Yerel seçimlerin yaklaşmasıyla HDP üzerine tartışmalar yoğunlaşmaya başladı. Tartışmayı yapanlar içerisinde HDP bileşeni kişi ve gruplar olduğu gibi, HDP dışından kişiler de bulunuyor. HDP Eş Başkanı Temelli ve daha sonra Ertuğrul Kürkçü’nün Selahattin Demirtaş’a dair söylemleri, HDP içerisinde belli isimler üzerinde yürüyen tartışmalar ve artık gün yüzüne çıkan çelişkiler ideolojik ve politik krizin boyutlarını ortaya koyuyor. Hakim sınıflar zemini elverişli görmüş olsa gerek ki bu çelişkileri psikolojik savaşın bir öğesi haline getirmekten geri durmuyorlar. Hakim sınıf iktidarına hizmette dünden bugüne “papazlık” rolündeki Ahmet Taşgetiren’in “Ya HDP’nin şeytanlaştırılması Kürtlerde tepki doğuruyorsa?” başlıklı yazısından da anlayabiliriz ki iktidar bir yandan saldırırken bir yandan da Kürtlere “kucak açmanın” derdindedir. Bugünkü AKP-MHP ittifakı özgülünde belki Kürtler ciddi olarak etkilenemez fakat HDP’ye ve Kürt ulusal hareketine getirilen “yeterince Kürtçü olmadığı” ya da “ilkel Kürt milliyetçisi” olduğu ‘eleştirileri’ HDP’yi ve Kürt hareketini geriletmede pekala işlev kazanabilir.
Tartışma HDP üzerinden dönse de konu ve söylemlere bakılırsa tartışmanın Kürt ulusal mücadelesine ve Kürt Ulusal Hareketi’ne dönük olduğu anlaşılıyor. İşin içerisinde açık-gizli bir biçimde Marksizm’e, devrimcilere ve özelde Kürt Ulusal Hareketi’ne karşıt söylemler olduğunu düşünürsek tartışmanın aynı zamanda bir psikolojik savaş işlevi kazandığını belirtebiliriz. Son dönem gündemde belli bir yer işgal eden bu yazı ve tartışmaları ortaya koyarken, güncel anlamları ötesinde Kürt ulusal mücadelesinin yaşadığı tıkanıklıklara, bunların nedenlerine ve aslında Demokratik Halk Devrimi mücadelesini de ilgilendiren boyutlarına değinmek yerinde olacaktır. Çünkü güncel bir mesele gibi gözüken birçok sorunun temelinde Kürt ulusal sorununun temel tartışmalarını bulmak mümkün. Tüm yazı ve tartışmaları buraya taşıyamayacak olsak da belli başlılarını ortaya koymakla başlayalım.
GazeteDuvar’da 24 Ekim’de Mücahit Bilici imzasıyla “Evrenselci kurtuluş ideolojileri ve Kürtler” adlı makale yayınlandı. Bilici, evrenselci kurtuluş ideolojilerine maruz kalan Kürtler’in kendi ihtiyaç gündemlerine yabancılaşarak başkalarının iyi niyetli ama Kürtler için lüks gündemlerine zorunlu-gönüllü yazıldıklarını, “Kürt Mehmet” olarak nöbete koş(ul)makta olduğunu ileri sürüyor. Bilici, söz konusu ideolojilere iki önemli örnek olarak sosyalizm ve İslamcılığı belirterek, her iki ideolojik çizginin de “Kürtleri görünmez, Kürtlüğü ise lüzumsuz” hale getirdiğini iddia ediyor. Bilici’nin şu ifadeleri, bu eleştirilerin arkasındaki fikirleri ortaya koyuyor: “Kürtlerin Kürt siyasi elitine şunu sorması gerekiyor: Eğer derdiniz demokrasiyse silahın ne işi var? (…)Dünyanın hiçbir yerinde terörle demokrasi inşa edilmemiştir. (…) Kürtler açısından bir karşılığı olmayan ütopik bir evrensel kurtuluş romantizminden artık Kürtlerin yakalarını kurtarmaları ve somut sonuçlar alacak bir siyaset biçimi üretmeleri gerekiyor.” Evrenselci ideolojilere karşın milliyetçiliğin “körlüğüne” de kapılmamak gerektiğini belirten Bilici, Kürtlerin egemenliğinin tanınmasının öncelikli olduğunu vurgularken diğer yandan da demokratik bir aradalığın bir ideal olarak korunması gerektiğini savunuyor.
