Kürt Ulusal Hareketinin Filistin Politikasının Kökenleri-I

[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]

KUH’un (Kürt Ulusal Hareketi) Aksa Tufanı ile yeni bir sürece evrilen Filistin direnişiyle ilişkilenmesine ve yaklaşımlarına dair bir önceki sayıda değerlendirmelerde bulunmuştuk. Söz konusu değerlendirmelerde KUH’un ulusal bir davanın temsilcisi olmasının getirdiği sorumlulukla hareket etmediğini, açıklamaları bağlamında eleştirdik. Kürt Ulusal Mücadelesinin eleştirilen politik pozisyonunu anlamak adına salt geçmiş tarihsel ilişkilerine değil aynı zamanda yakın tarihteki gelişmelere, KUH’un tarihi içerisinde yaşadığı paradigma değişikliklerine ve bu değişiklerin nedenlerine de bakmak gerekiyor. Bu yöntem bize kuruluşunda Filistin davasıyla doğrudan bağ kuran, fiili olarak Siyonizmle savaşan KUH’un bugün neden tezat bir pozisyon aldığını anlamakta fayda sağlayacaktır.

SOSYALİZMİN SİYASAL YENİLGİSİ SONRASI ULUSAL DAVALAR

20. yüzyıldaki sosyalizm deneyimlerinde komünist hareketlerin aldığı yenilgiler, özellikle de “sosyalist kamp” denerek içerdiği tüm burjuva hastalıkların ve bunalımların sosyalizme mal edildiği Rus sosyal emperyalizminin sosyalizm maskesini çıkarması ideolojik-politik anlamda bir dizi yeni gelişmelere neden oldu. Burjuvazinin “büyük anlatılar bitti” yaygarası üzerinden ideolojik hâkimiyeti eline aldığı bu özgün dönemde sosyalizmin siyasal yenilgisi ideolojik alanda Marksizm’in likidasyon sürecini etkiledi. Bu süreç, sözde Komünist Partilerin Marksizm gömleğini çıkararak kepenk kapatmasına neden olurken ulusal mücadelelerin seyrini ve niteliğini etkiledi. Büyük Ekim ve Çin Devrimlerinin ezilen ulus mücadelelerine etkisi buradaki mücadelelerin zor ve devrimci politikayla çözümü içermesiydi. Çin’de, Mao’nun ölümünden sonra başlayan Dengçi kapitalist yolcu çözülme, Rusya’da Kruşçev’in başını çektiği tasfiye, sosyalizmde geri dönüşler meselesi olarak pratikleşen süreçler oldu. Bu süreçlerin bir sonucu olarak artık ezilen ulusların mücadelesi emperyalist zincirin halkası olmak ya da barış ve müzakereye dayalı reformist bir çizgiye savrulmak arasında sıkışacaktı. Filistin’de FKÖ’nün Siyonist İsrail devleti ile bu devleti kabul ederek uzlaşması, FARC’ın müzakere odaklı politik programı vb. ulusal sorunlarda devrimci çözümü içermeyen savrulmalar yaşandı. Denilebilir ki bu sürecin ana karakteri ulusal çelişkilerin kalın çizgilerinin yerini yumuşatılmış hatlar ve bu hatlarla uyumlu politik çerçeveler almıştır.

Toplumsal bilimler alanında büyük bir hegemonya kuracak olan yapısalcılık, post-yapısalcılık, yapı-sökümcülük gibi akımlar Marksizm’in revize edilmesinde temel kaynaklar olarak ulusal mücadelelerin gündemine bu süreçte girmişlerdir. Bu akımlar sosyalizmde geri dönüşlerle birlikte “apansız” ortaya çıkmadılar, uzun bir tarihsel arka plana sahiptiler. 20. yüzyılın son on yılında postmodernizmle başlayan bu “ikona kırıcılık”, 21. yüzyılın başında aktif sol ve komünist partilerde sisteme alternatifler üretme, komünizm propagandasını çeşitlendirme ve örgütlenme sorunlarını aşma çabaları içerisinde yankı bulmaya başlamıştır. Bu süreçte dünya ölçeğinde sınıf mücadelesinin yerine kimlik mücadelelerinin ikame edilmesi sağdan (gerici etnik ve mezhep hareketleri) ve soldan (ezilen ulus ve inanç hareketleri, kadın, ekoloji, LGBTİ+ hareketleri) karşılık bulması ile sınıf mücadelesinden bahsetmek anakronizm olarak görülmeye başlamıştır.* Bu akımlar sosyalizmin siyasal yenilgisini Marksizm’e içkin bir kriz olarak değerlendirme anlayışını güçlendirmiş, ulusal kurtuluş mücadelelerinin programlarında ve politikalarında yeni arayışların önünü açmıştır. Kürt Ulusal Mücadelesi de bu süreçte bir paradigma değişimine gitmiştir. Otonomizm tartışmalarından, yeni toplumsal hareketler kavramına, ekolojiden kimlik ve cinsiyet meselelerine değin geniş bir yelpazede özellikle de post-Marksist düşünürlerin görüşleri bu paradigmada büyük oranda etkili olmuştur.

