[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Son günlerde önemli tartışma konularından biri “kuraklık” oluyor. En çok bahsedilen ise son 40 yılın en kurak geçen yılının 2022 olduğuydu. Meteoroloji Müdürlüğü’nün ve çeşitli kurumların verilerine göre 2022 yılının kurak ve yağışsız geçtiği gözükmektedir. Daha önceki yıllarda da benzer tartışmalar ara ara gündeme gelmekteydi. 2023 yılı itibariyle kış mevsiminin geçen yıla göre daha az miktarda yağışla geçmesi ise sorunu daha yakından görmeye neden oldu. Bu yüzden sorun daha fazla tartışılmakta ve “kuraklık” durumu ciddi tehlike olarak gösterilmektedir.
Kuraklık elbette büyük bir tehlikedir. Egemen sınıfların açıklamalarına göre özellikle “2040-2050” yılı tarihlerinde ciddi kuraklık sorunlarıyla karşılaşılacağı tahmin ediliyor. Egemen sınıfların kendilerinden bağımsız tartışması işin ironi içeren yanı. Zira yapılan konferanslar, toplantılar vs. talan düzenini değil, “fazla nüfusu” sorun olarak görüyor. Bu durum egemen sınıfların doğası gereği verecekleri bir cevap. Öyleyse kuraklık sorununa bir de ezilen sınıflar gözünden bakmakta yarar var.
KURAKLIK TOPRAĞA, KÂR YAĞIŞI EGEMENLERE
Türkiye’de kuraklığın uzun zamandır tartışılır durumda olduğunu söylemiştik. Geçtiğimiz yıllarda da sık sık gündeme gelmiş, özellikle tarımsal üretim açısından durumun daha riskli olacağı belirtilmişti. O yıllardan bu yana tarımsal üretimde azalma meydana geldi mi? Elbette ki tarımsal üretimde azalma meydana gelmekle birlikte bunun tek sebebinin “kuraklık” olmadığı aşikârdır. Zira her yıl küçük-orta ölçekli üretim yapan köylülerin artan maliyetler karşısında dağınık ve plansız üretim yaptığı bir gerçektir. Yarı kurak bir iklime sahip olan Türkiye’de mevsim koşullarına bağlı üretim miktarlarında değişmeler meydana gelmektedir. Fakat bu tek başına bir koşul değildir, esas değildir. Çünkü Türkiye’de üretim emperyalizme ve uşakları komprador bürokratik burjuvaziye ve toprak ağalarına bağlıdır. Her sayıda bahsettiğimiz küçük-orta ölçekli üretim yapan köylülerin üretim koşulları bu bağlamda gelişmektedir. Büyük toprak sahiplerinin ve emperyalist şirketlerin varlığı köylüleri ürün ekiminden tarım araçlarına, akaryakıt zamlarından gübre fiyatlarına ve ürünlerin satışına kadar birçok zincir ile bağlamaktadır. Hal böyleyken kuraklık sadece görünür sorunmuş gibi verilmektedir.
Konumuzun ana odağı kuraklık olduğundan kaynaklı, “Türkiye’de su kullanım alanlarına” bir göz atalım. Yer altı su tüketimi yüzde 39 oranında şahıs sulamalarına, yüzde 29 ise DSİ, TİGEM ve Kooperatiflere ait (2017). Diğer oranlar sanayi ve içme-kullanma suyu olarak ayrılmaktadır. Küçük-orta ölçekli üreticilerin kullanımları “şahıs sulamaları” arasında yer almaktadır. Burada dikkat çekeceğimiz yer ise TİGEM ve Kooperatifler (Pankobirlik, TORKU vd.) olacak. Tarım üretiminin üzerindeki baskılar denilince akla ilk gelenler: komisyoncular, perakendeciler, silolar, lojistik vd. olmaktadır. “Tarladaki ürünün fiyatı ile manav ve marketlerdeki fiyatlar aynı değil” söylemi de buradan gelmektedir. Bu önemli faktörlerden biridir. Küçük-orta ölçekli üreticinin ürettiği ürünün karşılığı elbette alınamamaktadır. Buradaki kazanç daha çok Kooperatiflerdeki “anonim şirketlerin” kasasına gitmektedir. Bu durum köylünün “kazançlı ürünler” ekmesini beraberinde getirmektedir. Bunun sonuncunda ise toprağa özgü ekim değil, plansız üretim sorunu açığa çıkmaktadır. Plansız üretimi dayatan ise komprador sermayedir.