Söz konusu yazılar içerisinde en dikkat çekenlerden birisi Sharo I. Garip imzalı “Kürt hareketinde sol kayyımlar” (GazeteDuvar) adlı yazı oldu. Türkiye solu ve sağının “Türklük sözleşmesi” üzerinden örgütlendiğini iddia eden Garip, yükselişini Kürt yurtseverlerine (milliyetçilerine) borçlu olan Kürt silahlı hareketinin Türkiye’deki marjinal sol ile tekrar bir ortaklık/kardeşlik projesine dönmesinden dem vuruyor. Garip, Kürt silahlı hareketinin iki ideolojik damardan beslendiğini belirterek bunları Türkiye sol hareketi (ki ona göre İttihat Terakki damarına dayanmaktadır) ve Kürt ulusal damarı-DDKO gibi hareketler olarak tanımlıyor ve Kürt siyasetinin milliyetçiliğin mobilize etme gücünü ulusal bir hedef için değil konjonktürel bir araç olarak kullandığını iddia ediyor. Uzun anlatıların ardından HDP’nin “Türkiyelileşme” söyleminin ruhen egemenden kopmuş olan Kürtleri tekrar entegre etmek gibi bir rol oynadığını ileri süren Garip, Kürt siyasetinin “beyazların kontrolü” altına girdiğini, tabanın iradesine ve isteklerine aykırı bir politika güttüğünü belirtiyor. Kürt siyasi hareketinin yeni paradigma ile yeterince olgunlaşmamış ulusal bilinci terk edip Türkiye sınıf bilinci rayına kaydırdığını ifade eden Garip, Kürdistan ve Kürtlerin artık bir “Türkiye Partisi” olan HDP’nin esas gündemini teşkil etmediğini belirtiyor. “Kürt siyaseti deyim yerindeyse Kürtlere sol kayyımlar atamıştır;(…) Kürtçe bilmeyen ve halkla organik bağı olmayan ithal/kayyım adaylar Kürtler için self colonizasyon ve self-asimilasyon sürecinin motoru olan protez aklı teknik anlamda sağlamlaştırmaktadır.” diyen Garip, Kürt Ulusal Hareketi’nin 40 yıl içinde karşıtlarına benzediğini, jakobenci bir sosyal mühendislik olarak Kemalist rejim ve Sovyet rejimi gibi geleceğin ideolojik ideal insan üretimine giriştiğini iddia ediyor ve görünürde “Kürt milliyetçiliğini” savunuyor. Garip, sonuca geldiğinde yine de HDP’ye yapılan eleştirilerin seçim koalisyonlarının yapılamayacağı anlamına gelmediğini, örneğin İtalya’daki gibi faşizme karşı demokrat, Yeşil ve sosyalistlerin koalisyonu gibi herkes kendi oyu kadar temsiliyet ve sandalye sayısına sahip olabileceğini savunuyor.
5 Kasım’da GazeteDuvar’da bu sefer İrfan Aktan’ın “HDP’yi eleştirmenin tam zamanı” ve Perihan Koca’nın “HDP ve iki uçlu eleştiri” adlı yazıları yayınlandı. HDP’yi “Kürdistani” olmamakla eleştiren görüşlere ve aynı zamanda “Kürt milliyetçiliğine” sıkıştığına dönük eleştirilere yer veren bu yazılar, diğer yazılar gibi tek yanlı, manipülatif itham ve iddialar taşımasa dahi HDP’nin eleştirilebilir olması gerektiğine dair vurgular dikkat çekiyor. 13 Kasım’da yine GazeteDuvar’da, “Kürt Hareketinde Sol Kayyımlar” yazısına cevap olarak Veli Saçılık-Osman Özarslan imzalı “Sharo Garip’e cevap: Kürt hareketinin çatlaklarında yeşeren köygöçürenler” yazı yayınlandı. Garip’in yazısını KDP menşeli çiğ düşünceler için tutarsız bir analiz ve teorik satıh inşa etmekle eleştiren yazı, birçok konu başlığında Garip’in iddia ve görüşlerine cevap veriyor.
