“Her kültür, belli bir toplumun siyaset ve ekonomisinin ideolojik bir yansımasıdır” (Mao) sözünden hareketle kültürün egemen olanın, mevcudun, gerçekleşenin toplam ürünü/sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Siyaset ve ekonomi hangi sınıfın çıkarlarına dayanıyorsa kültür de o sınıfların çıkarlarına uygun biçimlenir. Hiç şüphe yok ki sınıflar sadece egemen sınıftan ve bu sınıfın saf hegemonyası altında belirlenmiş olmaktan ibaret değildirler; kendi eğilimleri, çıkarlarına göre eylem/davranışları, korudukları özellikleri; egemen sınıfların da kabul etmek zorunda kaldıkları gelenek vs. vardır. Dolayısıyla hiçbir kültür saf “sınıf kültürü” olarak biçimlenmez, kültürler kendiliğinde “sınıfa rağmen” unsurlar da içerirler. Esası değiştirmeyen bu unsurlar dar çıkarlara sahip sınıflar için çürüme, yozlaşma nedeni ve ölçütü olurlar. İlerici-devrimci, çıkarı gelecekte/kurtuluşta olan sınıfların kendi maddi üretim koşullarının ve çıkarlarının-beklentilerinin ürünü olan kültürel davranışlar egemen sınıflar için tahammül edilemez, sürdürülemez duruma gelince kültür sahası sınıflar savaşımından doğrudan etkilenir hatta sınıf savaşımı üreten bir sahaya dönüşür vs. Dolayısıyla kültür soyut bir toplumun ürünü olmadığı gibi yansıması olduğu topumun belli/farklı özellikleriyle biçimlenir, onun değerinden beslenir. Kültür; alışkanlıklar, gelenekler, inançlar, yaşam biçimleri, sanat, bilim, üretim teknikleri, çalışma, yönetme-örgütleme yöntemleri gibi, farklı özelliklerin bütünü olarak kendi başına, kendiliğinden soyut bir ilişki üretmez. Bu şekilde en fazla burjuva tanıda bir kültürün belirleniminden/üretiminden bahsedilebilir. O yüzden kültürün hangi sınıfların damgasını taşıdığına bağlı olarak siyaset kültüre egemen olur, onun çizgilerini/sınırlarını/içeriğini belirginleştirir.
Kültürün sınıflar üstü ilişkilere/özelliklere sahip olmadığını bilmek, daha sonra sınıfsal ilişkilere göre aldığı biçimleri, kitlelere/topluma etkilerini belirginleştirme-somutlaştırmak amacı bu konuda belli bir tartışma yapılmasını sağlar. Bu bağlamda karşılaştığımız farklı anlayışların/davranışların neden olduğu çelişkilerinin nasıl ele alınması gerektiği, kültürel problemlerin buradaki rolü ve kitle çalışmalarında bunun dikkate alınması gerektiği üzerinde durulabilir. Kitle çalışmalarında devrimci kimliğin unutulması-sıradanlaşma, ev sahibinin yaşamına ayak uydurma gibi problemlerin kültürle bağı kurularak siyasetin bunlar içinde nasıl biçimlendirici rol oynayabileceği ortaya konulabilir. Örneğin sıradanlık olgusu, proleter siyaset olmadan var olandır. Bizim uğraşımızı sıradanlık içindeki çelişkiyi, devrimci yönde kavrayıp dönüştürmektir. Devrimci fikri/siyaseti sıradan olanla karşı karşıya koymak değil sıradan olanın dönüşümünü onu kavrayarak başarmaktan bahsetmeliyiz. Kitleler anlaşılmadan onlara önderlik edilemez; çünkü önderlik nihayetinde pratiktir/kabul görmektir. Kültür de kitleleri anlamanın, onlarla yaşamanın ve siyasetle onları dönüştürmenin bir alanı olarak düşünülmelidir… Devrimci kültür siyaset öncülüğünde inşa edilecektir ama kültürün gerçekleşmesi için maddi üretim gereklidir. “Sıradana ayak uydurmak” siyasal gerilik, devrimci siyasetin yetersizliği olarak tahlil/kabul edilmeli. Buradan da “sıradanlaşma” yetersiz önderlik, kendiliğindencilik, siyasal kampanyalarla örgütlenmeme gibi unsurlar üzerinden ele alınıp tartışılmalıdır. Aksi durumda kendi başına sıradanlaşma alt edilemez, düşmanlaştırılabilir ama ortadan kaldırılamaz.
