Dünya yüzeyinin yüzde 70’i suyla kaplı olmasına rağmen, su, özellikle de içme suyu kaynakları oldukça sınırlı durumdadır. Dünya su rezervinin sadece yüzde 3’ü tatlı su kaynaklarından oluşmaktadır. Su kaynaklarıyla ilgili zengin, fakir ve kendine yeter düzeyde gruplara ayrılan ülkeler arasında Türkiye ancak kendine yeter düzeydedir. Yarı-kurak bir iklime sahip oluşumuz su kaynaklarını korumayı, geliştirmeyi zorunlu kılmaktadır. Bunun anlamı yaşanacak kuraklıklara ve onu takip edecek kıtlıklara hazırlıklı olmaktır. Ancak bunun mümkün olmayacağı kuraklıkta dahil değme “felaketlerin” ardından çokça deneyimlenmiştir. Hakim sınıflar her türlü afetin “göklerden” geldiğini söyleyerek aldatmanın, uyutmanın kestirme yolunu bir kere keşfetmiştir. Halkın çıkarları üzerinde tepinen, baskı ve zorla ayakta kalan iktidarlarını yaşatmak için bundan başka kestirme yol yoktur. Onları asıl korkutan ne kuraklık ne sel suları ne de deprem vb. “felaketlerdir.” Yaşanan “felaketleri” önleme de kontrol altına almada, yaraları sararak hafifletmede gösterdikleri isteksizlik ve başarısızlıklar karşısında artan öfkesinin hedefi haline gelmektir. Duydukları en büyük korku halkın, öfkesi ve isyanıdır. Bu korku katliamdan farksız her felaketin ardından hissedilir düzeyde görülmektedir.
HALKI VİRÜSÜN ÖNÜNE ATARAK “YAKALANMA” DİYENLER SUYA MUHTAÇ HALE GETİRİYOR!
Kuraklık şimdi kapıya dayanmış durumdadır. Konuyla ilgili konuşan “akademisyenler” önümüzdeki yılların da kurak geçeceği ihtimalini yüksek sesle dillendirilmektedir. Ancak yaşanacak kuraklığı ve yol açacağı kıtlığı, değil “kapıda karşılamak” kılını kıpırdatana rastlamak mümkün değil. Devlet erkanı ve belediyeler ise halkın günlük ihtiyacı için musluktan akıttığı suyu hizaya sokmaya çalışıyor. Kuraklığa karşı su tasarrufunda bulunma çağrısından başka çare aramayanlar gözünü halkın ihtiyacından fazlasını kullanmadığı suya dikmiştir. Oysa ki toplam suyun rezervinin sadece yüzde 16’sı içme ve günlük tüketim için harcanmaktadır. Yine her üç litre suyun bir litresi musluklara ulaşmadan kaybolup gitmektedir. Kaçak, kaybı, israfı önlemeyenlerin tasarrufu halka çağrı yapmakla sınırlıdır. Tasarruf çağrılarını çok geçmeden halkı yönelik suçlamaların takip etmesi uzak ihtimal değildir. Ve elbette ki su kesintileriyle halkı cezalandırmak sıklıkla başvuracakları “çare” olacaktır. Şimdiden İstanbul’un bazı ilçelerinde 30 saat süreyle su kesintisi yapılacağı haberleri düşmeye başladı! Uzun süreli kesintiler halkın günlerce suya erişemeyeceği çilenin başlangıcıdır. Sağlık Bakanı’nın virüse karşı en büyük kozun “yakalanmamak” olduğunu söyleyerek hijyeni de bu güzide önlemler arasına yerleştirmişti. Su olmaksızın hijyenin nasıl sağlanacağına cevapları ancak sudan olduğu gibi yaşamaktan da tasarruf etmek olacaktır. Halkın geçen zaman içerisinde virüsten değilse bile düzenden korunmayı deneyimlediği bir süreç yaşanmaya devam etmektedir. Halkı virüsün önüne atarak “yakalanma” diyenlerin suya muhtaç hale getirmesinde ise şaşılacak şey yoktur.
Kuraklığın belli periyotlar halinde geldiği bilinmektedir. Meteorolojik literatürde dört kuraklık (meteorolojik, hidrolojik, tarımsal ve sosyal) evresinden ilkini aştığımız söyleniyor. Yağışların azalması ile ortaya çıkan meteorolojik kuraklığı, su kaynaklarında, barajlarda, göllerde, akarsularda ve özellikle kaynak sularında azalmayla karşılaştığımız hidrolojik kuraklık, daha ileri aşamalarda ortaya çıkan tarımsal kuraklık ve bunun ilerlemesi ile ortaya çıkan sosyal kuraklık takip ediyor. Hepimiz İstanbul gibi metropol şehirlere içme suyu sağlayan barajlarda su seviyesinin azaldığı, devasa barajlarda damla su kalmadığı haberlerini okuyoruz. Bu manzara içinde bulunduğumuz kuraklık aşamasından (hidrolojik) kar yağmazsa tarımsal kuraklığa geçeceğimizin işaretlerini veriyor.