Başka yazı ve tartışmalar mevcut olmakla beraber tartışmayı istediğimiz asıl konular bağlamında bu kadarının yeterli olduğu açık. HDP ve belli konular üzerinden Kürt Ulusal Hareketi’ne karşı psikolojik bir savaş niteliği kazanan kimi yazıların bu kadar tartışma götürmesinin belli nesnel ve politik nedenleri var. Bu anlamda “eleştirilerin” küçümsenemeyecek bir etkisi ve manipülasyon gücü olduğunu belirtmek gerekir. Komünistler açısından söz konusu tek yanlı, tutarsız ve demagojik söylemlerin amacı ve niteliği açıktır. Bilinçli veya bilinçsiz bir biçimde Türk egemenlerinin psikolojik savaşının bir aracı haline gelen bu tarz yazılar dün olduğu gibi bugün de karşımıza çıkıyor. Yerel seçimler ve HDP özgülünde bir tartışma gibi gözükse de asıl olarak Kürt Ulusal Hareketi’nin içinden geçtiği sancılı döneme hitap eden, onu hedefleyen yazılardır bunlar.
Psikolojik savaşa hizmet eden “eleştirilerin” incelikli ve kurnazca olmadığını, belli oranda da nesnellikten beslenmediğini ileri süremeyiz. Diğer yandan birçok “eleştirinin” ağacı öne çıkarıp ormanı görmeyi engellemeye; politik sorumluluk ve tutarlılık taşımamaya; asıl tartışma konularını gizlemeye ve Kürt Ulusal Hareketi’ndeki çelişkileri artırmaya odaklı olduğunu belirtmekte yarar var. Bu yaklaşımlarda en dikkati çeken ortak nokta ise Kürt Ulusal Hareketi nezdinde ideoloji ve şiddetin reddidir. Kimisi bunu “Kürt milliyetçiliği” savunusu arkasına gizlenerek yaparken kimileri “Kürtçülük” eleştirisi üzerine yapmaktadır. HDP’yi ve Kürt Ulusal Hareketi’ni bir şekilde savunan ya da ona incelikli saldırılar gerçekleştiren birçok görüşün, farkında olsun ya da olmasınlar ortaklaştığı bir konu var. Kürt Ulusal Sorunu’nun gerçek çözümünü de içeren Demokratik Halk Devrimi sorununu gündemlerine almamaları hatta reddetmeleri, Kürt Ulusal Hareketi’nin politikalarına yön veren reformizmi onaylamaları sonucunu doğuruyor. Devrim ve ulusal kurtuluş sorunundan azade yapılan her tartışma ise kendi içinde tutarlılık sorunu yaşıyor.
Örneğin Kürt Ulusal Hareketi’ne “Kürdistanileşme” ya da daha fazla “Kürt milliyetçiliği” öneren görüşler, bu önerilerini “ideoloji”yi ve “şiddeti” reddederek sunuyorlar. Bunun siyasetteki karşılığı ise Türk hakim sınıfları ve onların çıkarlarına teslim olma ya da onlarla uzlaşmadır. İleri sürdükleri görüşleri tutarlı bir biçimde ileri taşımamaları, eleştiri adı altında ortaya konan görüşlerin ezilen ulus milliyetçiliği adına radikal görünümlü aslında uzlaşmacı ve hatta gerici olduğunu ele veriyor. Diğer yandan HDP özgülünde “Türkiyelileşme”yi ve onun politikalarını savunan görüşler de devrim sorunundan bağımsız bir biçimde demokratikleşmeyi savunuyor ya da hedefliyorlar. Bu da dolaylı bir biçimde onları Türk hakim sınıflarıyla diplomasiye sürüklüyor. Sorunun esasından kaçan bu görüşler neticesinde birileri “Kürt milliyetçiliği” adına başka birileri ise “sosyalistlik” adına Kürt Ulusal Hareketi’ne ideoloji, bürokrasi ve şiddet eleştirisi getirebilmektedir. Daha fazla “Kürt milliyetçiliği”ni savunanlar “sınıf, Marksizm, devrim, şiddet, Sovyetik vb” gibi kavramlarla Kürt Ulusal Hareketi nezdinde yaşanan sorunların suçlusu olarak Marksist ideolojiyi göstermeye çalışıyorlar. Bu söylemler komünist ideolojiye ve devrimci görüşlere bir saldırı içerdiği gibi onun Kürt Ulusal Hareketi üzerindeki etkilerini silme amacı da güdüyor. Ezilen ulus milliyetçiliğinin muhtevasından bihaber söz söyleyen kimi “sol” ve “sosyalist” kişi ve gruplar ise “Kürt milliyetçiliği” eleştirileri ile ezilen Kürt ulusun kurtuluşu sorununu reformist hayallerin içine hapsetmek istiyorlar.
