AKP/Erdoğan kliğinin “kriz mıriz yok, hepsi manipülasyon” sözleriyle gizleyemeyeceği kadar açıkta cereyan eden ekonomik krizin etkisi her geçen gün derinleşiyor. Ekonomik krizi görünür kılan gelişmeler önümüzdeki sürecin fırtınalara gebe olduğunu gösteriyor. TL’de yaşanan değer kaybının tetiklediği enflasyon, işsizlik oranları, ardı arkası kesilmeyen zamlar, yoksulluk, artan işçi intiharları, gelişen işçi direnişleri ekonomik krizin saklanamaz boyuttaki gerçeklerini ortaya seriyor. AKP/Erdoğan kliğinin ağzından çıkanları yalanlayan başka bir gelişme yine, krizin ve kemer sıkma politikasının itirafı/ifşası olan Yeni Ekonomik Program’ın ilanıyla yaşanıyor.
Manipülasyona çarpan etkisi kazandırmak için söylenen “kriz mıriz yok, hepsi manipülasyon” yalanı, değme yalanların sırada bekletildiğinin göstergesi durumundadır. İşçi sınıfının, emekçi halk kitlelerinin aldatılması, ekonomik yıkımın, işsizliğin, yoksulluğun, açlığın üzerinin örtülmesi, gelişecek tepki ve öfkenin burjuva feodal iktidardan uzak tutularak başka yerlere yönlendirilmesi için söylenen yalanlar “gereklidir.” Burjuva feodal sınıflar bütün sözcüleriyle birlikte, yazarları, gazetecileri, iktisatçıları, akademisyenleri koro halinde bu gerçeği gizlemeye, halk kitlelerinin gündemini “ustalıkla” değiştirmeye, algılarını yönetmeye çalışmaktadır. Tüm gayretkeşliklerine rağmen “işsizim, açım” haykırışları her gün başka bir yerde ortaya çıkarak gölge gibi onları takip etmektedir.
YAŞAMLARI DA EMEKLERİ GİBİ DEĞERSİZ OLANLAR!
Bedenleri de sömürülen emekleri gibi değersiz olan işçiler özel mülkiyet dünyasının, sömürü hapishanesinin tutsağı olarak geleceksizliğin belirsizliğiyle yaşamaktadır. Kriz koşullarında bu belirsizlik, güvencesizlik daha boyutlu bir tehdit oluşturmaktadır. Krizi fırsata çeviren patron ağalar sahip oldukları tüm zenginliklerin yaratıcısı olan işçi ve emekçileri kolayca işsizliğin kucağına itmektedir. Ekonomik krizin en somut göstergesi ve sonucu olan işsizliğe bağlı yoksulluk ve açlığın, ne kadar süreceğinin belirsizliği işçi ve emekçileri en ağır koşullarda çalışmaya zorlamaktadır. Toplumu kemiren işsizliğin geçim sıkıntısını, yoksulluğu ve açlığı ertelemez şekilde geliştirmesi, işsiz yığınları, çalışacak bir işi olmayanları “çözüm bulmaya” itmektedir.
Ekonomik krizin henüz bütün sonuçlarıyla ortaya çıkmadığı koşullarda işçi intiharlarında yaşanan artış geleceksizliğin topluma hangi düzeyde egemen olduğunun göstergesi olmaktadır.