YENİ PARADİGMANIN İÇERİĞİ

Ulusal sorunda “bağımsız devlet kurma” hedefinin yerini özerklik gibi Özgürce Ayrılma Hakkı’nı (UKKTH) içermeyen çözümler 1990’ların başlarından itibaren temel alınmıştır. Bu süreç içerisinde A. Öcalan tarafından geliştirilen yeni paradigmada KUH, özünde ulusal bir mücadeleye dayanmasına rağmen bölgesel çapta toplumsal mücadeleleri de içeren bir çözüm modelini -Demokratik, Ekolojik, Cinsiyet Özgürlükçü Paradigma- savunmuştur. Bu değişim o güne kadar ulusal kurtuluş mücadelelerinde görülmeyen kimi özgünlükleri -toplumsal kurtuluşu meyleden çizgi- KUH paradigmasında karşımıza çıkmıştır.

Bu paradigmanın açmazlarının ve sınırlarının Filistin sorunundaki politik konumlanışta etkili olduğunu söylemiştik. En temelde Orta Doğu’daki ulusal sorunların çözümüne devlet kurma hakkını dışarıda bırakarak yaklaşmanın Filistin özgülünde bir çözüm değil çözümsüzlük içerdiği gerçekliği söz konusudur. Çözüm modeli olarak sunulan “Demokratik Orta Doğu Konferasyonu”nda başat unsur olan “radikal demokrasi” kavramının en güçlü temsilcilerinden Alman düşünür Jurgen Habermas’ın Filistin’deki katliam sonrası yaptığı açıklama çarpıcıdır. J. Habermas, Aksa Tufanı direnişini “Hamas’ın korkunç eylemleri” parantezine almış, “Federal Almanya Cumhuriyeti’nin insan onuruna saygı yükümlülüğüne dayanan demokratik ethosu, Nazi döneminin kitlesel suçları ışığında Yahudi yaşamının ve İsrail’in var olma hakkının özel olarak korunmaya değer temel unsurlar olduğu bir siyasi kültürle yakından bağlantılıdır” sözleriyle de İsrail’in gayrimeşruluğuna meşruluk katma çabasına girişmiştir. Kuşkusuz bu Habermas’ın bunamasıyla açıklanamayacak bir gerçeklikle ilgilidir. Radikal demokrasinin çelişkilerin zora dayalı çözümünü değil çelişkileri oluşturan zıtlıkların bitimsiz uzlaşısını savunan özü, bu bağlamda ezen ezilen sınıf ve ulusların barış içinde bir arada yaşamasını salık veren öğretisi bu kez Habermas’ın sözleriyle karşımıza çıkmıştır. Habermas ve radikal demokrasi mantığının doğal sonucu olan bu sözler, ezilenin direnişini “barış” ve “uzlaşıya” mahkûm etmeyi amaçlar. Siyonizmin ve emperyalizmin Orta Doğu’da Filistin’in adım adım işgal edilmesiyle İsrail’i jandarma olarak konumlandırdığı gerçekliği mevcut sorunda “barış”ın neden -şimdilik- mümkün olmadığını gösteriyor. Filistin sorununda Arafat’ın da kabul ettiği “emperyalizm dayatmalı iki devletli” meşum uzlaşının ne denli zararlı olduğuna tarihsel gelişmeler içerisinde tanık olduk. Bu bağlamda da çelişkinin işgale rıza içeren bir uzlaşma ekseninde çözülmeyeceği açıktır. Ne emperyalistlerin Siyonist İsrail’e desteği azalmış ne de yayılmacı işgal politikaları… Buna karşın “barış”a dayalı çözüm önerilerini felsefi temelde savunmak ve ideolojik olarak bunu tutum haline getirmek mevcut egemenliğe uyum sağlayacak koşulları kabul etmek gibi tehlikeli bir pozisyona götürebilir. Bu bağlamda da KUH’un Orta Doğu’daki çözüm önerisinin, maddi dinamikleri görmekten uzak ve ütopik bir yönü taşıdığını söylemek mümkündür. Bu da bir biçimde ezilene “barış” demenin reformizmle sıkı ilişkisi olarak pratikleşir.

(Devam edecek)

*Partizan dergisi, 91. Sayı, Yeni Revizyonizm sf. 29