[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Dünya ölçeğinde şovenizm tırmanan ve tırmandırılan bir olgu olarak önümüze çıkmaktadır. Emperyalist kapitalist sistemin merkezlerinde ve onun tüm uşak devletlerinde şovenizm adeta kanser hücresi gibi yayılmakta, çoğalmaktadır. Şovenizm tırmanmaktadır, çünkü emperyalist sistem ciddi bir ekonomik kriz girdabındadır. Tekelci mali sermaye kriz dönemlerinde de kâr iştahı ile hareket etmekten vazgeçmemekte, hatta krizleri daha saldırgan ekonomi politikalarıyla yönetmektedir. Bu saldırganlık iki temel eksende yürümektedir: Birincisi, emekçi sınıfların temel sosyal ve ekonomik haklarının tırpanlanması ve daha çaplı artı değer üretilmesi, ikincisi ise pazar alanlarının genişletilmesi, sermaye ihracı ile vurgunların büyütülmesi ve ticari avantaj sağlanmasıdır. Bu durum askeri saldırganlık seçeneği ile eş güdüm halini alarak savaş iklimini beslemektedir. Ekonomik kriz siyasal yoğunlaşmaya yol açmakta, siyasal yoğunlaşma ise savaş seçeneklerini etkinleştirmekte ve bir bütün emperyalistler ve onların uşakları bu koşullarda şovenizme ihtiyaç duymaktadır.
Emperyalist güçler hem kendi ülkelerinde hem de yarı sömürgelerde çeşitli düzeylerde şovenizmi tırmandırmaya ihtiyaç duymaktadır. Yarı sömürge ve yarı feodal ülkelerde şovenizm bu ülkelerdeki sürekli krizden ötürü sürekli ihtiyaç duyulan, diri tutulan “yabancı düşmanlığı”dır ve gerici sistemin sosyal dayanağı durumundadır. Kendilerine karşıtlık içerse de emperyalistlerin bu ülkelerde şovenizme itiraz etmedikleri, hatta nispeten bunun yolunu açtıkları görülmektedir. Emperyalizme göbekten bağlı komprador-bürokrat burjuvazinin temsilcilerinin “milli çıkarlar” adı altında Latin Amerika’dan Uzak Asya’ya, Afrika’dan Orta Doğu’ya sınıfsal nitelikleri flulaştırmaya odaklı, milli gururu ve şovenizmi güçlendiren bir sahtekârlık içinde oldukları açıktır. Yaşanan ekonomik krizle can havliyle emperyalist fon, banka ve mali kurumlara daha fazla borçlanan, bağlanan bu gericiler siyasal söylemlerinde ve diplomatik görüşmelerde yer yer sergiledikleri tutumlarda “bağımsız ve milli” oldukları mesajları vermekten geri durmamaktalar. Yoğun siyasal mücadeleler ortamında ve yaygınlaşma eğilimindeki bölgesel savaş ikliminde pazarlarını koruma ya da genişletme mücadelesi içindeki emperyalistlerin bağımlı ülkelerdeki uşaklarını politik olarak güçlendirecek ve yönetmede kolaylaştırıcı olacak şovenizme ihtiyaç duymaları eski bir olgudur. Bunu halklar defalarca deneyimlemişlerdir. Dünya ölçeğinde gelişen şovenizmle emperyalist savaş makinasının çıkarları halklar aleyhine dönmeye devam etmektedir.
Emperyalist merkezlerde de şovenist dalga ciddi bir güç kazanmaktadır. ABD’den Almanya, Fransa, Hollanda ve tüm Avrupa Birliği’ne, Rusya’dan Çin’e kadar kitleler şovenist yönelimin pençesi altındadır. Tekelci sermaye güçleri krizin oluşturduğu sonuçları yönetmek için şovenist dayanakları tercih etmektedir. Sistemlerinin uyumlu ve artık kanıksanmış parçaları haline getirdikleri popülist ve faşizme eğilimli partilerin güçlenmesi ile sistemin temelini oluşturan partiler de daha sağcı bir çizgi izlemekte, tamamen gerici bir milliyetçi tutumu toplumsal tabana yaymaktadır. Böylece “ölümü gösterip sıtmaya ikna etme” yönteminde ihtiyaç duyduğu sıtmanın yerini tutan şovenizmle kontrolü ele alabilmekte, bu etkili yönetme biçimiyle saldırılarını daha kolay hayata geçirmektedir. Bir tür afyon etkisi yaratan şovenizm halk kitlelerini en son Arjantin’de Javier Milei’de görüldüğü gibi düzenin son dönem icadı şarlatanlarına dahi yöneltebilmektedir. Hollanda’da Geert Wilders’ın seçim zaferi, Almanya’da AFD’nin yükselişi, ABD’de Trump’ın yeniden seçilme olasılığı, Fransa’da Le Pen’in konsolide oluşu ve Macron’un ona yakın yönelimi, Avrupa’da genelde şovenist söylemlerin ve tercihlerin güç kazanması gibi somut sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Emperyalistlerin uşaklarında ise uç noktalara varan şovenist dalga; Brezilya’da Bolsonaro’nun gücünü koruyan çizgisinde, Arjantin’de seçimi kazanan Javier Milei’de, Afrika ülkelerinde milliyetçi temelde gelişen askeri darbelerde, Arap ülkelerinde Filistin’i kaldıraca çevirip Arap milliyetçiliğini körükleyen egemenlerde, Türkiye’de Tayyip Erdoğan önderliğindeki AKP-MHP kliğinde vücut bulmaktadır.
