Kadınlar tüm tarih boyunca insanın sağladığını büyük başarılarda daima önemli roller üstlendiler. Buna karşın teorik açılımlar ve sorumluluklar bakımından mücadelede hak ettikleri derecede yer alamadılar. Aksine küçümsendiler, iradeleri baskı altına alındı, onlara en fazla erkeklerin yardımcısı olarak yer verildi. Bugün de kadınlar hak ettikleri derecede değer görmüyor. Oysa bugün kadınların gücü, tarihte oynadıkları rol eski zamanlardan farklı olarak, biliniyor. Kadınların rolünü inkâr etmek bugün sahip olduğumuz tarih bilgisiyle olanaksızdır. Bu türden bir inkâra devam edenler su katılmamış gericilerden başkaları değildir. Bu rolü hatırlatmak, teorik düzlemde daha güçlü tanımlamak, mücadeledeki sorumluluklarda kadınlara kadın hareketini yükselterek konumlar sağlamak bu gericilerin alt edilmesi için bir görevdir. 8 Mart bilinci bu görevin temelidir.
8 Mart, 2. Enternasyonal partilerine bağlı komünist kadınların 1910 yılındaki toplantısında Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak ilan edildiğinde artık kadınların kendileri için örgütlenmesi, kendileri için bir araya gelmeleri, tarihsel ilerlemedeki büyük rollerinin farkına varmaları için de büyük bir adım atılmıştı. O günden bugüne emekçi kadınlar ezilen halkların ve işçi sınıfının mücadelesinde daha bilinçli olarak yer aldılar. O günden bugüne kadın hareketi büyük bir gelişim gösterdi. Hem teoride hem de politikada kadın önderler dünya devrimci hareketinin gelişmesine yaptıkları katkılarla tarihteki makus talihlerini geride bırakmaya başladılar. Bu yolda ilerlemek gerekiyor. Henüz yıkmamız gereken duvarlar, aşmamız gereken dağlar, yenmemiz gereken zaaflarımız var.
Geçmişten bugüne yükselen kadın mücadelesi bu duvarların yıkılacağının, dağların aşılacağının, zaafların yenileceğinin garantisidir. İşçi sınıfının kurtuluşu bakımından da olmazsa olmaz olan kadın mücadelesinin bilimsel ve sınıf bakış açısından hareketle gelişimi bunun için özel bir koşul olarak önemsenmelidir.
Bilelim ki kadınların mücadelesi olmadan ilerlemek artık olanaksızdır, bununla birlikte kadın mücadelesinin gelişimi de sınıf bakış açısından beslenmesine ve bilimsel bir içerikte olmasına bağlıdır. Önümüzdeki yılların devrimci yönde ilerlemesi kadınların kurtuluşu için de zorunludur. Dünya üzerinde çok fazla sorun, çok fazla gericilik ve bunları üreten hâkim güçler var. Bu güçler nihayet burjuva sınıf bakış açısından beslenen güçlerdir. Bunların yenilgisinin işçi sınıfının nesnel olarak bilimsel bakış açısından geçtiğini bilmek durumundayız.
Dünya her geçen gün artan savaş tehdidi altında bir avuç zorbanın iradesine boyun eğmiş durumdadır. Bu bir avuç zorba dünya halklarına derin ve değişmez bir yoksulluk, sürekli büyüyen ve yayılan bir gelecek kaygısı, bireycilik adı altında yalnızlık ve en sonu savaş dayatmaktadır. Savaşlar devletler, uluslar, yer yer de mezhepler arasında görülse de nihayetinde sınıflar arasındaki çelişkilerden beslenmektedir. Uluslar arasındaki mücadele bu çelişkilerin bir uzantısıdır. Cinsiyetler arasındaki eşitsizlik de nihayetinde sınıflar arasındaki çelişkilerden ya beslenmekte ya da etkilenmektedir.
Filistin’de, Ukrayna’da, Yemen’de, Libya’da, Sudan’da ve gerilimin her an savaşa dönüşebileceği daha bir dizi ülkede ölüm halkların yaşamında en vahşi biçimde yoğunluğunu sürdürmekte; halktan insanlar kendilerinin hiçbir çıkarının olmadığı savaşlarda ya ölmekte ya da her gün onlarca cenaze kaldırmaktalar. Bu ölümler kadınların omuzlarındadır. Ya ölmekteler ya cenaze kaldırmaktalar ya da zorla göç ettirilmektelerdir. Bu savaşlar büyük tekellerin, güçlü devletlerin çıkarları uğruna çıkmaktadır ve çok ağır yük taşıyan kadınların sırtına bir de savaşın yükü binmektedir. Bu savaşlar yaşamı kadınlara zehir etmektedir. Savaşların kadınlar üzerine yığdığı ağır yükün kadın mücadelesinde önemli bir neden olması için bu yeterlidir. Bugüne kadarki tüm haksız savaşlarda erkek egemen zihniyetin kabuğu güçlenmiştir. Bu kalın kabuğu kadının mücadelesinin de içinde olduğu haklı savaşlar kıracaktır. Emekçi kadınlar gününde yumruklarımız bugün daha çok haksız savaşlara karşı kalkacak…
Kadınların haksız savaşlarda maruz kaldığı ağır şiddet farklı düzeylerde her yerde kadınların karşısındadır. Cinsiyetler arası eşitsizlik tüm açıklığıyla ve yaygın bir şekilde kadınlara yönelen görünmez ya da kanıksanmış şiddetin kaynağıdır ve toplumun gelişmesi önündeki önemli engellerden biridir. Kadınların mücadelesinin hedefindeki temel sorun bu eşitsizliktir. Hemen her yerde bu eşitsizlik bir gerçekliktir ve her toplum içinde önemli derecede kanıksanmıştır. Kanıksamanın seviyesi çeşitli kampanyalarla dönem dönem azalsa da esas olarak devlet desteğiyle, geçmişin tortularının korunmasının sonucunda neredeyse değişmemektedir. Şiddete dayanan bu eşitsizlik emekçi kadınların mücadelesi geliştikçe, yaygınlaştıkça alt edilecektir.