KURAKLIK; TALAN EDİLEN, TÜKETİLEN DOĞANIN “ARMAĞANIDIR”
Küresel iklim krizi gibi kuraklıkta kaçınılmaz birer sonuçtur. Kaynakları sınırlı olan doğanın sınırsızca tüketilmesinin, talan edilmesinin bir “armağanıdır!” Kuraklığı yağışların azlığına, hanelerde su tüketiminin fazlalığına bağlayanlar doğanın sömürülmesini, su kaynaklarına el konulmasını gözden uzak tutmaya çalışmaktadır. Doğayı, su kaynaklarını kurutan halkın musluktan akıttığı su değil rant ve talanla ayakta kalmaya çalışan sömürü düzendir. Rant projeleriyle, HES ve baraj inşaatlarıyla, JES ve sondaj kuyularıyla, madencilik faaliyetleriyle yaşamın ve doğanın can suyu çekilmektedir. Yüzey ve en diplerdeki kaynak suları, doğayı talan eden şirketler tarafından yutulmaktadır. Ormanlar, dağlar, yaylalar, dereler rant projelerini işgali altında betona hapsedilmektedir. Doğanın tüketilen her kaynağı, yakılan her fosil yakıt, kesilen her ağaç, kurutulan her dere kaçınılmaz olarak kuraklığa yol açmaktadır. Ardı arkası kesilmeyen rant projeleriyle doğadaki su döngüsü kırılmaya, iklim değişmeye, yeraltı suları çekilmeye, üzerine baraj kurulan ırmak kuruyup gitmeye devam etmektedir. Her felaketten çıkar devşirilmeye çalışıldığı ise malumun ilanıdır. Buzulların erimesine gemilerin yüzeceği ticaret yollarını kısalttığı için sevinenler kuraklığı da fırsata çevirmekte gecikmeyecektir. Su fiyatlarının ne olacağı şimdiden kestirilemeyecek olsa da enerji şirketleri kuraklığı fırsata çevrilmeye başlanmış durumdadır. Köylüler su pompalamak için bir önceki yılın Eylül ayına göre %70 daha fazla elektrik tüketti. Yeraltından, derinden su çekildiği için daha çok elektrik kullanıldı. Yoksul ve ezilen köylünün tüm kazancı enerji şirketleri tarafından yutuldu. Önümüzdeki süreçte kuraklığın fırsata çevrildiği kalemler daha da çoğalacaktır.
HALKIN BAŞINA BELA AÇANLAR, AÇTIKLARI “FELAKETLER” MÜCADELEYLE DEFEDİLECEKTİR!
Kuraklığın halka çıkarılacak faturasının şişelenen ve ücretlendirilen su fiyatlarının fahiş düzeyde olmasıyla, kuraklığın fırsata çevrilmesiyle sınırlı kalacağını düşünmek iyimserliktir. Burjuva feodal düzenin temsilcileri yaptıkları açıklamalarla sorunun çözümsüz bırakılacağını şimdiden ilan etmiştir. Geriye halkı su tasarrufunda bulunarak kuraklığın çözüleceği yanılgısına “ikna etmek” kalmıştır. Yalanın ve aldatmanın iş görmediği durumlarda tehdit ve saldırı peşi sıra gelmektedir. Yine bir rant projesinin açılışında “vandallar” tehdit edilmiş, doğaya, suya, yaşama sahip çıkanlar, ekoloji mücadelesi yürütenler hedef gösterilmiştir. Cumhurbaşkanı RTE “savunanlara “Türkiye’nin ve 83 milyonun faydasına olan enerji projelerimizin çevreci maskesi takmış vandallarca engellenmesine müsaade etmeyeceğiz” demiştir. (26 Aralık ‘20) Bunu söyleten elbette ki doğanın ve yaşam alanlarının olandan fazla talan edilmesini engelleyen halkın direnişi ve mücadelesidir. Mücadele var oldukça hakim sınıfların payına direnenleri, mücadele edenleri, ranta ve talana set olanları tehdit etmek ve daha fazlası düşecektir.
Önümüzdeki süreç boyunca halkın kuraklığa, susuzluğa, kıtlığa, “felaketleri” fırsata çevirmeye karşı mücadelesi kaçınılmaz olarak gelişmeye adaydır. Ekonomik krizle iş, geçim ve yaşam krizi yaşayan işçi ve emekçi yığınların safları genişleyerek yeni mücadele dinamikleriyle buluşacaktır. Yaşamın ve doğanın kaynağı olan suyun halka damla damla, fahiş fiyata içirilmesine karşı mücadele çeşitli biçimler kazanarak gelişecektir. Salgın koşullarında halkın yükselttiği ücretsiz su talebi kitlesel karakter kazanmaya adaydır. Doğayı çölleştiren, su kaynaklarını kurutan, susuzluğu, kuraklığı, kıtlığı halkın başına bela eden sömürü ve talan düzenine her karşı koyuş, mücadele ve direniş devrim mücadelesini güçlendirecektir. Kitlelerin çelişkilerini açığa çıkaran her mücadele, sorunlarını çözümünü içeren her talep kitlelerle buluşmanın, örgütlenmenin vesilesi yapılacaktır.