“Demokratik değer, ilkeler ve kurallar bütünü” olarak pazarlanan Avrupa Birliği’nin artık fiili olarak üyelerinden de aday üyelerinden de ne ekonomik olarak Maastricht kriterleri ne de siyasi olarak Kopenhag kriterleri aradığı bir ekonomik-siyasi kriz ortamı söz konusudur. Ekonomik kriz sarmalı içinde demokratik hakların sürekli tırpanlandığı, bunun bir normal haline geldiği süreçler yaşanmaktadır. Çalışma, sosyal ve emeklilik yasaları, güvenlik yasaları sistematik bir biçimde emekçilere ve toplumsal muhalefet güçlerine yönelmiş saldırı paketleri olarak devrededir.
Faşist diktatörlük bu genel durumun yarattığı şekilleniş ve sorunların bir parçası durumundadır. Emperyalist sistemdeki ekonomik krizin kaçınılmaz tüm etkilerini halkımız yaşamaktadır. Ekonomide “yerli ve milli” olduğu ifade edilen “düşük faiz düşük enflasyon” politikasında 14-28 Mayıs seçimleri sonrası zorunlu olarak çark edilmiştir. Emperyalist fonlara ve mali sermayeye daha üst düzeyde uyumlu bir ekonomi kurmay heyeti ve asla yapısal ve sürekli olan krize çözüm olmayacak epistomolojik olarak kopulduğu iddia edilen “Ortodoks ekonomi” modeline geçilmiştir! Ancak birikim ve üretim modelindeki yapısal ve sürekli krize eklenen emperyalist sistemin krizi sorunların daha boyutlu hale gelmesini getirmiştir. Ortodoks denen politika işçi ve emekçi sınıfların tüm ihtiyaçlarına daha güçlü saldırıların paket paket hayata geçmesinden başka bir şey değildir.
Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan Hürriyet’ten Ahmet Hakan’a verdiği röportajda emekçilerin kemer sıkmaya 2026’ya kadar katlanmasının zorunlu olduğunu söyledi. Pahalılığı “Saçını toplayarak, at kuyruğu yaparak, eşofmanlarını da giyerek”, tebdili kıyafetle tanınmayacak şekilde marketleri gezerek yerinde tespit ettiğini belirtmektedir. Emperyalist fon ve bankalardan hesap açmadan yüksek faizli devlet tahvili satarak nasıl borç aldıklarını büyük bir gururla anlattı. Yine emekçilerin yaşamsal ihtiyaçları için kemer sıkmasının zorunluluğunu salık verirken “ihracatçıya ve yatırımcıya” nasıl büyük destek imkânı oluşturduklarını “açık yüreklilikle” açıkladı. Bu kesime 300 milyarlık kredi limiti açmalarını “iş gücünü korumak”, “geçiş döneminde toplumun, milletin maliyetini aza düşürmek” olarak gerekçelendirmesi de dikkat çekti. Yüzde 129 enflasyon altında ezilen, gün gün yoksullaşan ve temel giderlerini karşılamaktan sürekli uzaklaşan işçi ve emekçilere ise açılan kredi limiti 2026’ya kadar fedakârlık göstermeleri! Sonrası ise “oluşacak refah”tan nasiplenme olasılığı… Asgari ücretin asgari yaşam standartlarından uzak belirleneceği ikinci görüşmeden hemen önce belirgin hale gelmiştir. Diğer emekçiler için de hedeflenenin enflasyon oranında zamlar olacağı Mehmet Şimşek tarafından anons edilmişti. Hafize Gaye Erkan’ın gerçekleşecek zamların en azından 2024’ün ilk üç ayında enflasyon tarafından yutulacağını şu sözlerle garanti etmesi de cabası oldu: “Ulaşım ve yemek gibi hizmet gruplarında fiyat artışlarının yavaşlamasını 2024 sonunda göreceğiz. Kira ve eğitim gibi gruplarda ise biraz daha yavaş olacak.” Ekonominin kurmayından gelen açıklamalar çekilmez olan hayat koşullarının devam etmesinin kaçınılmaz olduğunun kabulü niteliğindedir.
Faşist diktatörlük işçi ve emekçilere “milli gurur ve şovenizm” sayesinde her türden zorlukla baş etmeye muktedir olduklarını empoze etme peşindedir. Filistin meselesinde de Yunan devletiyle gerginleşirken ve kardeşleşirken de emperyalizme sadakatle bağlanan ekonomik hamlelerde de savunma sanayi için ABD-Alman-Fransız emperyalistlerine yalvar yakar olurken de NATO’nun genişlemesine onay verirken de İsrail’e kafa tutup ticarette hızı bir an dahi kesmezken de her zaman “yedi düvele meydan okuyan büyük devlet” şovenizmiyle kitlelere güçlü kampanyalarla saldırılmakta, kitlelerin bilinci dumura uğratılmaktadır. Bu şekilde kitlelerin öfkesi zincirlenmektedir.
Diktatörlüğün sosyal dayanağı olan Türk şovenizmi mücadelenin her aşamasında hedefimiz olmalıdır. Kürt ulusunun özgürlüğünü Kürdistan’ın dört parçasında da hedefe koyan, Türk halkının kurtuluş bilincini körelten şovenizm sürekli ve sistemli şekilde, her cephede komünistlerin yöneldiği hedef olmalıdır. Bu dayanağı tüm mücadele alanlarında parçalamaya yönelmek, sistemin politik krizini derinleştirmek, yönetme kabiliyetini sınırlamak açısından hayati önemdedir. Şovenizm halkımızın devrimci bilincine saldırıdır, alt edelim!