Erdoğan-AKP iktidarının 15 Temmuz darbe girişiminin ardından başlattığı saldırı dalgasının bir yanını da Kürt Ulusal Demokratik Mücadelesi’nin kazandığı yerel yönetimler oluşturdu. Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname ile Demokratik Bölgeler Partisi’ne (DBP) ait 102 belediyeden 96’sına kayyım atandı. DBP’li 68 belediye eş başkanı tutuklandı. 11 Eylül 2016’da tarihinde başlayan ve Kürt ulusunun kazanımlarının ve iradesinin gaspı olarak değerlendireceğimiz bu saldırının üzerinden iki buçuk yıl geçti. Şüphesiz bu iki buçuk yılda kayyımların yarattığı tahribat ve geride bıraktığı “enkaz” büyüktür. Bu saldırının yarattığı tahribatın “büyüklüğünde” KUH’un kayyıma karşı izlediği mücadele hattının yetersiz ve ve istenilen düzeyde olmayışının etkisi büyüktür.
Kayyım politikası kendi içinde bir çok hedefi barındıran bir saldırıdır. Birincisi; Kürt Ulusal Demokratik Mücadelesi’nin kazandığı mevzileri gasp etmek. İkincisi; Demokratik kazanımların yarattığı değerlere yönelmek, ortadan kaldırmak. Üçüncüsü; İnkar, asimilasyon ve yok sayma politikalarıyla Kürt ulusunun tarihsel, kültürel ve geleneksel değerlerini imhaya yönelmek. Dördüncüsü; Ezen ulusa ait gerici, faşist ve tekçi politikaları bölgede hayata geçirmek.
İki buçuk yıllık süreçte kayyımlarım “icraatları” bu ayaklar üzerinde yükselmiş ve hayata geçirilmiştir.
ASİMİLASYON VE İNKAR POLİTİKALARININ KURUMSALLAŞMASINDA KAYYIMLAR
Kayyımların belediyelere gelişi de uygulamalarının habercisi niteliğinde olmuştur. Kayyımların ilk icraatı “atandıkları” belediyelere bayrak dikmek olmuştur. Bu kültür kuşkusuz TC’nin fetih kültürünün bir uygulamasıdır. Aynı bayrak dikme hadisesi Efrin işgalinde de karşımıza çıkmıştır. Bu tarihsel bir tekerrür değildir. Ehmede Xani’nin heykelini yıkan zihniyet ile Efrin’de Demirci Kawa heykelini yıkan zihniyet aynıdır ve beslendikleri öz birdir. Bu anlamıyla kayyım uygulamalarının her birinin altında yatan politik muhtevayı incelemek gerekmektedir.
Kayyımlar atandıkları günden başlayarak en çok Kürt kültürüne, sanatına ve diline yönelik icraatlarıyla konuşuldu. İlk olarak belediyelerin desteklediği ve gelenekselleşen festivallerin tümü iptal edildi. Kültür-sanat kurumları kapatıldı, çalışanları işten çıkarıldı. Belediyelerin çocuk kreşlerinden Kürtçe eğitim kaldırıldı. Parkların ismi değiştirildi, heykeller yıktırıldı, kütüphaneler kapatıldı.
Kürt ulusunun belleğiyle bütünleşen simgeler ve semboller kayyımlar eli ile ortadan kaldırıldı. Mêrdîn’in (Mardin) Qoser (Kızıltepe) ilçesinde 2004 yılında babasıyla birlikte 13 kurşunla katledilen 12 yaşındaki Uğur Kaymaz anısına belediye tarafından yaptırılan heykel ile Kürt şair, edebiyatçı ve filozof Ehmedê Xanî anısına Bazîd’te (Doğubeyazıt) yapılan heykelin yıkılması; Roboski anıtının kaldırılması vb. bir dizi uygulama kayyımların Kürt değerlerine ve belleğine duyduğu tarihsel düşmanlığı kanıtlar niteliktedir.
Ezen ulus milliyetçiliğinin en bayağı hallerini kayyım uygulamalarında görmek mümkündür. Kürt dili ve kültürü ile ilgili olan kurumları asimilasyon merkezlerine dönüştürmüş, buralarda dini eğitim adı altında “Türk-İslam” kültürü aşılanırken, Kürt çocukları çeşitli kampanyalar adı altında Türkiye’nin
batısında ki kentlere götürülerek, Türk milliyetçiliğinin propagandası yapılmıştır.