En başından söylemeliyiz ki işçi intiharları sömürü sisteminin yarattığı bir sonuçtur ve nedeni politiktir. Neo-liberal saldırı politikalarıyla güvencesizleştirmenin güvence altına alındığı koşullarda sömürünün en ağır biçimleri işçi ve emekçilere dayatılmaktadır. Çalışma saatlerinin uzunluğu, ağır ve yoğun çalışma koşulları, düşük ücret ve güvencesizlik üzerine inşa edilen çalışma rejimi sömürünün, yoksulluğun, sefaletin kaynağı olmakta, işsizlik, borç yükü, mobing, ihraçlar, kuralsız çalışma, geleceksizlik işçi, işsiz emekçilerin intiharlarına zemin hazırlamaktadır. Türkiye’de işçi intiharlarına ilişkin hazırlanan çeşitli raporların kapsamı belli bir meslek grubuyla, işkolu ya da işçi kesimiyle sınırlı değildir. Toplumun ezilen sınıflarının çeşitli kesimleri sömürü sisteminin yarattığı yıkımın, travmanın, umutsuzluk ve çaresizliğin hedefi durumundadır.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) elde ettiği verilerde 2013-17 yılları arasında en az 279 işçinin çalışma koşulları veya geçim sıkıntısından kaynaklanan nedenlerle yaşamına son verdiği yer almaktadır. Raporlara göre 2013 yılında 15, 2014 yılında 25, 2015 yılında 59, 2016 yılında 90 ve 2017 yılında ise 89 işçinin intihar ettiği tespit edilmiştir. Yine Birgün Gazetesi’nde yayınlanan bir haberde yer alan resmi verilere göre 2017 yılı boyunca 3 bin 69 kişinin yaşamının sonlandırdığı, ölümle sonuçlanan bu intiharların 233’ünün “geçim zorluğu” nedeniyle yaşandığı ifade edilmektedir. TÜİK verilerine göreyse geçim zorluğu Türkiye’de intihar nedenleri arasında 3. sırada bulunmaktadır. İşçi intiharlarıyla ilgili 2017 yılına ait iki farklı çalışmanın ulaştığı sonuçlar çarpıcı boyuttadır. Özellikle işçi intiharlarına ilişkin araştırmaların yetersizliği, son yıllarda sayının artmasına karşın gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde ve yine günlük olağan ölümler içerisinde gizlenmesi gerçek boyutunun ortaya çıkmasını engellemektedir. İş cinayetlerinde olduğu gibi işçi intiharlarında da yaşamını yitirenlerin derin bir sessizlik içerisinde unutulması amaçlanmaktadır. “İş kazası”, “fıtratında var” diyerek iş cinayetleri normalleştirilmeye, işçi intiharları adli vakalar içerisinde gösterilmeye, görünmezliğe mahkum edilmeye çalışılmaktadır. Burjuva feodal devlet; patronlar, burjuva medya ve “sendikalarla” birlikte işçi ölümlerini gizleme, görünmezliği sürdürme gayretindedir. Bunun son örneği ise çalışamadığı, çocuğuna okul pantolonu alamadığı için yaşamına son veren İsmail Devrim haberini yapan muhabir Ergün Demir’in gözaltına alınması olmuştur. Verilmek istenen mesaj aynı gayretkeşliği hatırlatmaktadır. Görünmezliği görünür kılmak!
F. Engels’in bugün de geçerliliğini sürdüren tespiti; “burjuvazi, işçi sınıfının ıstırabını gözlerden saklama sanatında” ulaştığı mahareti anlatması bakımından öğreticidir.
İş cinayetlerinde Avrupa’da birinci, dünyada üçüncü olan Türkiye’de işçi intiharlarında yaşanan hızlı artış, işsizlik oranlarıyla paralellik göstermektedir. Ekonomik krizle birlikte işçi ve emekçilerin karşılaştığı temel saldırılardan birisi olan işsizlik, işten çıkarmalarla birlikte çift haneli rakamlar üzerinde yükselmeye, girdabına kattığı işçi ve emekçilerin yaşamını yıkıma uğratmaya devam edecektir. Bu yıkımın, uçurumun kıyısına yaklaştırdığı işçi ve işsiz emekçilerin intiharları kanayan yara olmayı sürdürecektir.
İŞÇİ-EMEKÇİLERİN İNTİHARLARI POLİTİKTİR!
Ekonomik kriz koşullarında işsizliğin, açlığın ve sefaletin uğrak yeri daha da yoksullaşacak yaşamlarıyla işçi-işsiz ve emekçilerdir. Onların milyonlarca olması kar ve sömürünün, zenginliğin ve sefahatin az sayıdaki patron ağanın elinde toplanmasının göstergesidir. “Geçinemiyoruz” çığlığı işsizliği, yoksulluğu, sefaleti yaratanlara karşı işçi, işsiz emekçiler arasından yükselmektedir. En temel hak olan “çalışma hakkı”nı, iş talebini canları üzerine pazarlık yaparak, bedenlerini ateşe vererek istemektedir. İşçi-işsiz emekçilerin intiharları gösterilmek istendiği gibi basit, bireysel birer hesaplaşma, adli vaka olmanın ötesinde sömürü sistemiyle hesaplaşmanın gizlerini taşımaktadır. Ölümleriyle sömürücü asalak sınıfların dayattığı insanlık dışı çalışma ve yaşam koşullarını teşhir etmekte, işçi ve emekçiler de yüzleşme ve hesaplaşma isteği doğurmaktadır!