Yazının amacı kültür siyaset ilişkisini karşılaştığımız bu tür problemleri de düşünerek ele almak, tartışmaktır: Böylece kültürel şekillenişimizin, alışkanlıklarımızın neye denk düştüğünü daha iyi anlayabilir içinde yaşadığımız toplumun kültürünün karakterini bilerek yeni-demokratik kültürün yaratılmasını başarabiliriz.
YENİ DEMOKRATİK KÜLTÜR
“Milli kültürümüzün yönlendirilmesine komünist ideoloji yol göstermektedir… Ama milli kültürümüz bir bütün olarak henüz sosyalist bir kültür değildir… Yeni kültürümüzün biçimi milli; içeriği yeni-demokratiktir.”(Mao) Buradaki biçim ile içerik, kültür ve ideoloji arasındaki çelişkide belirleyici olan maddi üretimdir, ideoloji ve kültür bunun üzerinde yükselir. Bir proleter/sosyalist kültür değil ama onun belirleyiciliğinde sosyalist kültürü yaratmak amacıyla yeni demokratik bir kültür mevcut toplumsal yapıya, üretim ilişkilerine denk düşen bir kültürdür. Proletarya yeni demokratik kültürün tam egemenliği doğrultusunda halkın eğitiminden/dönüştürülmesinden sorumludur. Kendisinin eğitimini/dönüşümünü de kapsayan bu sürecin başarısı oranında biçim ile içerik, kültür ile ideoloji arasındaki çelişkiyi çözmüş olacaktır. Bu üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki çelişkinin çözümüne bağlı önemli bir sorundur. Makas kapandığı ölçüde biçim ile içerik uyumu da artacaktır. Gene de makas tam kapansa bile üretici güçlerle üretim ilişkisi arasına değişmez, statik bir ilişki bulunmadığından bu ilişkinin yeni biçimine göre yeniden kapanmak üzere açılacaktır. Bu da şeylerin diyalektik ilişkisine uygun bir durumdur. Sürecin bir noktada sonuçlanacağını düşünmek yerine daha ileri düzeyde bir ilişki/çelişki sarmalıyla ilerleyeceği bilinmelidir.
Milli demokratik kültür yarı-feodal toplumsal düzende egemen kültüre karşı Komünist Parti’nin olumladığı, devrimci kabul ettiği, gelişimini desteklediği; önündeki engelleri kırmak/kaldırmak için siyaset belirlediği bir kültürdür. Kültür başka bir yerden taşınan, Komünist Parti tarafından öğretilen/üretilen bir şey değildir. Kültür, toplumun maddi yaşamının ürettiği, günümüze ve geleceğe taşıdığı bir birikim ve bu birikim içinde var olan devrim sürecinin çeşitli unsurları vardır. Sosyalizm yönündeki ilerlemenin parçaları olarak, bu unsur Komünist Parti tarafından açığa çıkarılıp savunulur, desteklenir.
Demokratik ve Milli Devrimin kültürü milli ve demokratik olacaktır; bunun karşısında feodal kültür ve onunla işbirliği içinde olan emperyalizmin hegemonyası altındaki komprador kapitalizmin kültürü vardır. Bu kültür milli ve demokratik ve kültürü bastırır, çoklukla içerik bakımından bozar, aşağılar vs. “milli kültür”ü tamamen sahiplenme, olumlama gibi bir tavrımız olamaz elbette; o nedenle “milli ve demokratik” demeliyiz zaten. Dünyadaki tüm kültürlerin toplumsal ilerlemenin-gelişmenin de ürünü olmaları nedeniyle demokratik kültür farklı kültürlerle, özellikle de gelişmiş toplumların kültürüyle iletişime, etkileşime açık bir kültürdür… Sosyalist kültür ancak sosyalist üretimin ilişkilerinin gerçekleşmesiyle üretilebilecektir. Sosyalist deneyimlerin ürünü kültür tanıtılabilir, öğretilebilir, tıpkı gelişmiş toplumların kültürünü tanımak, öğrenmek gerektiği gibi… Ne var ki içinde olduğumuz devrim sürecinde, toplumsal süreçte sosyalist kültürü savunamayız; çünkü henüz bu kültürün gerçekleşme olanağı yoktur. Milli demokratik kültüre denk gelen bir devrim sürecindeyiz…Komünist Parti’nin siyasal çalışmasının içerinde sosyalist kültüre denk gelen unsurlar bundan ayrı konu edilebilir. Örneğin Komünist Parti “tamamen” MLM’ye göre, proleter sınıf bilincine göre örgütlenir/yönetir; milli-demokratik kültüre bu anlayışla önderlik eder.
