Kürt Ulusal Hakları Faşizmin ve Emperyalizmin Pazarlık Konusu Değildir!

Faşist TC, kuruluşunu Lozan’da emperyalistlerle pazarlık masasında sürdürürken Kürt ulusunu inkara dayandıran bir çizgiyi de örgütleyerek gerçekleştirdi. İbrahim Kaypakkaya yoldaş Kürtlerin varlığını kabul ederek Türk hâkim sınıflarının yapmak istediğini çok sarih bir şekilde izah etmiştir: “İnönü’nün Lozan’da Kürtlerin de temsilcisi olduğunu iddia etmesi de Kürt milletinin Kendi Kaderini Tayin Hakkına açıkça bir saldırıdır. Kürt milletinin kaderini dışarıdan tayin etme alçaklığıdır. Kürt milletinin oturduğu bölgeyi Türkiye sınırlarına yani Türk burjuvazisinin ve toprak ağalarının hakimiyet alanına, emperyalistlerle pazarlık yaparak dahil etme kurnazlığıdır! Ve Türk milliyetçiliğinin en azgın bir biçimde tezahür etmesidir.” Kemalist Cumhuriyet temellerini atarken Emperyalistlerle birlikte, Kürt milletinin Kendi Kaderini Tayin Hakkını (KKTH) çiğneyerek, Kürt milletinin kendi eğilimini ve isteğini hiçe sayarak sınırları pazarlıkla tespit ettiler. Kürtleri çeşitli devletler arasında parçaladılar. Daha sonraki tarihsel seyirde ise Kürt ulusunu katliamlardan geçirdiler, hak taleplerini yok saydılar. Kadın, çocuk demeksizin ağır bir inkâr, asimilasyon ve yok sayma siyaseti izlediler. Şark ıslahat planları, inkara dayanan tarih tezleri ile Kürtlerin varlığını yok saydılar. Kürt ulusuna yönelik, durmaksızın hayata geçen katliamlar, diline ve kültürüne yönelik yasaklar, sembollerine ve bayramlarına yönelik ağır baskı ile devam eden faşist saldırganlık kesintiye uğramadı. Kürt Ulusal Mücadelesinin 1984’te gerilla savaşı ve bir bütün “kurtuluş programıyla” başlattığı mücadele faşizmin Kürt kabusunu sadece büyüttü. Ancak asla Kürt düşmanlığını ve Kürt ulusunun KKTH’sini çiğnemekten Türk egemenlerini geri durdurmadı. 

Büyük bedeller ödeyerek süren Kürt Ulusal Mücadelesini bastıramayan, yok edemeyen Türk hâkim sınıfları gelinen noktada tıpkı Lozan’da olduğu gibi Kürtlerin varlığını kabul ederek Kürt ulusunun temel siyasal haklarını çiğneme yoluna geri döndü. Artık Kürt’ün var olduğunu kabul ederek katliamlarını hayata geçiriyor, haklarını çiğniyor. Kürt varlığını, Kürt’ün siyaset yapma hakkını, kültürünü ve dilini yaşatma olanağını bir tek şarta bağlıyor: KKTH’yi asla aklından geçirmeme. Lozan’da emperyalistlerle yapılan pazarlık sonucu Kürdistan’ın dört parçada Türk, Arap ve Fars egemenliği altında oluşmuş statünün katiyen bozulmaması siyasetini temel eksen, bir varoluş sorunu olarak görüyor. Orta Doğu’da dağılan, dağılmaya yüz tutan verili sistemin Kürt ulusu lehine her bir parçada oluşan politik imkanları dağıtmaya, bozmaya ve mümkünse yok etmeye odaklanan bütünlüklü bir saldırganlık çizgisi söz konusu. Tıpkı Lozan’da Kemalistlerin “genç cumhuriyetinin” bir yüzyıl süren emellerini şimdi ikinci yüzyılda Tayyip Erdoğan liderliğinde hayata geçirmeye çalışıyor. Yine uşağı oldukları emperyalistlerle pazarlık içinde bu siyaseti izliyor. Sadece bir fark söz konusu. O da faşizmin, dağılmaya yüz tutan Orta Doğu statüsünde siyasal egemenlik sınırlarını genişleterek bunu hayata geçirme yönelimi içinde olmasıdır. Bu eksende Irak Kürdistanı’nda, Suriye Kürdistanı’nda (Rojava) işgal, ilhak ve askeri saldırganlıkla oluşan Kürt ulusal haklarına düşmanca göz dikiyor. Özellikle Türk hâkim sınıfları, Rojava’da bir Kürt devleti kâbusu ile yaşıyor.

