Komünist partisinin kuruluşu kitlelerin iktidara hazırlanması ile aynı şeydir. Parti kurulmakla beraber halka dayalı bir iktidarın kavranması ve gerçekleşmesi için hayata geçirilebilir bir güzergâh yaratır. Bu güzergâh yaratıldıktan itibaren kitlelerin devrimci dönüşüm için harekete geçmesi başlar. Devrimci dönüşüm elbette en yakın toplumsal sorunlara odaklanarak başlayacaktır; fakat komünist partisinin bununla yetinmediği ve yetinmeyeceği de bilinmelidir. Kitlelerin toplumsal devrimci dönüşüm için katılacağı komünist hareket komünizme dek sürecek uzun bir süreçtir. Bununla beraber onun ilk adımı iktidarın halkın eline geçmesidir. Artık iyice öğrenmiş bulunuyoruz ki iktidar halkın eline geçmeden, güç halkın elinde olmadan halk için hemen hiçbir şey olmayacaktır ve olmamaktadır. Sözünü ettiğimiz bu devrimci toplumsal dönüşüm bütün sürecin temelidir ve bu dönüşüm olmadıkça komünist partisinin varlığı tartışmalı hale gelir veya gelmiştir. Çünkü parti bunun için vardır; ama sadece bunun için vardır.
Devrim için kurulmamış tek bir komünist partisi yoktur ve olamaz. Bu sebeple parti çalışmaları nihayet kitlelerin devrimci dönüşüme katılmalarından ibarettir. Bu öyle bir şeydir ki büyük olayların, hareketlerin, benzersiz devrimlerin ve sürekli kitlesel mücadelenin, hatta parti içi iki çizgi mücadelesinin de kaynağı bu çalışmalardır. Bu çalışmaların binlerce biçimde gerçekleşeceği, komünist partilerin kuruluşunun da bir seferle sınırlı kalmayacağı; ama her yeni durumda, önemli dönemeçte yeniden gerçekleşeceği deneyimin ve bilimin bize öğrettiği kesin bir gerçekliktir. Kuşkusuz komünist partilerin kuruluşlarda dayandıkları bir temel ilke ve ona bağlı geliştirdikleri özel, onlara has ilkeleri vardır. Her yeniden kuruluş da bu temel ilkenin ve geliştirilen ilkelerin somutlaştırılması, süreçlere uygun geliştirilmesidir. Sırf bu nedenle ilk kuruluş özümüzdür ve onu asla unutmamalıyız; unutmak kendini kaybetmek, alelade bir parti olmaktır. Böyle bir unutmanın temelinde iktidar perspektifinden uzaklaşmak vardır; devrim için, halkın iktidarı için mücadeleden kopmak vardır; siyaseti siyasi kliklerin ilişkisine, dalaşına indirgemek geriliği, hatta gericiliği vardır. Kuruluşun temel ilkesi partinin devrim için, halkın iktidarı için bir araç olduğudur. Bugün kuruluşu hatırlamak iktidar için, halkın yönetme yeteneğinin gerçekleşmesi için mücadele ettiğimizi hatırlamak demektir. Komünist partisinin bu kuruluş ilkesini, bayrağımızın göğe yükseliş nedenini öğrenmek, anlamak ve özellikle de yaşatmak bizde ve çevremizde yaşanan türlü saçmalıklar karşısında da bilinçli davranmamız, bunların önünü almamız için zorunludur.
Sürecin gerektirdiği çalışmalara uygun örgütlenen bir parti olarak komünist partisi sınıfın çıkarlarını ön şart olarak kavramaktan, sınıf perspektifinden hiç uzaklaşmadan, hatta bundan ödün bile vermeden hareket edebilen siyasi bir oluşumdur. Halkın gücünü benimseyen ve onu harekete geçiren bir oluşum olarak komünist partisi ancak bunun, yani işçi sınıfının çıkarlarının gereklerini yerine getirdiğinde başarılı olabileceğini bilir. Bu temel özelliği onu tüm diğer politik partilerden ayırır. Bu ayırım, onun diğer partilerle rekabet eden değil, onlarla kıyasıya mücadele eden bir parti olmasının koşuludur. Dolayısıyla komünist partisinin bir ülkedeki varlığı o ülkede doğrudan siyasi iktidar için işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda yürüyen bir mücadele demektir. Siyasi iktidarın işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda ele geçirilmesi için mücadele demek mevcut diktatörlüklerin yıkılması için mücadeleden başka bir şey olamaz. Bu, burjuva diktatörlüklerle beraber burjuva siyasi düzenlerin de tümden ortadan kalkması anlamına gelir.
