerinde sert ve değişken olmasına yol açmaktadır. Emperyalistlerin bir yandan tahakkümünü korumak, bir diğer yandan da olabildiğince sömürü için uygun koşulların sağlanabilmesi adına açık müdahalelerde bulundukları görülmekte, ayrıca sömürünün bu derece katmerli oluşu ve bırakılan “kırıntıların” sınırlı oluşu, bu ülkelerin bağımlı yapılarını da derinleştirmektedir. Tüm bunlar halklar için ise gün geçtikçe yaşam koşullarının ağırlaşması anlamını taşımaktadır. Kıtanın sürekli olarak geniş halk hareketlerine sahne olması ise iktidar mücadelesindeki sistem içi kliklerin alacağı rengi de belirlemektedir. Açık neoliberal iktidarlar ile hızlıca ağır sömürü koşulları yaratılarak baskı artırılırken, kitlelerde öfkenin birikmesi üzerine ise bir sonraki seçimlerde “halktan” geldiği lanse edilen “sosyalist maskeli” figürler ortaya çıkmaktadır. Sandıklara katılım oranı fırlamakta, sömürü altında inleyen halkın öfkesi bir biçimde yeniden sisteme uyumlu şekilde törpülenmeye çalışılmaktadır. Devrimci-komünist hareketin zayıflığı, kitlelerin öfkesini ve isyanını örgütleme noktasındaki yetersizliği buna güçlü bir alan açarken, kitlelerin haklı isyanı da bir şekilde egemenler tarafından sistem içinde eritilebilmektedir. Ancak Latin Amerika ülkelerindeki emekçi halklar güçlü bir devrimci, anti emperyalist damar taşımaktadır.