Ekmek, un, simit, poğaça… ucuz maliyetiyle tüketimi bakımından yoksul kesim ile özdeşlemiştir. Asgari ücret hesaplamaları dahi yakın zamana kadar halkın geniş kesiminde “çay-simitle” yapılıyordu. Bugün bu hesap artık tutmuyor. Artan enflasyon, sürekli yapılan zamlar hesap kitap defterini tozla kaplattı. Çünkü batık borçlarla dolu defter sayfaları onu işlevsiz bırakmış durumda! Durumun çok kötü olduğunu resmeden bu durum bir yanda dururken hububat fiyatlarındaki yüksek artışın sebebi ilk bakışta anlamsız geliyor. Tüketilemeyen ya da fiyatı nedeniyle tüketiminin azalması beklenen ürünlerin kaynağı neden pahalı olur? Kuşkusuz ekonomik kriz bunun nedenidir. Bunu genel olarak açmak gerekse de şu an için hububattaki artışın nedenlerine özel olarak bakmakla yetineceğiz.
TL’nin dolar ve avro karşısında fazlaca değer kaybetmesi kuşkusuz üretim araçlarının giderlerini artırdı. Neden artırdı? Çünkü köylünün elindeki araçların büyük çoğunluğu yabancı sermayeye aittir. Aittir diyoruz, çünkü ülkenin bu üretim araçlarını üretecek güçte büyük ve üretken bir sermayesi neredeyse yoktur. İthal alınan tüm araçlar, fazlasıyla pahalıdır. Bu pahalılık TL’nin değer kaybıyla zirveler görmüş, rekor üstüne rekor kırmıştır. Dolayısıyla artan bu üretim maliyetleri ürünlerde fiyat artışına neden olmuştur. Mazot pahalı, tohum pahalı, gübre pahalı, ilaç pahalı, tırmık, saban ve makineler pahalı… Köylünün ürettiği ürünlerin satışı ise serbest piyasada en düşük ücretten satılıyor. Elbette yılların dile pelesenk olmuş sorunu: aracılar. Hemen hemen herkesin aşina olduğu aracılar tarladan fiyatı en düşükten almakta ve en pahalıya satmaktadır. Kontrolsüz fiyat savrukluğu ise köylülere dert olmaya devam ediyor. Bir de buna eklenen mevsimsel koşullar var. Aşırı kuraklık veya aşırı yağış Türkiye’de bölge bölge birçok köylüyü etkiledi. Kuraklık ürünleri kuruttu, yağış ise çürüttü. Kalan ürünler de tüccara yok pahasına satılıyor. Hal böyle olunca işlenmiş gıdaların hammaddelerindeki artış, ürünlerin fiyatını artırıyor. Önümüzdeki süreçte de artış öngörülüyor.
OFİSLERDE RANDEVU YOK!
Köylüyü umutlandıran ise Türkiye Mahsulleri Ofisi’nin (TMO) siloları. TMO, bu yılki alımlarını çevmiçi randevu ile yapacağını duyurdu. Çevrimiçi randevu sistemine giren köylüler “teknik açıdan kullanışsız” bir sistem ile karşıya karşıya geldiler. Ofisin randevu sisteminin dikkat çekici yanı sınırlı alımlardı. Bu sınırlı alımlar randevuların açık veya kapalı durumunu belirliyor. Örneğin, Kırklareli’de döküm yapmak isteyen köylünün önüne iki depo çıkıyor. TMO, Kırklareli’nin Pınarhisar ilçesinde bulunan deposuna 30 ton alım kotası koyuyor. Elinde daha fazla olan köylünün arta kalan ürünleri serbest piyasada devletin belirlemiş olduğu taban fiyattan çok daha düşüğe satılıyor. Daha çarpıcı yanı ise randevu sisteminde randevu yok! TMO’nun internet sitesinde sürekli nöbet tutmak gerekiyor. Hasadı yapılmış ürünler şu an için bekletiliyor. Bu da ürünün kalitesini etkileyecektir.
“ÇİFTÇİNİN MALI VAR AMA BORCU DA VAR”
Yenişehir Ziraat Odası Başkanı Süleyman İskenderoğlu, kendisinin de TMO’dan randevu alamadığını belirterek konu hakkında şunları söylüyor: “Serbest piyasada ekmeklik buğdayın tonu 6 bin 800 TL, makarnalık buğdayın ise 7 bin 200 TL. TMO’da ekmeklik buğday 9 bin TL, primle beraber sert buğday 10 bin TL. Dolayısıyla şu an çiftçinin, buğdayda ton başına yaklaşık 2 bin 500 TL’ye yakın, arpada da 2 bin TL’ye yakın zararı var. Bu malın ucuz bir şekilde aracıya, komisyoncuya ve alafa (halk dilinde yem satıcısı) gitmemesi için TMO’nun acil bir şekilde yığınlar açmasını talep ediyoruz. Geçen yıl biz buğdayı ektiğimiz zaman mazotu 30 TL’den aldık. Tohumu 15 TL’ye aldık. Çiftçinin elinde malı var ama karşı tarafa da borcu var. Dolayısıyla günü geldiğinde Tarım Kredi Kooperatifleri borcunu istiyor, Ziraat Bankası borcunu istiyor, özel bankalar yine öyle. Çiftçinin serbest piyasaya da borcu var. Mazotçuya, tohumcuya, ilaççıya borcu var. Dolayısıyla bunlardan dolayı çiftçi mağdur oluyor.”
Köylünün hesabı artık tutmuyor; çay-simit hesabının da bir karşılığı kalmadı…