Proletarya diktatörlüğü burjuva diktatörlüğünden farklı olarak halkın yönetime bilfiil katılması, kendini yönetme olanaklarına ve doğallığında tüm çalışma koşullarını belirleyebilme gücüne sahip olması anlamına gelir. Bu olanaklar burjuva diktatörlüğünde tümüyle bir azınlığın elindedir; demokrasi adı altında seçimlerle aynı azınlığın kliklerinin birinden diğerine geçebilir sadece; ama asla halka verilmez.
Geçen yüzyılın ortasından itibaren, devrim süreçlerini başarıyla tamamlamış ülkelerdeki sosyalist kazanımlar tüm dünyada sosyalizm yönlü halk isyanlarına neden olurken halklar iktidarın halka geçmesini amaçlayan devrimci hareketlerle önemli ölçüde birleştiler; kendilerini bu hareketlerin doğrudan bir parçası kabul ettiler. Ulusal kurtuluş mücadeleleri emperyalizme karşı muzaffer olurken gelişmiş kapitalist ülkelerde özellikle işçi ve öğrenci eylemleri esas olarak sosyalizmin kazanımlarını bayraklaştıran bir çizgi izlediler. Buradaki belirleyici unsur sosyalizme doğru gelişen hareketin kendini yönetmesi için halka geniş olanaklar sunması, çalışma koşullarını başka hiçbir zamanla ve durumla kıyaslanamaz derecede düzeltmesi olmuştur. Halkların kendileri için bir düzen kurabileceklerine inanmaları ve kurulu böyle bir düzende özgür ve mutlu olabileceklerini deneyimlerle öğrenmeleri tüm dünyada, ama daha çok da yarı sömürgelerde komünist partilerinin kurulmasına veya revizyonizme saplanmış komünist partilerde komünist çizginin yeniden somutlaşmasına yol açtı. Halkın kurtuluşu için halka dayanan ve sosyalizm yönünde hareket eden işçi sınıfı perspektifli komünist partisi kaçınılmaz olarak halkla en ileri, özgürleştirici, güven veren ilişkiler kurar. Hem doğru çizgi hem de halkla kurulu en devrimci ilişki için gerekli koşul halka güvenmek ve halka dayalı mücadelede ısrar etmektir. Halka yukarıdan bakan ya da halka önderlik görevini ihmal eden hiçbir parti komünist çizgide başarılı olamaz. 1960’lı ve ‘70’li yıllar bize bunun en iyi örneklerini gösterdi. Birçok ülkede komünistler ancak devrimle mümkün olduğuna inandıkları işçi sınıfı önderlikli iktidar mücadelesinin bayrağını çektiler göğe… Halklar bu bayrağa genellikle kayıtsız kalmadılar. Çünkü tahammül edilemez derecede bir sömürü, yoksulluk ve geleceksizlik hali yaşıyorlardı.
Komünist partilerinin temel özelliği halkın gücünü benimsemeleri ve onu harekete geçirecek biçimde organize olmalarıdır, dedik. Dikkat çektiğimiz süreç komünist partilerinin bu özelliğinin yalın ve gerçek biçimde halklar tarafından görüldüğü, hissedildiği ya da halkların partiyle birleştikleri ölçüde bu özelliği birebir yaşadıkları bir süreçtir. Bugün eğer ciddi bir zayıflamadan, gerilikten söz ediyorsak sözünü ettiğimiz bu özelliğin de belirsizleştiğini kabul ediyoruz demektir. Her yerde egemenler devrimci hareket hakkında türlü yalanlar söylemekte, halkları, kendi düzenleri içinde kalmak dışında bir şanslarının olmadığına inandırmak istemekte ve hatta inandırmaktalar. Bunu yaparken değişmez hale gelmiş ortak noktaları “seçimlere dayanmayan ama iktidar için olan mücadeleler”i terörizm diye yaftalamalarıdır. Bu tür mücadelelerin zorbalıkla bastırılması konusunda hiçbiri diğerinden geri kalmamakta, en aşağılık, en insanlık dışı sözden veya eylemden kaçınmamaktadırlar.
Bu durum bizim için ne olağandışıdır ne beklenmediktir. Aksine bunlar belli bir sınıfın çıkarlarına dayanan düzenin korunması ve sürdürülmesi için kaçınılmaz reflekslerden ibarettir. Günümüzde asıl problem devrim iddiasındaki hareketlerin bu kaçınılmaz reflekslerin karşısında halka dayanan bir devrimci hareket geliştirmekteki başarısızlıklarıdır. Bu problemin kaynağı olarak 1970’li yılların ortasındaki gelişmelere bakılabilir. Bu yıllardan itibaren sosyalizm yönündeki hareketin gerilemesinden bahsedebiliriz. Başarısızlıkla sonuçlanan büyük devrimci hamlelerden sonra halkların daha büyük saldırılara maruz kalmaları, “neoliberalizm” denen “kapitalizmin krizden kurtuluş” politikalarıyla daha beter bir sömürü ve talanla karşılaşmaları halklarda karamsarlığa, devrime ilginin azalmasına yol açtı diyebiliriz.
