Türkiye ekonomisi, son yılların en derin ekonomik krizi ile boğuşmaktadır. Krizin atlatılması bir yana, giderek daha büyüyerek, etkileri her alana yansımaktadır. Türkiye’nin son dönemlerde yetiştirdiği “deha”lardan Hazine ve Maliye bakanı Berat Albayrak’ın sunduğu 3 yıllık orta vadeli Yeni Ekonomi Programı’nda (YEP) durumun vehametini görmek mümkün.
Ancak Cumhurbaşkanı’ndan damada, Adalet Bakanı’ndan Dışişleri Bakanı’na, müsteşarlardan havuz medyası ve “yalaka” kalemşörlere kadar, tüm egemenler ve hizmetkerları, hep bir ağızdan “kriz reel değil manüplasyon”, “dış güçlerin operasyonu”, “psikolojik”, “bizi önceden olduğu gibi teğet geçer”, vb. demeçlerini peş peşe sıraladı. Yetmedi, her şeyde olduğu gibi, yine yaratılıp beslenen “milli hassasiyetlere” oynanarak, “bu milli bir davamız ve milletçe bu saldırıları boşa çıkarıp atlatacağız. Ekonomimiz güçlü ve bizi sarsmaz” kabilinden milliyetçi histerilerle yine kitleler uyutulup yönlendirilmeye çalışılıyor.
Döviz kurunun yükselişi durdurulamamakta, dış borç yükü artmakta, bankacılık sektörü alarm vermekte. Sanayi üretimi, dışa bağımlılığın gereği olarak düşüyor, fabrikalar kapanıyor, toplu işçi kıyımları gerçekleşiyor. İflaslar, konkordatolar peşi sıra yaygınlaşıyor, maliyet artışları nedeniyle ticaret, tarım, inşaat vb. iş kolları durma noktasına geliyor ve tepeden tırnağa her şeye zamlar yağıyor.
Emekçi halk büyük bir korku ve tedirginlik içerisinde, işsizliğin, yoksulluğun ve açlığın pençesinde.
Egemen sınıflar, bir yandan krizin faturasını emekçilere yıkarken, öte yandan krizi fırsata çevirecek politikalar uygulayarak burjuvaziye, özellikle de temsil ettiği kliği ihya edecek adımlar atmaktalar.
“Kriz yok” diyen egemenler ve AKP hükümeti, yeni ekonomi programı ile 2019 yılında sıkı bir tasarruf programı uygulayarak, 60 milyar lira tasarruf edeceklerini, 19 milyar lira gelir artışı sağlayacaklarını açıkladılar. “Tasarruf” ve “gelir arttırımı”nın ne olduğunu, biz açıklanan programdan çok iyi anlıyoruz. Yaygın işten atmalar, enflasyonun altında eriyen ücretler, hak gaspları, tüketim ürünlerine yapılan/yapılacak fahiş zamlar, yeni vergiler, halkın değerleri olan kamu malları ve değerlerinin yandaş çevrelere ve emperyalist tekellere peşkeş çekilmesi, işsizlik, yoksulluk, eğitim-sağlık ve diğer kamu hizmetlerinin durması ya da bunlara zam getirilmesi….
2019 yılında, YEP’in uygulaması ile yaklaşık 1 milyon emekçinin daha işinden edileceği öngörülmektedir. Bunun verilerini her gün yüzlerce emekçinin işten atılmasıyla pratikte yaşamaktayız.
Ama yanı sıra, emperyalist tekeller ile egemen sınıflara ve yandaşlarına sunulan teşvik, vergi muafiyet, özel sektör ve bankaların aşırı dış borç yükünün devlet garantisi adı altında yüklenilmesi ve bu yükün yine emekçilere ödettirilmesini yaşıyoruz.
Tüm bu sıraladıklarımızı gündelik yaşamda Türkiye emekçi halkı yaşamaktadır.
Hiç kimse “kriz yok” masallarına inanmamaktadır. “Kriz yoktur”a cevap, Urfa’da üzerine benzin dökerek “işsizim, açım” diyerek kendini yakan gençtir.
BEŞTEPE SARAYINDAN, UÇAN SARAYA, ZEVK-İ SEFA
Halka “milli bir dava/savaş” manipülasyonu ile sefaleti dayatıp, fedakarlık talep eden egemenler, tıpkı Osmanlı hanedanlığında olduğu gibi, büyük bir saltanat ve lüksü yaşamaktadırlar. Üstelik halkın gözünün içine baka baka, büyük bir pişkinlik ile halk düşmanlığı karakterlerini açığa vuruyorlar.