“KÜLTÜR AYRIŞTIRIR SİYASET BİRLEŞTİRİR”
Yaşadığımız toplumda farklı milliyetlerin, farklı sınıfların, üretim süreçlerinin, üretim tekniklerinin, anlayışların, inançların, sanat biçimlerinin, aile ilişkilerinin, mahalli yaşamların, genel olarak yaşam biçimlerinin varlığı kültürel farklılıkların sebepleridirler. Kültürel farklılıkların düzeyini bu ilişkiler üzerinden anlayabiliriz. Ayrıca emperyalizm kültürel egemenliğinin neden olduğu parçalanma-tekleştirme de düşünüldüğünde sorunun ne kadar çetrefilleştiği daha iyi görülebilir. Bu farklı kültürlerin devrimci yaşamda da karşılığı olacaktır, oluyor da. Bu farklılıklarla mücadele esasen siyasal mücadele düzleminde olmalıdır. Siyasetimiz farklı/ayrışıtırıcı kültürel şekillenmelerin belli araçlar doğrultusunda birleşmesini sağlar/sağlamalıdır. Farklı milliyetlerden halkın milli-demokratik devrim içinde birleşmesi gibi doğru bir siyasetle bu da başarılabilir. Önemli olan farklı/ayrıştırıcı özelliklerin ve sorunların kaynaklarını doğru tespit etmek ve doğru müdahaleler/politikalar geliştirebilmektir.
Kültürü belirleyen tümüyle maddi üretim sürecidir ve bu süreç uzun bir tarihin birikimidir. Kültürün ayrıştırıcı, siyasetin birleştirici oluşu da bu ikisinin “kaynakları” ile, varoluşluluklarıyla ilgilidir. Kültür “birleştirme” amacıyla gerçekleştirilen faaliyetlerin/üretimlerin ürünü değildir, oluşumu içinde ayrışmaya/farklılaşmaya neden olur. Kırsal yaşamın kültürü “amaç” doğrultusunda oluşmaz örneğin. Yaşanılan kırsalın özelliklerine göre (doğası, iklimi, hayvanları, suyu…) bir kültür meydana gelir ve kırsal bölge kimi az kimi farklı kültürlere neden olur. Toplumsal düzeydeki sistemler için de, sınıflar için de bu süreç/farklılaşma geçerlidir. Kültür bu nedenle “ayrımlar”a neden olur. Kültür tartışıldığında, kültürle hareket edildiğinde “edinilmiş” bilgi harekete geçeceğinden ayrışmalar yaşanır. Bu bakımdan kültür kendi başına, kendiliğinden ayrıştırıcıdır ve burjuva tarzı yaratır/üretir. Bunun nedeni kültürün oluştuğu maddi sürecin burjuva hegemonyada olmasıdır. Burjuva kültür, burjuva-feodal her anlamda halkı böler, halkın ilerici kültürünü yozlaştırıp yok etmeye çalışır. Burjuvazinin feodalizm karşısında devrimci olduğu dönem dışında kültürü de esasen bu amaca/içeriğe sahiptir. Yeni-demokratik kültür ise proleter siyasetin belirleyiciliğinde halkın birleş(tiril)meşine hizmet eder. Proleter siyaset nu kültürü düşmanın kültürüne karşı ortaklaştırır. Kültür kendiliğinden bunu yapabilecek özelliğe sahip değildir. Bu yüzden birleştirici olan kültür değil ona önderlik