Peki Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nün (TİGEM) bahsi geçen kuraklık sorunuyla nasıl bir ilişkisi var? Doğrudan bir ilişki olmamakla birlikte “sulak araziler” noktasında TİGEM bir sorundur. TİGEM 1984 yılında “tarım ve tarıma dayalı sanayinin ihtiyacı olan mal ve hizmetleri üretmek” amacı ile devlet tarafından özerk yapıda kurulmuştur. TİGEM 37 işletmeye sahiptir. Bunun 20’si ise özel şirketlere kiralanmıştır ve kiralanan araziler yıllar içerisinde artmaktadır. Kiralanan arazilerin büyüklüğünü bilmekteyiz. Bu araziler ise emperyalist şirketlere ve yerli iş birlikçilere kiralanmaktadır. Tarımsal üretimin büyük çoğunluğu da bu alanlara aittir. TİGEM’in “kamulaştırarak” kiraladığı araziler ise köylülerin tarım ve hayvancılık yaptığı bölgeleri kapsıyor. Toprakları elinden alınan köylülerin ise tarım ve hayvancılık koşulları ortadan kalkıyor.
Kuraklık bağlantısı ise sulak tarım arazilerine sahip olan TİGEM’in bu arazileri kiralamasıdır. Küçük-orta ölçekli üreticinin yaşadığı “su sorunu”, büyük toprak sahipleri için tartışılmıyor. Adana, Mersin ve Hatay illerinde pamuk, soğan, patates gibi ürün türlerinin elde edildiği tarlaların kiralarının geçen seneye göre çok arttığını dile getiren Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanı Baki Remzi Suiçmez, “Geçen sene kiralar bin 500 lira civarındayken bugünlerde dekar başına 3 bin 500 ile 5 bin liraya kadar çıktı. Amasya’da yine sulu tarım yapılan soğan, patates gibi tarlalarda geçen yıl dekar başına bin ila iki bin lira arasında olan kiralar bu yıl iki katına çıkarak 4 bin lirayı buldu” değerlendirmesinde bulundu. Geçtiğimiz günlerde de TİGEM Çukurova Tarım İşletmesi bin 545 dekar sulanabilir araziyi kiralamak üzere açık artırmaya çıkarmıştı. Sulak arazilerinin bu denli dağıtımı da köylülerin üretimini kuru tarıma yönlendirmektedir. Yetersiz yağış zamanlarında ise suya ihtiyaç duyulmaktadır. Sulama ihtiyacını karşılayacak olan küçük-orta ölçekli üreticiler ise suya ulaşma noktasında sorunlar yaşamaktadır. Ayrıca sulama maliyetlerindeki artış da sorunu derinleştirmektedir. Sondaj gibi su çıkarma yöntemleri olsa da yağış oranlarına göre yer altı su kaynakları da değişim göstermektedir. Bölgeye göre değişmekle birlikte 0-200 metre arası su bulunurken bu yıl 400 metrelere kadar inmiştir. Hal böyleyken sondaj maliyetleri de artmaktadır. Dolayısıyla köylünün suya erişimi büyük bir sorun haline gelmektedir. Plansız, çıkar uğruna yapılan baraj ve kanalların da doluluk miktarında yağış azlığından kaynaklı düşüş yaşanmıştır. Zaten bunlara ulaşımda da zorluk çeken köylülerin sorunu daha köklü hale gelmektedir.