Bu yeni durum komünist partilerinin tarihte bugüne kadar oynadığı rolle uyumlu değildi. Peru Komünist Partisi liderliğinde gelişen halk savaşının yarattığı iyimserlik dışında bu duruma güçlü veya etkili bir karşılık verilemedi. Tüm dünyada devrim çizgisi gerileme gösterirken komünist partileri de önemli bir zayıflama sürecine girdiler. Bunun temel nedeninin “yeni durum” karşısında komünist çizginin üretilememesi veya geliştirilememesi olduğunu vurgulamalıyız. Kapitalist düzen, halkları yoğun ve hatta ölçüsüz derecede üretmeye zorlarken hemen aynı derecede borçlanmaya, yoksullaşmaya, elindekileri de kaybetmeye sürükledi. Devrim için mücadele etmekten uzaklaşan kitlelerin bu saldırı karşısında yapabildiği tek şey egemenlerin klikleri arasında tercihlerde bulunmaktı. Komünist partileri açısından bu alt edilmesi gereken büyük bir zayıflıktır. Halkların devrim kapasitesinin egemen sınıfların klikleri arasındaki dalaşlarda sürekli bastırılıyor olması, kendi iktidarları için halkların hiçbir deneyim yaşamıyor olmaları, bunun aksine kendileri için olduğunu sandıkları “seçimli demokrasi”lerden hep mağlup çıkmaları komünist perspektifin savunduğu sınıflar mücadelesinin deneyimlerle ilerlemesi bakımından çok geri bir durumu ifade eder. Bunun aşılması olmazsa olmazdır; halkın kendisi için, nihayetinde insanlığın kurtuluşu için -biliyoruz ki bu, aynı zamanda “insan”ın kirlettiği ve böylece öldürmekte olduğu gezegenin de kurtuluşudur- sınıf mücadelesi vermesi ile ehven-i şer bir burjuva iktidarını tercih etmek üzere bir dalaş içinde olması temelden farklıdır. “Yeni durum”un neden olduğu veya yarattığı şeylerden biriydi bu… Bu öyle bir geriliktir ki komünist parti üyelerinin de yozlaşması, sözünü ettiğimiz dalaşın farklı biçimlerine angaje olmaları ya da bu içerikteki dalaşlara gark olduklarını fark edemeyecek derecede “çizgi”yi yitirmiş olmaları az rastlanan bir olay olmaktan çıkar…
Bunun türlü biçimlerini çevremizde görüyoruz ve maalesef şaşırmıyoruz artık! Oysa kuruluşumuzun temel ilkesi halkın mücadelesini iktidar için geliştirmektir. Halkın çıkarlarını, mücadelesini, ilgisini içermeyen; halkın içinde yer almadığı hiçbir süreç komünist partisinin süreci olamaz veya olmamalıdır. Devrimden çıkarı olan kesimleri kapsayan halk iktidardan tamamen uzaklaştırılırken, burjuva demokrasisinin ilkeleri bırakalım bizimki gibi ülkelerde, gelişmiş ülkelerde bile artık uygulanamaz derecede yıpranmışken iktidar mücadelesinde halkı bilinçlendirme, eğitme sorumluluğunu bir an olsun ihmal etmek bir komünist için affedilemez bir gerilik, hatta suçtur. Parti devrimin bir aracıdır ve böyle olduğu derecede üstündür veya her şeyin üstünde tutulur. Partinin bu sorumluluğuyla anılmaması, değerlendirilmemesi, eleştirilmemesi, tartışılmaması; aksine yüzünü kendine veya dar politik bir çevreye dönmesi, dolayısıyla böyle kabul edilip bu bakımdan olumlanması onun esas özelliğinin unutulmasına yol açar. Oportünizmin, çeşitli türden kaçkınlığın, hatta ihanetin yarattığı en büyük tahribat, daha önce defalarca vurgulandığı gibi örgütsel düzlemde neden olduğu yıkım değildir. Bunların yarattığı en büyük tahribat partinin kitlelere, sınıf mücadelesine dönük yüzünü aksi yöne çevirmeye zorlamalarıdır. Kuruluşumuzun temel ilkesi bize bu tahribata karşı nasıl bir duruş göstermemiz gerektiğini hatırlatır ve öğretir.