Katar’dan alınan 400 milyon dolar değerindeki lüks uçak, günlerdir gündemi meşgul etmekte. Burjuva medyada yoğun gündem olan ve tartışılan nokta, bunun hibe mi yoksa satın alınma mı olduğu yönlüdür. Bu son derece bilinçli bir tartışmadır. Halka sefaleti ve ölümü reva gören egemen sınıflar ve onların siyasi temsilcilerinin, lüks ve şatafatlı bir yaşam sürmelerinin halkta yaratacağı öfke ve tepkiyi ortadan kaldırmaya yöneliktir. Halkın, Tayyip ve AKP nezdinde sisteme öfkesi, tüm egemen sınıf klikleri için tehlikedir. Çünkü hepsi de aynı sistemin partileridirler ve aynı sistemden beslenmektedirler. Dolayısıyla, halkın öfkesi faşist sisteme yöneliktir. Klikler arasında devlete hakim olma mücadelesi gerçekliği, bu özgülde, birlikte devleti sahiplenme eksenli bir politikaya dönüşmektedir. Hep birlikte, Erdoğan’ı eleştirme adına, tepkileri yumuşatmaya, etkisizleştirme telaşına kapılmışlardır. Bunu sistem partilerinin açıklamalarında görmek mümkün.
Erdoğan “biz ilgilendik, Katar emiri hediye etti” derken, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli ise, “Türk devletini küçük düşüremezsiniz, alınacaksa biz fedakarlık yaparız, veririz parasını alırız” demekteler. Havuz medyası ya da burjuva-liberal medyada dahi tartışma ve atışmalar satın mı alındı, hibe mi edildi eksenlidir. Bu tartışmalar da meselenin özünü karatmaya yöneliktir. Hangi şekilde olursa olsun, faşist egemen sınıflar, halka yıkım-sefalet, tasarruf paketleri dayatırken, kendilerinin lüks ve şatafat içinde yaşamaları, sınıfsal özelliklerinin dışa vurumudur. Ki “Padişah atın iyisine biner” diyecek kadar yüzsüzleşen, pervasızlaşan bir yaklaşım söz konusudur. “İhtişam ve gücün” bir göstergesi olarak sunulan bu “sefahat” hali ile aynı günlerde Meksika Devlet Başkanı’nın 287 Milyon dolarlık uçağı “tasarruf” gerekçesiyle satması karşısında “doğal” bir kıyaslamaya dönüşmektedir. Ancak bir gerici egemen sınıf temsilcisinin halkının gözünü boyamak için uçağı satması, Erdoğan’ın ise 400 milyon dolarlık uçak satın alması bir yönetme biçimine işaret etmektedir. Türk egemen sınıfları halk yığınlarını faşist diktatörlüğün her türlü aracının yanında, güç ve kudreti simgeleyen argümanlarla yönetmeyi bir siyasal kültür olarak kullanmaktan geri durmamaktadır. Bu derinlikli bir toplumsal ve siyasal sorundur. Aynı zamanda daha etkili ve güçlü bir demokratik mücadele ihtiyacına işaret etmektedir.
HARAMİLERİN SARAYLARI BAŞLARINA YIKILACAK!
Vahşet düzeyindeki saldırı ve katliamlarla, tutuklama, işkence, katletme, vb. politikalarıyla halkı, ilerici, devrimci, demokratik kesimleri sindirmek istiyorlar. Korku iklimini alabildiğince yoğunlaştırarak, hak arayışları, itirazlara tahammülsüzce bastırıyor, gelecek kalkışmaların önünü almaya çalışıyorlar.
Ne kadar baskı uygulanırsa uygulansın, öfke, tepki ve değişim isteminin önünü alamayacaklardır. Saldırılardaki pervasızlık bundan dolayıdır.
Elbette ezilenler, egemenlerin ektiği öfkeyi kuşanarak, devrimci-komünist öncüleriyle birleşerek, haramilerin saltanatını alt edeceklerdir. Yeter ki bu bilinçle işçi sınıfı ve emekçilerle daha ısrarlı ve kararlıca buluşarak, onlara bu bilinci taşıyalım.
İşçi sınıfının güncel direnişleri, krizin boyutunun ve etkilerinin daha da açıktan yaşanmasıyla bu rüzgar daha sert ve güçlü esecektir. Buna hazırlıklı olmak, izleyici değil, öznesi olarak mücadelenin aktif özneleri olarak sürece müdahale etmek ve yön vermek de bizim görevimizdir.