edecek siyasettir… Kültür alanında siyasetin belirleyiciliği özgün bir olarak düşünülmelidir, her zaman siyaset belirleyici değildir. “siyaset belirleyicidir” dediğimizde maddi üretim sürecini siyasete indirgemiş oluruz. Bir tarlanın nasıl sürüleceği, o tarlada hangi ürünlerin yetiştirileceği, ürünlerin nasıl kullanılacağı siyasetle belirlenmemiştir örneğin. Ve bütün bunlar kültür oluşturur…
Siyasetin belirleyiciliği belirli durumlarda-süreçlerde geçerlidir. Mesela Komünist Parti’nin kültürünü siyaset belirler. Komünist Parti siyasal bir organizmadır. Onun etrafında, içinde örgütlenenler toplumun sahip olduğu kültürü taşırlar ama Komünist Parti’nin hedefleri, savunduğu çıkarlar, anlayışlar, çalışma tarzı yönetme biçimleri vs. genellikle bunlarla çatışmak olur. Bu çatışma için siyasetin belirleyici olduğunu söyleriz… Buna rağmen proleter kültür ancak proletarya diktatörlüğü altında sosyalizmde görülebilir. Çünkü her şeyin proletarya lehine, onun çıkarma olacağı/yaşanacağı ve maddi olarak üretileceği zaman o zamandır…
Kültürün aksine siyaset “birleştirme” amacı içerir. Siyasetle “düşman belirleme” söz konuşur ve tamda düşmana karşı birleşmeyi hedefler. Düşman baştan belli edilir ve bu düşman alt edilebilecek kadar “güçsüz” olmalıdır. “Güçsüz” derken mücadele edildiğinde alt edilebilir olmasından bahsediyoruz. Yani ilk anda güçlü olabilir ama siyaset onu güçsüz kılmanın yolu olduğundan daha baştan onu “güçsüz” kılacak özellikler saptanmış olmalıdır. Zaten bu özellikleri doğru saptanabildiği ve bunlara uygun davranılabildiği oranda siyaseten başarılı olunur. Örneğin Komünist Parti’nin siyaseti kitleleri kendi gereksinimleri doğrultusunda birleştirmektir ve bu krizler çoğunluktur. Burjuvazinin siyaseti kendi çıkarlarını kitlelerin çıkarıymış gibi göstermek ve bunlar i.in birleştirmektir. İkisinde de amaç birleştirmektir: birinde kitlelerin çıkarlarını gerçekleştirmek amaçlıyken diğerinde burjuvazinin çıkarları amaçtır. Kültür için böyle amaçlardan bahsedilemez. Fakat kültürün siyaset düzleminde siyasi amaçlar doğrultusunda kullanılmasından bahsedilebilir. Mesela ezilenlerin kendiliğinden kültürü burjuvazi tarafından hem desteklenir hem de müdahalelerle biçimlendirilir. Kendiliğinden kültür içinde olduğumuz yarı-feodal toplumun kültürüdür; bununla beraber bu içinde kitlenin de isyanı, tarihi, birikimi, yaşamı yani devrimci özellikleri de vardır. Müdahaleler bu “devrimci” yanın dizginlenmesini amaçlar. Kısaca siyasetin müdahaleleri dışında kültür ayrıştırıcı bir süreçtir.
KÜLTÜREL SORUNLAR SİYASAL ÇALIŞMAYLA AŞILABİLİR!