PLANSIZ ÜRETİM DAYATILIYOR
Bir önceki sayımızda tahıl krizinin varlığından bahsetmiştik. Dünya ölçeğinde yaşanan tahıl krizi, üretimin bu yönde gelişmesine neden olmuştur. Rusya’nın Ukrayna işgali tahıl ihtiyacını açığa çıkarmış, bizimki gibi ülkelerde de üretim-tüketim bu eksende gelişmiştir. Tahıl ihracatındaki artışın sonucu olarak tahıl fiyatları da yükselmiştir. Çoğu üretici tarım arazilerine tahıl ürünleri ekmiştir. Toprak Mahsulleri Ofisi’nin Kasım 2022 Fenolojik Değerlendirme- Saha Araştırma Raporu göre “Anadolu bölgesinde mısır, ayçiçeği, pamuk ekimi yerini tahıla bırakmıştır. Yine Karadeniz, Ege, Marmara’da ayçiçeği, kanola, haşhaş, pamuk ekiminde azalma görülmüş, buğday ve arpada ise artış yaşanmıştır. Doğu Anadolu Bölgesi de yem bitkileri yerini tahıla bırakmıştır.” 2022 yılı içerisindeki tahıl üretiminin ardından stoklarda artış meydana gelmiştir. Yüksek tahıl fiyatları buna itmiştir. Son açıklanan sayılara göre ise buğday ve arpa fiyatlarında da kısmi artış yaşanmıştır. Plansız üretim diyoruz; çünkü emperyalizmin çıkarları ürün ekimini dahi belirlemektedir. Kuru tarım ürünleri olan tahılın verim oranının artırılması için filizlenme sonrası suya ihtiyacı vardır. Bu da üründen alınmak istenen verimi belirlemektedir. Sulama ihtiyaçları bu plansız üretim sonucunda daha fazla kullanılmaktadır.
Plansız üretimin sebebi de TC’nin bağımlı yapısından kaynaklı tarımsal üretim politikalarıdır. Her dönem bir ürün üzerinde reklamlar ve sözde destekler açıklayarak üreticiyi “plansız” üretime zorlamaktadır. Bu plansız üretim de “toprağın ihtiyaç dışı kullanımı” sorununu doğurmuştur. Emperyalizmin çıkarlarına göre konumlanan Türk hâkim sınıfları tarımsal üretimi de bu politikalarla yönetmektedir. Zaten üretim araçlarına erişimi zor olan küçük-orta ölçekli ise daha fazla borçlanma ya da üretiminin karşılığını alamamaktadır.
Kuraklık ciddi bir sorundur. Sorun ise egemen sınıflardır. Plansız üretim politikaları, verimli arazilerin talanı, HES’ler ile yıpratılan su kaynakları, emperyalist şirketlere ve büyük toprak sahiplerine sunulan sınırsız kaynaklar, “kamulaştırma” politikası ile topraksızlaştırılan köylüler vs. yoksul ve orta köylünün üretim yapmasını baskılayan faktörlerdir. Dünyada da kapitalist-emperyalist sermayenin çıkarları doğrultusunda gerçekleştirilen aşırı üretim su kaynaklarını yıpratmıştır. Türkiye’de buna bağlı olarak benzer durumdan mustariptir. Bu yıl veya önümüzdeki yıllarda kuraklık her zaman gündem olmaya devam edecektir. Dünyada ve ülkemizde artan yoksulluk ve enflasyon ise bu üretimi azaltmaya devam edecektir. Elbette bundan sadece köylüler değil aynı zamanda başta işçi sınıfı olmak üzere geniş halk kitleleri de etkilenecektir. Zira gıda ve temel ihtiyaçlara ulaşımın zorlaştığı koşullar tarımsal üretimden bağımsız değildir. Bu kriz ve yoksulluk geniş halk kitlelerin çıkarlarını ortaklaştırmaktadır. Egemen sınıfların ise kârlarını artırmaktadır. Baş düşman olan emperyalizm ve yerli iş birlikçileri komprador bürokrat burjuvazi ve toprak ağalarına karşı mücadele en az dün kadar bugün de esastır.