Seyyar sebze tezgâhının elinden alınışını protesto etmek için kendini ateşe veren Tunuslu Muhammed Buazizi Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinde gelişen isyanın, Arap Baharı’nın kıvılcımını ateşleyen oldu. Yaşamını sürdüreceği tek geçim aracı olan tezgâhının elinden alınması onu nihai bir isyan biçimine sonu ölümle sonuçlanacak olsa da başvurmaya itti. Artan isyan eylemlerini sadece işçi intiharları olarak darlaştırmak, sömürü sisteminin ölümcül kuşatmasına, sınıfsal ve toplumsal gerçekliğe gözleri kapatmak olacaktır. “Geçinemiyoruz” çığlığı kimi zaman işçilerin en temel talebi olan ‘çalışma hakkı’, bankalara olan borçlarının ödenmesi ya da ödeme kolaylığının sağlanması, hukuksal haksızlıklar ve adalet beklentisi üzerinden, kimi zaman da yoksulluğu en çıplak şekilde resmeden çay, yağ, şeker, ve otobüs bileti talebiyle isyan eylemlerine dönüşmektedir.
İzmir’de İŞKUR binası önünde soyunarak “ben işçiyim, çalıştım, hakkımı alamadım, açım ben aç” diyen Battal Sağır; Malatya’da banka önünde borçlarını ödeyemediği için kendini ve traktörünü yakmaya çalışan Metin Çelik; iş bulamadığı için meclisin önünde kendini yakan işçi Sıtkı Aydın; Balıkesir Belediyesi önünde iş bulamadığı için kendini yakan işsiz Mustafa Birgül; Antalya’da Büyükşehir Belediyesi’ne ve valiliğe yaptığı iş başvurusu reddedildiği için üzerine benzin döküp kendisini yakmak isteyen yüzde 40 engelli M.N.Y.; Bursa’da ödeyemediği borçları yüzünden geçirdiği sinir krizi nedeniyle kaldırıldığı hastanenin çatısına çıkarak intihar girişiminde bulunan İ.A; Sakarya’nın Hendek ilçesinde işsiz olduğu için AKP İlçe Başkanlığı’nın da bulunduğu binanın çatısına çıkarak intihar girişiminde bulunan Ö.A; simitçilik yaparak geçinemeyen, Bakırköy’de 5 katlı bir bankanın çatısına çıkarak İntihara kalkışan, polislerden çay, yağ şeker ve Karabük için otobüs bileti gibi isteklerde bulunan İbrahim A; Urfa’da AKP’li Belediye Başkanı ve milletvekillerinin katılımıyla yapılan aşure etkinliğine gelerek iş istediği halde görüşülmeyen, “işsizim, açım” diyerek Topçu Meydanı’nda üzerine benzin dökerek ateşe veren gencin; İzmit’te çalışamadığı ve çocuğuna okul pantolonu alamadığı için intihar eden İsmail Devrimin, “geçinemiyoruz, yaşamımıza karşılık asgari güvence istiyoruz” diyen işçi, işsiz emekçilerin “isyan” çığlığıdır. Bolu’da Tayyip Erdoğan pankartını “açım aç” diyerek indirenin, Mersin’de tarım arazisine haciz koyan Ziraat Bankası’na silahla ateş açanın ortak özelliği çalışma ve yaşam hakkı tanınmayanların, haksızlığa uğrayanların, mağdur olanların önlenebilir ölümleridir. Onları ölüme sürükleyen, çaresiz ve umutsuz yapan bütün nedenler sömürü sisteminin kaynaklık ettiği nedenlerdir. Bu nedenledir ki iş cinayetleri, işçi intiharları sonuçlarıyla birlikte politiktir.
KURTULUŞ ELLERİMİZDE, ÖRGÜTLÜ MÜCADELEDEDİR!
İşçi sınıfının, emekçi halk yığınlarının örgütsüzlüğü burjuva feodal sistemin egemenliği için güvence durumundadır. Bu egemenliğin “kusursuz” işleyebilmesi ve sürdürülebilmesi sömürü sisteminin içine doğanların çileli yaşamlarını yakından ilgilendirmektedir. Bunun anlamı işçi ve emekçi yığınların, toplumun bütün beklenti ve talepleriyle yok sayılarak kuşatılmasıdır. Bu kuşatmanın bir ayağını eğitim sisteminden başlayarak çalışma rejiminin sömürünün ihtiyaçlarına göre dizayn edilmesi oluşturmaktadır. Burjuva feodal egemenliğin ihtiyaç duyduğu bütün sacayaklarının yaşama geçirilmesi; ekonomik, siyasal kültürel ve ideolojik hegemonyanın toplumun bütün kesimlerine kabul ettirilmesi, dayatılması gerekmektedir.