Kültür bir başka bağlamda “doğa boşluk tanımaz, kültür boşluk yaratır” karşıtlığı üzerinden de tartışılabilir. Kültür doğaya hükmedebilmek için doğada önce boşluklar yaratır, daha doğrusu onu böler. Doğa yasaları üzerinde bilgi oranında hakimiyet kurar ve insanın yaşam alanını genişletir. Komünist Parti proleter kültürünün taşıyıcısı sınıfları topluma doğru gelişebilmesi için topluma (doğaya) müdahalelerde bulunarak proleter kültürü geliştirmeyi hedefler. Komünist Parti saflarındaki bireylerin de bu yönlü müdahalelere maruz kalması, doğal yapılarına müdahale edilmesi kaçınılmazdır. Sadece proleter olmayan özellikler değil, proleter olmasına rağmen taşıdıkları burjuva özelliklerin (ideoloji, kültür, ahlak vb.) de temizlenmesi gerekir. Bu dönüşüm hem zorludur hem de sonu yoktur, sürekli bir çaba ve sabır gerektirir. Aksi halde proleter kültürü içselleştirmek, komünistleşmek mümkün olmaz. Örneğin edindiğimiz kültür ahbap-çavuş ilişkilerine yatkınlık içeriyorsa bu özellik siyaseten birleşmeyle/birleştirme amacıyla çelişir ya da kültürel olarak bencil isek aynı şekilde yoldaşlık ilişkisine zarar verilir. Tarihimizdeki bölünmeler incelendiğinde hemşericilik, ahbap-çavuş ilişkileri, bencillik gibi kültürel şekillenişlerin de etkileri görülebilir. Bu bölünmelerde siyaseten değil de bu gibi nedenlerle saflaşanlara da rastlanılır. Böyle olanları “siyasal gerilikle” tanımlarız veya bölünme süreçlerinin “siyaseten” iyi yönetilmemesine bu gibi durumları örnek veririz… Bunları yenmenin koşullu siyasal çalışmaları belirleyici hale getirmek, siyasi amaçlar doğrultusunda yaşamak, ilişkilenmek, öğrenmek, ayrışmaktır. Aslolan siyaseten birleşmektir. Bu da siyasetimizin dayandığı teorik-ideolojik vb. birikimi edinmek ve belirlenen Proletarya Partisi politikası doğrultusunda çalışmak anlamına gelir. Bu gerçekleşirken taşıdığımız kültürün olumlu veya olumsuz etkileri görülecektir. Olumsuz etkileri bertaraf etmek gene siyasal faaliyetin önünü açmak çabasıyla mümkündür. Özetle algılama, beklenti; yorum farklılıklarının nedeni olan kültürel farklılıklar kaçınılmazdır. Bunlar üzerinde özel olarak durmak yerine siyasal çalışmalara yoğunlaşıp bunun üreteceği kültürle değişmeyi/değiştirmeyi esas almak gerekir.
BİRLEŞMEK-AYRIŞMAK-BİRLEŞMEK…
Proleter siyasetin birleştiriciliği yarı-feodal kültürün ayrıştırıcılığı bunların ideolojik doğası/karakteri ile ilişkilidir. Proleter siyaset halkın ilerici kültürünün yeni-demokratik doğrultusunda birleştirilmesini/dönüştürülmesini sağlar-amaçlar. Proleter kültür diğerlerinden üstün, daha ileri daha devrimcidir. Halkın ilerici kültürünü de kapsamakla beraber onun burjuva gerici özelliklerini/yönlerini de dışlar-dönüştürür. Siyasetimiz halkın birleştirilmesini hedefler. Halkın düşmanı sınıfları da dışlar yani halktan ayrıştırır. Aynı zamanda halk sınıflarının birliği içinde de bir ayrım yaratır. Halk safınların ideolojisini/kültürünü/ilişkilerini tasfiye eder. Bunun maddi üretim ilişkilerinin dönüştürülmesi ile sıkı ilişki içerisinde ideolojik ikna, eğitim ve dönüşümle gerçekleştirilmesi esastır. Sosyalist ilişkilerin/kültürün gelişmesi ve yaygınlaşması için zıtların birliği ve mücadeleleri temelinde toplumu proleter bir kültür sentezlemesine tabi tutar. Halkı birleştirme siyaseti bu ayrışma/sonucu doğru şekilde gerçekleştirmeye hizmet edecektir. Amaç sadece birleşmek değil. Birleşmek halkın düşmanlarına karşı devrim için gerekli/zorunludur. Aynı zamanda sosyalizm/komünizm için de birleştiklerimizle ayrışmak gerekir. Bu da daha ileri daha güçlü bir birlik için tasfiye ve dönüşümle sağlanabilir. Proletarya bu süreci diğer sınıflar gibi kendisinin de tasfiyesini, inkarını gerçekleştirmek üzere sürdürecektir. Bu, birlik içinde daha yüksek bir birlik(birleşmek-ayrışmak-birleşmek…) amacı taşıyan bir ilişkidir. Proletarya önderliğinde halkın birliğini güçlendirmek için yeni demokratik kültür bu amaç doğrultusunda geliştirilmeli/yaygınlaştırılmalıdır.