İbrahim’in, Şafak revizyonizmine karşı mücadelesinde kitlelerin devrime duyduğu inancı, güveni ve güçlü isteği özellikle kavramış olması belirleyicidir. İbrahim’in toplumsal bir devrime yönelmesi, bu anlamda devrimcileşmesi, önderlik yeteneğini günbegün geliştirmesi devrimin kitlelerin mücadelesinin bir sonucu olabileceğini kavramasıyla doğrudan ilgilidir. Onun ideolojik politik kavgalarının hepsinde belirleyici unsur olarak gerçekliğin doğruya en yakın biçimde kavranması vardır. O bu sorunu kitlelerin gerçekliği problemi olarak görüp devrimcilerin ya da devrim iddiasındakilerin bu problem karşısındaki duruşlarını veya genel durumlarını tartışır. Böylece temel aldığı şeyin daima kitlelerin hareketi olduğu da belli olur. Bu da kitlelerin mücadeledeki durumlarının anlaşılması ve bu durumlara uygun önderlik yeteneklerinin ortaya konması sorumluluğundan başka bir şey değildir.
“Proleter devrimciler bugün, hızla gelişen işçi, köylü hareketlerine yetişip yön vermekte, aralarında bağlar kurmakta, onları geliştirip olgunlaştırarak daha ileri boyutlara ulaştırmakta güçlük çekmektedirler. Bu gerçek neyi gösterir?
Bu gerçek, gerekli proleter devrimci kadroların henüz yetişmemiş olduğunu gösterir. Gerekli militanların yetişmesi başta proleter devrimci ideolojinin geniş ölçüde yaygınlaşıp öğrenilmesine bağlıdır. Öyleyse ideolojik mücadeleye hız verelim.
Bu gerçek, henüz, mevcut proleter devrimci kadroları, en verimli şekilde mücadeleye sokmadığımızı gösterir. Bu eksikliğimizi örgütlendiğimiz ölçüde gidereceğiz. Öyleyse, örgütlenmeye hız verelim.
Bu gerçek, devrimci mücadelenin henüz başlarında olduğumuzu gösterir. Yürüyen mücadelemiz belli bir ölçüde, gerekli militanların yetişmesini ve örgütlenme düzeyinin gelişmesini de etkileyecektir. Örgütlenme ve bilinçlenme düzeyindeki her ilerleme de yine mücadeleyi olumlu yönde geliştirecektir. Öyleyse, uzun sürecek bir mücadelenin henüz başlarında olduğumuzu bilelim, ona göre hazırlanalım, yarı yolda kalmayalım, aceleciliğe düşmeyelim.” (İbrahim Kaypakkaya, Bütün Yazılar, 56-57)
İşçi ve köylü hareketlerine yetişmek, yön vermek, aralarında bağlar kurmak ve olgunlaşmalarını sağlayıp daha ileri boyutlara ulaştırmak için gerekli olanları İbrahim işte böyle ifade ediyor henüz komünist partisini kurmamışken, henüz komünist bilinçle kitlelerin içinde devrimi öğrenirken! Onun buradaki yaklaşımı partiyi kurma sorumluluğunu kavradığında da gördüğümüz aynı yaklaşımdır aslında. O kitlelerin iktidarı için mücadele etmektedir; dolayısıyla kitlelerin hareketleri onun için partinin çelikleşeceği, komünist bilinci gerçekleştireceği yegâne alanlardır. Bunun dışında hiçbir yer partinin gerçekten kök salmasına, çiçeklenmesine, yabancı ve zararlı otları ayıklamasına olanak vermez. Nitekim bugün kitleler her şeye rağmen kendileri için parçalı, dağınık, politik olmaktan uzak; nihayet egemen kliklerden birine yönelen ama gene de kendi çıkarlarından hareketle eylemler gerçekleştirmektedirler. Esas olarak kaybetseler de ve genel olarak umutlarını yitirseler de kemiğe dayanan bıçağa öfke duyduklarını göstermekteler. Bunu ifade ederken devrimin kitlelerin bilincinde güçlü olduğunu düşündüğümüz sanılmasın. Halk kitleleri uzun zamandır hiç olmadığı kadar iktidara uzaktır, iktidar için mücadele etmenin olanaksız olduğuna inanmıştır. Kuşkusuz bu değişmez bir durum değildir. Nitekim dünyanın birçok ülkesinde halkların tanık olduğumuz ayaklanmaları, sürmekte olan halk savaşları ve bunların zemini olan genel kriz koşulları bize geleceğin halkların iktidar için mücadeleleriyle biçimleneceğini göstermektedir. Bu tarihin zorunlu bir uğradığıdır, kaçınılmazdır. Kaçınılmaz olmakla birlikte bu mücadeleler önderliklere de zorunludur.