Kuruluş temelleri hiçbir hukuki, siyasi meşruiyete dayanmayan TC Kürt Ulusal Mücadelesinin kazanımları ile varoluşsal krizlere sürüklenmektedir. Legal Kürt siyasetine hiçbir alan bırakmama, hiçbir kürsüyü kullandırmama, demokratik ulusal hakların kırıntılar düzeyinde dahi bir bilinç oluşturmaması için faşist devletin tüm mekanizmalarını devreye sokmaktadır. Seçilmiş vekilleri yargılamak, hapse atmak, belediyelere kayyım atamak, HDP-DEM parti emekçilerine günlük operasyonlarla gözaltı yapmak, tutuklamak, kazanılmış haklarını korumaya dair tepkileri polis copu ve gerektiğinde bir an dahi düşünmeksizin katliamlarla bastırmak bir rutin haline gelmiştir. Faşizm, Kürtler lehine olacak her türlü demokratik, meşru kazanımlara kırmızı görmüş boğa gibi yaklaşmaktadır. Kürt ulusal kazanımları ve Kürt ulusal hakları emperyalistlerle kurdukları masada alçakça saldırılarının, yok saymalarının, sınırlamalarının pazarlık konusu durumundadır. 

31 Mart yerel seçimleri ekonomik ve siyasi kriz içinde olan sistemin, gerici klikler arasındaki mücadelede bir güç değişimi eğilimini ortaya çıkardı. Bu durum hiç kuşkusuz AKP-MHP blokunu devletin direksiyonunda kalma, daha fazla güç kaybetmemek için CHP’yi daha fazla gözetme, daha farklı ilişki biçimleri sürdürmeye itelemiştir. Bu bir tercih değil çıkarlarına bağlı olarak gelişen bir durumdur. Bu bağlamda CHP ile AKP-MHP blokunun mücadelesi “müzakere ve çatışma” denklemi içerisinde daha fazla şekillenmektedir. Bu durum AKP-MHP blokunu, pervasız saldırılarına zorunlu bir biçim vermeye itmektedir. Bu denklem hiç kuşkusuz kitlelerin sorunları, hakları karşısında da bir başka konumlanış içinde olmasına zemin sumaktadır. 31 Mart yerel seçimleri faşist kliklerin “demokratik olgunluk, tahammül ve şöleni” söylemi altında Van’da DEM Parti’nin kazandığı seçimin gasbetmesine dönüşmüştür. Yaygın tepki ve Kürt halkının birikmiş öfkesiyle başlattığı serhildan bu saldırıyı püskürtmüştür. 3 Haziran’da ise Tayyip Erdoğan’ın “kanunun değil, hukukun konuştuğu” diye tanımladığı klasik bir kayyım saldırısı başlatılmıştır. Hakkari’de Belediye Eş Başkanı Mehmet Sıddık Akkuş, İçişleri Bakanı tarafından görevden alınmış ve Hakkari Valisi, kayyım olarak Hakkari Belediye Başkanlığı Vekilliği’ne atanmıştır. 2014’de açılmış dava, 4 Haziran’da “kanuna değil hukuka dayanan” mahkeme tarafından sonuçlandırılmış, Mehmet Sıddık Akkuş’a adeta ceza yağdırılmıştır. 