SÖZDE “HOŞGÖRÜLÜ”, ÖZDE FAŞİST KAYYIMLAR
Kayyımların uygulamaları ve politikaları bulundukları il ve ilçelerin özgünlüklerine göre çeşitlilik göstermektedir. Bu konuda Dersim’e atanan kayyım çarpıcı bir örnektir. Özelde Dersim halkının temel hassasiyetleri “gözetilerek” atanan bu kayyım sözde “kucaklayıcı”, “ayrımcılık yapmayan”, “hoşgörülü”, “adil” ve “başarılı” bir kişi olarak özellikle burjuva medyada sürekli gündemleştirilmektedir. Hatta halk arasında bu kayyımın “Alevi” olduğunun bile propagandası yapılmıştır. “Papazlık”ta mahir bu pek “hoşgörülü” kayyımın üzeri biraz kazıldığında azılı bir tekçi-faşist vali olduğu hemen fark edilmektedir. 23 Nisan’da Dersim/Aliboğazı’na yapılan ve iki halk savaşçısının şehit düştüğü operasyonda valinin askerlerle verdiği poz bize kayyımın asıl karakterini göstermiştir. Kayyımların bu yönlü “papaz”lıkları bölgede “kalıcı” hale gelme isteminin bir sonucu olsa da halk nezdinde maskeleri düşmüştür.
RANTIN, YOLSUZLUĞUN VE TALANIN ADRESİ: KAYYIMLAR
Son günlerde kayyımların karıştığı yolsuzluklara dair bir dizi haber yayımlanıyor. İçişleri Bakanlığı DBP’li belediyelere atanan 9 kayyımın görevine yolsuzluk, ihaleye fesat karıştırmak gibi suçlardan haklarında hazırlanan rapor doğrultusunda son verdi. Yolsuzluk, talan ve rant ile simgeleşen AKP-Erdoğan iktidarının atadığı kayyımlardan da benzer haberler gelmesi bizlere “mal sahibine çekmezse haramdır” sözünü hatırlatıyor.
Yine kayyımların gasp edilen belediyeleri önceki döneme göre ciddi oranda borçlandırdığı ortaya çıktı. Cizre, Halfeti ve Dersim belediyelerine atanan kayyımların geride bir “enkaz” bırakıyor olması da bilinçli yürütülen bir politikanın sonucu olmuştur.
KAYYIMA KARŞI MÜCADELE VE GÖREVLER
Kayyım saldırısına dair bu genel tablonun yanında Kürt Ulusal Hareketi’ne, özelde HDP’ye yönelik kayyım saldırısına ve seçilmişlerin tutuklanmasına karşı izlediği politikayla ilgili eleştirilerimiz vardır. Meseleyi sadece faşizmin kayyım saldırısı ya da seçilmişlerin tutuklanması olarak görmüyor, nasıl bir ülkede ve hangi koşullarda yaşadığımızı biliyoruz. Bizce asıl mesele kayyım saldırısı ve seçilmişlerin tutuklanması karşısında izlenecek politikada anlam kazanmaktadır. Özü direniş ve mücadele olan, halkın emeğini, gücünü sahiplenen bir politikanın yeteri kadar izlenmediğini söylemek gerekir. Bu alanlara yüklenen büyük misyonlarla, kazanımların korunması arasındaki ilişki ters orantılıdır. Tayyip Erdoğan, “yerel yönetimler de bizim için bekaa sorunudur” sözleriyle kayyım saldırısının ve tehdidinin devam edeceğini ifade ediyor. Bu saldırı tehdidine karşı HDP nezdinde yürütülen “Ya Me Ye” yani “Bizimdir” propagandası anlamlı olmakla birlikte olası kayyım saldırısına karşı bir mücadele ve direniş programını içermemektedir. Bu noktada HDP’nin halkı kayyıma karşı aktif bir mücadele hattına yakınlaştırması, olası kayyım saldırılarını boşa düşürecek “sivil itaatsizlik” dahil bir dizi eylem planını içeren bir mücadele hattı örmesi gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki bu saldırıya set olacak tek güç halkın örgütlü gücüdür.