HDP ve Kürt Ulusal Hareketi’nin eleştirilmesi gereklidir ve birçok eleştirinin haklı nesnel, politik ve örgütsel zeminleri olabilir. Komünistler devrimci bir sorumlulukla Kürt Ulusal Hareketi’ne ve HDP’ye dair eleştirilerini bugüne kadar birçok vesileyle ortaya koydular. Ancak Kürt Ulusal Hareketi’ni ve HDP’yi eleştirme adı altında Kürt ulusal mücadelesinin haklı-demokratik muhtevasını karartmaya, onu Barzani tarzı bir milliyetçiliğin ya da reformist hayallerin kuşatmasına, son kertede Türk hakim sınıflarının çıkarlarıyla uzlaşmaya yönlendiren görüşlere karşı da aktif bir mücadele verdiler. Devrimci sorumluluktan beslenmeyen eleştiriler, Kürt ulusunun kurtuluşuna dair gerçek öneriler içermediği durumda, “masum” eleştirilerin sorumsuzluktan ve uzlaşmacı siyasetten beslendiğini açıkça söyleyebiliriz. Komünistler, devrimci bir ideoloji ve stratejiden yoksun bu “iki uçlu eleştiri”nin de Kürt ulusal mücadelesine gerçek bir çözüm önermediği iddiasındadır.
Söz konusu “iki uçlu” tartışma güncel açısından öne çıkmış olsa da tarihsel bir boyutu var. Kürt Ulusal Hareketi nezdinde bir yandan ezilen ulus mücadelesinin esas alınması (“Kürdistanileşme”) diğer yandan Türkiye’yi (“devrim”) hedefleme zorunluluğu vardır. 90’lı yılların başlarına kadar esas alınan ‘tarihte zorun rolü’ idi ve bağımsızlık üzerine kurulu bir ulusal kurtuluş mücadelesiydi. Ancak Kürt Ulusal Hareketi’nin adım adım reformist hatta kaymasıyla birlikte bağımsızlık ideali yerini özerkliğe dayalı kimi projelere ve devletle müzakere/devleti zorlama siyasetine bıraktı. Bu süreç aynı zamanda devrimci ideoloji ve stratejiden de adım adım uzaklaşılmasını beraberinde getirdi. Kürt ulusal çelişkisinin keskinliği ve enerjisi dönem dönem devrimci mücadeleleri kabartsa da uzun vadede siyasete damgasını vuran yine reformizm oldu. Fakat açık olan bir şey vardı ki Kürt ulusunun özgürlüğü Türk hakim sınıflarının iktidarının alaşağı edilmesinden geçiyordu ve bu da Türkiye devrimi ile iç içe bir meseleydi. Kürt Ulusal Hareketi, ulusal mücadeleyi yükselttiği en ileri dönemlerde dahi TC ve bu anlamda “Batı” sorunuyla karşı karşıya kaldı. Kürt ulusalcılığına dayalı olarak komşu devletlerin ilhakı altındaki Kürt hareketleriyle yürütülen “ortak” hedefler ise farklı devlet sınırları içerisinde olmanın ortaya çıkardığı farklı konumlar, hedefler, çıkarlar ve politikalar nedeniyle ciddi bir başarı elde edemedi. Kürt hareketleri içerisinde 90’larda yaşanan “brakuji”den bugün yaşanan ciddi çelişkilere kadar birçok örnek bu nesnel ve ideolojik sorunu yeterince ortaya koydu. Her bir parçada özgün çelişki ve çıkarlar baş gösteriyordu ve Kürt Ulusal Hareketi’nin T. Kürdistanı’nda özgürlüğü kazanmasının yolu yine Türkiye’den geçiyordu. Bu anlamda “Türkiyelileşme” ve “Batı” olgusunun nesnel ve tarihsel bir arka planı vardır; HDP’deki tartışmalarla ya da sadece bu dönemle sınırlı bir sorun değildir.