Kadınlar ekonomik, kültürel, politik bakımdan ikinci planda görüldükleri için erkeklerin sahip olduğu olanaklardan esas olarak yoksundurlar. Fiziksel ve zihinsel olarak erkekten aşağı oldukları öne sürülerek kadınlar üzerindeki baskı toplumsal olarak meşrulaştırılmaktadır. Kadınların gerek fiziksel gerekse de zihinsel olarak aşağılanamayacakları bilimsel olarak da, deneysel olarak da kesindir. Bunun tartışma konusu yapılmasının kadınlara yönelik aşağılayıcı yaklaşımın sürdürülmesi olduğunu bilerek hareket edilmelidir. Bu toplumsal baskı ancak kadınların kendi mücadelesi ile yenilecektir.
Kadın ve erkek arasındaki eşitsizlik işçi ve emekçi kadınların emeklerinin neredeyse görünmez kılınmasında da görülmektedir. Kadınların maruz kaldığı bu açık haksızlığın görülmesi bakımından Eşit İşe Eşit Ücret talebini en yüksek sesle haykıracağız.
Kadına yönelik şiddet karşımızda göç sorununda çıkıyor. Yoksulluk, savaş ve siyasi baskılar dolayısıyla ülkemizde de büyük bir göçmen kitlesi var. Göçmen kadınların yaşadığı sorunlar normalde yaşananların çok çok üzerindedir. Cinsel şiddetin her türünü bu kadınlar yaşamaktalar. Göçmen kadınlar başka milletten, başka ülkelerden, başka şehirlerden olsa da kadın üzerindeki baskıya karşı mücadelemizde bizimle birliktedir. Yumruklarımız birlikte kalkacaktır. Erkek egemen zihniyetin bu kadınlara şiddetini devlet, sosyal ve ekonomi politikalarıyla desteklemektedir. Göçmen kadınlar mücadelemizin güçlü özneleri olmalıdır, olacaktır…
Eğitimde de kadınlar erkeklerin oldukça gerisinde haklara ve olanaklara sahipler. Mücadele ile bu alanlarda ilerleme sağlansa da henüz çok daha fazla mücadele gereklidir. Emekçi, yoksul ailelerde bu sorun çok daha büyüktür. Halkların içine atıldıkları cehalet kadınların üzerine çok daha büyük bir karanlık olarak, kâbus gibi çökmektedir. Eğitim haklarının tanınmasından sonra da kadınlar bu hakkı kullanma olanağından mahrum kaldılar. Eğitimini tamamlamış kadınların çok önemli bir kısmının mesleklerine ya başlayamadıkları, başlasalar da sürdüremedikleri ya da mesleklerinde ilerleyemedikleri herkesim malumudur. Sorunun çeşitli biçimlerinden hareketle bu eşitsizliğin çok güçlü biçimde halen sürmekte olduğunu görüyoruz. Toplumsal statüde bu sorunun varlığı belirleyicidir. Bu sorunun varlığı devrimci mücadeledeki yetersiz kadın sorumlu olgusunu da belirlemektedir. Eğitimin sağladığı bir olanağın da özgüven ve sorumluluk alanlarının genişlemesi olduğu gerçeği bunu anlamamızı sağlar.
Bu eşitsizliklerin görünür olması için büyük bir mücadele verilmekte. Bu mücadeleden asla vazgeçmeyeceğiz. Emekçi kadınların birliği için bu mücadele büyümelidir. Emekçi kadınların kurtuluşu için kadın üzerindeki her türden baskı, özellikle de cinsiyetçi şiddet sorununa karşı mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde tüm kadınları birlikte haykırmaya, yumruklarımızı birleştirmeye çağırıyoruz.
Kadınlar dayanışmayla, birlikte mücadeleyle, özgüvenle ve sorumluluk taşımakta korkusuzca ileri sıçrayarak bu 8 Mart’ı gelecek için bir muştuya dönüştürmelidirler. Genç kadınların bu muştuya ihtiyacı vardır. Gerçek kurtuluşu arayanların bu muştuyla coşkulanacakları kesindir…