Büyük devrimci mücadelelerin bugün yaşadıklarımıza benzer süreçleri yaşadığını ama bunları aşmayı başardıklarını, başardıkları için çelikleşip kitlelerin güvenini kazandıklarını asla unutmamalıyız. Etrafımızda devrime inancını yitirmiş insanların ya da egemen sınıf kliklerinden kısmi beklentileri olup devrimci propagandaya itibar etmeyenlerin varlığı biz proleter devrimcileri rahatsız etmelidir. Çünkü bu politik bilincin geriliğini, tarihsel bilginin kitlelere taşınamadığını gösterir. Bu işimizin henüz başında durmakta olduğumuzu hatırlatır. Deneyimlerimizden öğrenmediğimizi, ilkelerimize uygun davranmadığımızı ispatlar. Kitlelerin ya da proleter bilincin dışında kalanların devrime inanması genellikle kendiliğinden gerçekleşmez. Hele günümüzde uluslararası burjuvazinin çok güçlü propaganda olanakları düşünülürse ve ayrıca üretimin yeni biçimlerdeki örgütlenmesi de hesaba katılırsa kitlelerin kendiliğinden bir biçimde devrime inanması beklenmedik, olağandışı bir gelişme olabilir ancak. Bu nedenle komünistler uzun süreli bir mücadeleden ama aynı zamanda hep var olsa da bugün daha da olgunlaşan devrim için gerekli olanakların sabırla kavranmasından, geliştirilmesinden, bu yolla kitlelerin devrimci bilinçle eğitilmesinden söz etmekteler. Uzatılmış Halk Savaşı bir devrim stratejisi olarak kitlelerin zorunlu uğrağı olan devrimin sabırla ama özellikle de kitlelerin bir eylemi olarak örgütlenmesidir. Bu ancak ilhamını kitlelerin tarihsel yürüyüşünden almış, bu yürüyüşün incelenip kavranması ve geliştirilmesinden başka bir içeriği olmayan Marksizm-Leninizm-Maoizmle ve bu ideolojiyle donanmış, kuruluş ilkesini halkın gücüne inanç ve halkın iktidarı için bir halk hareketi yaratmak olarak tanımladığımız bir partiyle, komünist partisiyle olanaklıdır. Uzatılmış Halk Savaşı büyük bir devrim hareketi olarak sadece kitlelerin bir eylemi olarak gerçekleşecektir.
“Böyle bir eylem, besbellidir ki bu eylemin muhtevasıyla sıkı sıkıya bağlı bir örgütü gerektirir. Bu örgüt, birinci olarak, her şeyden önce ve başlıca mesleği devrimci eylem olan kimselerden kurulmalıdır. Üyeler arasındaki bu ortak özellik, işçilerle aydınlar arasında ve çeşitli meslek grupları arasındaki her türlü farkı kesin olarak siler. İkinci olarak, bu örgüt, bütün şartlarda ve bütün dönemlerde mücadeleyi sürdürebilecek sağlam bir yapıya sahip olmalıdır.” (age, 98)
Burjuva demokrasisinin girdiği “içinden çıkılamaz kriz” komünistlerin önüne büyük bir devrim dalgasını getirmiş bulunmaktadır. Kuruluşumuzun temel ilkesini hatırlamak ve daha önemlisi canlandırmak ertelenemez bir görevdir. Ellerimizi halkın içinde yer almadığı süreçlerden çekip tam da onların bulunduğu süreçlere sokmak ve sürekli öğrenmek; dar ilişkiler ağı içinde ahkam kesen, sözde meydan okuyan ama halka seslenme özelliği olmayan tarzdan hızla uzaklaşmak önemli bir adım olacaktır. Komünist partisi tüm kitlesini, tüm yoldaşlarını buna, kuruluş ilkesine uygun düşünmeye, çalışmaya, davranmaya çağırmaktadır. Bu, iktidar mücadelesine odaklanmak, koşulların kitleleri iktidar için mücadeleye zorladığı bu dönemde onların taleplerine, artan öfkelerine, devrime yöneleceği belirginleşen eğilimlerine yoğunlaşmaktır.
“Mao Zedung’un deyişiyle de ‘devrimci prensiplere, Marksizm-Leninizmin devrimci tarzına göre kurulmuş bir parti olmaksızın, işçi sınıfı ve geniş halk kitleleri emperyalizme ve uşaklarına karşı yönetilemez.’” (age, 99)