Hakkari’deki kayyım saldırısı faşizmin Rojava seçimlerini de kapsayan bütünlüklü yaklaşımının bir parçasıdır. Rojava’da gerçekleşecek seçimleri hedefine koyan faşist diktatörlük ABD emperyalizmi ile pazarlıklara girerek seçimin yapılmasını Rojava’ya askeri saldırı gerekçesi olarak tanımlamıştır. Sorunu bir “milli güvenlik sorunu” olarak tanımlayan faşizm, Kürt ulusunun hangi parçada olursa olsun bir statüye işaret edecek, Kürtlere yeni bir meşruiyet zemini sağlayacak gelişmelere ve tercih yapma imkanına düşmanlık beslemektedir. Rojava seçimlerine yönelen düşmanlığı, hiç kuşkusuz orada kurulacak sandıkların çıkaracağı sonuçlara ve onun oluşturacağı yeni imkanlara yöneliktir. Zira kurulacak sandıkların “teröristan” olarak tanımladığı Rojava statüsüne “demokratik temelde” indirilecek bir darbe olarak görülmesinden kaynaklıdır. Bu bağlamda ABD ile Kürt ulusunun haklarına yönelik pazarlıklar, Kürtlere yoğun tehditler eşliğinde önce mayısta, sonra da 11 Haziran’da seçimleri iki defa erteletmeyi başarmıştır. Kuşkusuz Kürt ulusunun iradesi, hakları ve KKTH sandıklara asla sığdırılamaz. Ulusal hakların ve özgürlüklerin kurucu öğesi asla sandıklar değildir. Ancak Rojava seçimleri Kürt ulusunun kazanımlarının bu yolla tescil edilmesini içermesi anlamıyla önemlidir. Faşizmin düşmanlaştırdığı şey tam da kitlelere sunulan ve dünya kamuoyu önünde gerçekleşecek bu tescillenme durumudur. Bunun oluşmuş dengeye demokratik zeminde güç kazandırmak olarak kavrandığı açıktır. 

Hakkari’deki kayyım saldırısı, tam da bu bağlamda okunmalıdır. Van kayyımında itiraz anonslarını yüksek perdeden duyuran CHP’nin Hakkari’ye kayyım atamasında aldığı konumlanış “devletin alî çıkarları”na oldukça uyumlu görünmektedir. Faşist diktatörlüğün Kürt ulusunun ne biçimde olursa olsun gerçekleşen iradesini yok sayan, onu çiğneyen, yok etmeye odaklı tutumunun birer parçasıdır Rojava seçimleri ve Hakkari kayyım ataması. Faşist diktatörlüğün emperyalistlerle pazarlık masasında Kürtlerin temel hakları ana konudur. Yapmaya çalıştığı şey Kürt ulusunun statüye, demokratik hak ve kazanıma işaret eden her türlü hakkını egemen ulus şovenizmiyle ezmek, çiğnemek ve aşağılık bir şekilde gasp etmek şeklindedir.

Kürt ulusunun hakları faşizm ve uşağı olduğu emperyalist haydutlar tarafından bir kez daha Kürtlere rağmen pazarlık konusu, bağlı ve bağımlı ulus statüsünün devam ettirilmesine dönüktür. Lozan’la birlikte Kürt ulusunun çiğnenen KKTH aynı şekilde yine benzer bir yolla, farklı tarihsel şartlarda ve güç dengeleri içinde gerçekleştirilmek istenmektedir. Kürt ulusunun özgürlük ve hak talebini savunalım. Faşizmin Kürt ulusunun köleliğini sürdürmeye dair saldırılarına karşı mücadeleyi yükseltelim. Kayyıma ve Kürt düşmanlığına dayanan Türk şovenizmini ve faşist diktatörlüğü devrim mücadelemizle alt edelim. Kürt ulusunun kayıtsız şartsız tam hak eşitliğini Türk halkı içinde en güçlü şekilde propaganda edelim.