Kürt Ulusal Hareketi Türkiye’deki sosyal-siyasal mücadelelere eğildiğinde, buraya ağırlık vermeye başladığında T. Kürdistanı ve ezilen ulus mücadelesinden belli feragatler yapmak zorunda kaldı. Türkiye’de kitle hareketlerinin etkisi ve Kürt ulusal mücadelesinin ivmesiyle bu iki özgün mücadeleyi dönem dönem ortaklaştırma başarısı gösterilse de süreklileştirilemedi. Çünkü bu ortaklaşma devrimci bir programa sahip olmadığı için mücadelenin ve dolayısıyla çelişkilerin ilerlediği noktada dümeni belli bir yöne kırmak gerekti. Bu yön ise esas olarak müzakere, uzlaşma ve parlamento yolu oldu. T. Kürdistanı’nda radikal mücadeleler yükseltilirken dahi istisna hareketler hariç “Batı”da esas alınan reformist bir uzlaşma siyaseti oldu. Devletin kendini toparladığı, güç biriktirdiği, kitle hareketleri ve direnişleri bastırdığı koşullarda ise Kürt ulusal mücadelesi imha-inkar ve asimilasyona dayalı aynı devlet gerçekliğiyle yüz yüze kaldı.
Kürt Ulusal Hareketi’nin “Batı”ya dair siyasetinin ve HDP’nin “Türkiyelileşme” projesindeki tıkanıklığın Kürt ulusal mücadelesine olumsuz etkileri; devrimcilere, Marksizm’e fatura edilmeye çalışılsa da sorunun esas kaynağının Kürt Ulusal Hareketi’nin esas aldığı politikalarda ve bu temelde ittifak kurduğu güçlerde olduğu açıktır. Hareketin kapsamlı fiziki darbelerle örgütsel olarak geriletildiği koşullarda, seçimlere ve parlamentoya dayalı siyasetin reformist, uzlaşmacı ve sosyal-şoven akım ve güçlerle kuşatılması tesadüfi görülmemelidir. Kürt Ulusal Hareketi “Batı”daki mücadelesinde legalizmi, parlamentarizmi ve reformist güçlerle ittifakı esas aldığı müddetçe dönem dönem parlayan kitle ve seçim gücünün dolaylı olarak tersine meyletmesini engelleyemeyecektir. Kürt Ulusal Hareketi sendikalarda, demokratik kitle örgütlerinde ve toplumsal mücadele alanlarında sadece varlığını/statükoyu korumayı esas aldığı, bu mücadele alanlarını hakim sınıflara ve devlete karşı etkili mücadele alanları olarak görmek yerine reformist, uzlaşmacı ve parlamenter politikaların yedeği olarak değerlendirdiği sürece devletin saldırılarından, liberal-bürokratik kuşatmadan korunamayacaktır. Ve en önemlisi başta T. Kürdistanı olmak üzere değişik parçalardaki ulusal mücadelesine nefes boruları açamayacaktır. Dolayısıyla sorun, bu iki özgün çelişkide Kürt Ulusal Hareketi’nin hangi yönü esas aldığından öte hangi çizgiyi esas aldığı sorunudur. Kürt Ulusal Hareketi devrimci çizgiyi mi, reformist çizgiyi mi; Türk hakim sınıflarını alaşağı etmeyi mi, onlarla uzlaşmayı mı esas alacaktır? Tartışılan bütün sorunların kaynağı bu konuyla bağlantılı olduğu gibi asıl sorulması ve tartışılması gereken konu da budur.
Komünistler, bu iki özgün gerçeklik ve çelişkinin (ulusal kurtuluş ve sosyal kurtuluş) birbirini etkileyen yönlerini bilmekle beraber ancak devrimci bir strateji temelinde aynı yöne kanalize edilebileceğini savunmaktadır. Türk hakim sınıflarının iktidarını alaşağı etmeye dayalı olarak, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin etme hakkını elde edeceği Demokratik Halk İktidarı komünistlerin savunduğu tek doğru seçenektir. Belli zaman aralıklarıyla Kürt ulusal mücadelesinin tekrar tekrar yüzleşmek zorunda kaldığı gerçeklik Türkiye ve T. Kürdistanı’nın Demokratik Halk Devrimi’yle çözümlenebilecek tarihsel ve siyasi gerçekliğidir. Komünistler, faşizmle yönetilen ülkemizde Kürt ulusunun özgürlüğünü de içeren demokrasi sorununun bir devrim sorunu olduğunu bilerek, bunu esas almayan her çizginin mücadelede yalpalama ve gerilemeyi doğuracağını, Türk hakim sınıflarının ideolojik-siyasi ve fiziki saldırılarına daha fazla zemin sunacağını savunmaktadır.