Burjuva feodal sınıfların egemenliği en başından itibaren işçi sınıfının, emekçi halk yığınların, ezilen ulus ve inançların istem ve taleplerini boğma, direniş ve mücadelelerini ezme üzerine inşa olmuştur. Bu gelenek, devlete hakim olan sınıflar tarafından kesintisiz şekilde bugüne kadar sürdürülmüştür.
Konuya bir nebze olsun uzaklaşma pahasına vurguladığımız bu gerçeklik işçi ve emekçi halk yığınlarının ağırlaşan ekonomik, siyasal ve sosyal sorunlarının, bastırılan ve karşılanmayan taleplerinin, iş cinayetlerinin, işçi intiharlarının doğrudan sorumlusu durumundadır. Onlar “geçinemiyoruz” çığlığıyla canları üzerine pazarlık ettikleri asgari yaşam ve geçim talebine kulaklarını en başından tıkayanlardır. İş cinayetlerinin, işçi, işsiz emekçilerin intiharının sorumlusu, işlenen seri cinayetlerin katilidir. Hem katleden, hem cinayet mahalline gelerek üstünü örten, 3. sayfa haberleriyle görünmez yapan, derin bir sessizlikle unutulmasını sağlayandır.
Ne kadar işçinin göstere göstere gelen iş cinayetlerinde öldüğü, ne kadar işçi, işsiz emekçinin intihar ettiği, açlık ve sefalet çektiği, sınamalardan geçtiği umurunda değildir. Emekleri kadar, yaşamlarıyla da değersiz olanların ölümleri değil üzüntü oluşturmak sevinç kaynağı olmaktadır. “Güzel öldüler” diyerek ölümlerden teselli devşirmek işçi ve emek düşmanlarına has bir özelliktir.
İşçi ve emekçilerin üretimde ve yaşamın içinde yüz yüze bulunduğu ağır sorunlar tepkisine, öfkesine, direnişine, mücadelesine kaynaklık etmektedir. Toplumun bütün ezilen sınıfları aynı yoksulluğu, sefaleti ve geleceksizliği paylaşmaktadır. Ekonomik kriz bütün işçi ve emekçileri, yoksulları bir girdap gibi içine çekmektedir. İşçi ve emekçilerin geleceği, nasıl yaşayıp öleceği, ne yiyip içeceği yine bu sömürücü sınıflar tarafından tayin edilmektedir. Tahtakurularının işçilerin kanını emerek daha insaflı davrandığı bu sınıfların elinde ölümün bin bir türlüsü garanti edilmektedir. 3. Havalimanı işçilerinin kölece çalışma koşularına isyanı, ileri sürdüğü taleplerle direnişe geçmesi işçi sınıfının örgütsüzlükle savunmasız bırakılan, intiharı hesaplaşmanın son raundu olarak gören işçi-işsiz emekçilere ilham, bilinç ve mücadele gücü taşıyacaktır.
İşçi ve emekçi yığınların emeği üzerine çullanarak semirenlerin önce muhtaç ederek sonra paket ve nakit yardımlarla, kömüre, makarnaya “minnet hale” getirmesi, boynunu bükük ve “borçlu” bırakması sömürüye el koyan sınıfların yönetme ve korkularını öteleme telaşından kaynaklıdır.
Yoksulluk yarası sömürücü sınıfların süreceği hiçbir merhemle iyileşmeyecek kadar derindedir. Yoksulluk yarasının iyileşmesi yığın halinde bulunan işçi ve emekçilerin sınıf bilincini kuşanmasıyla, gücünün farkına varmasıyla, fabrikalarda, atölyelerde, şantiyelerde, yaşam alanlarında, sokaklarda taleplerini ve mücadelesini birleştirmesiyle mümkündür. İşçi sınıfının örgütlü mücadelesi, üretimden gelen gücü, fiili ve meşru direniş hattı geleceksizlik kapısını yıkacağı, sömürünün hapishanesini özgürleştireceği günler uzak değildir.
*Bu yazı 11 Ekim tarihli Yeni Demokrasi gazetesinin 20. sayısından alınmıştır.