Dünya gündemi tamamıyla virüs salgınına kilitlenmiş durumda. Fakat politik alandaki gelişmeler için aynı durum söz konusu değil. Salgından önceki fiili durum aynen devam ediyor. Çatışmalı bölgelerde savaşlar, tehditkâr hamleler, egemenlik rekabeti hız kesmeden sürüyor. Kurdun puslu havayı sevmesi misali egemen sınıflar kirli siyasetlerini uygulamak için salgının yarattığı “pusu” son sınırına dek kullanıyor. Egemen sınıfların tüm gündeminin virüs salgını olmasını beklemek kör bir bakış olurdu. Kapitalizmin karakteristik özelliklerinden biri krizi fırsata çevirmektir. Bu özellik doğrudan burjuva siyasetine de yansır. 11 Eylül saldırısından sonra bir İngiliz bakan danışmanının devlet erkânına “Almak istediğimiz tüm kararları yeniden gündeme taşımak ve dikkatleri üzerimize çekmeden yürürlüğe koymak için çok iyi bir gün.” dediği mektubu hatırlayalım. Burjuva iktidar ve yönetim anlayışı başka türlü bu kadar özlüce ortaya konamazdı.
Başımızı virüsten kaldırıp diğer gelişmelere çevirdiğimizde ve ne olup bittiğine baktığımızda karşımıza emperyalist saldırganlığın tüm hızıyla devam ettiği çıkacaktır. Orta Doğu bu anlamıyla ilk sırada yer alıyor. Daha iki üç ay önce İdlib operasyonuyla yatılıp kalkılıyordu. Zira ‘padişah hazretleri’ İdlib seferine çıkmıştı. Fiyaskonun üzeri virüsle kapatıldı fakat savaş devam ediyor. Orta Doğu’daki paylaşım ve hakimiyet savaşı hız kesmedi, virüs nedeniyle gündemin gerisinde kaldı. TC’nin Rojava’ya yönelik saldırıları, Kürt düşmanlığı virüs tanımıyor. T. Kürdistanı’ndan Rojava’ya işgalci, ilhakçı, tekçi zihniyet ulvi emellerini hayata geçirmeye çabalıyor.
ABD-İran arasında Irak’ta yaşanan nüfuz gerginliği uzun süredir fiili saldırılara dönmüş durumda. Öyle ki salgın öncesi ABD-İran savaşı çıkacağı konuşuluyordu. Bu fiili saldırı hali durmuş değil. Basra’da ABD petrol tekeli Halliburton ve İtalyan petrol tekeli Eni’nin petrol sahalarına katyuşa füzeleriyle saldırı gerçekleştirildi. Bu saldırıların birinci ayağında kuşkusuz ki İran’ın, ABD varlığını Irak’tan çıkarma politikası bulunuyor. İran’ın Orta Doğu’da hiç olmadığı kadar güçlenmesi ABD ve işbirlikçilerini fazlasıyla rahatsız ediyor. Irak’ın stratejik konumu, ABD’nin uzun erimli planlarındaki yeri ve petrol bölgesi olması nedeniyle İran büyük tehdit oluşturuyor. İran’ın Rusya ve Çin ile olan ilişkileri bu tehdidi daha da büyütüyor. Bundan mütevellit ABD, İran’ı Irak’tan çıkarmak için her yolu mubah görüyor. Bu saldırgan siyasete karşı İran, elde ettiği nüfuzu kaybetmek istemiyor. Yerel Şii milis güçlerini örgütleyerek karşı bir duruş sergiliyor. Basra saldırısı İran’ın ABD hamlelerine verilen bir karşılıktır.
Saldırının ikinci ayağında ise ABD, Rusya, S. Arabistan arasındaki petrol fiyatı krizi vardır. Saldırının petrol sahalarına yapılmasını ABD’ye verilen mesaj olarak okumak mümkün. Petrol sahaları, ABD’nin Rusya’yı sıkıştırmak için petrol oyununa karşılık oyunun devamı ve sonunu göstermek açısından bilinçli bir hedeftir. Basra saldırısı, moda deyimle zamanlamanın manidar olduğu bir saldırıdır.
Orta Doğu’daki savaşın bir diğer cephesi ise Yemen. On yıla yaklaşan savaşta İran destekli Husiler, Suudiler’e üstünlük sağlamış durumda fakat her iki tarafta mutlak hakimiyet kurmuş değil. O nedenle savaş tüm şiddetiyle sürüyor. Husiler, Suudiler’e yönelik saldırılarına devam ediyor. Marib bölgesindeki petrol hattına yapılan saldırı bunun son örneği oldu. Bu saldırının da petrol fiyat oyunuyla eş zamanlı olması manidardır. Yemen’deki savaşa dair sürpriz gelişme ise Suudiler’in virüs nedeniyle savaşa “ara vermiş” olmasıdır. Fakat bu savaşın durduğu anlamına gelmiyor. En büyük savaşlara barış zamanlarında hazırlanılır mantığından hareketle Suudiler’in bu “ara verme”den savaşa daha güçlü bir hazırlık için yararlanacağı açıktır dolayısıyla ilerleyen günlerde daha şiddetli çatışmaların yaşanacağını söylemek kâhinlik olmayacaktır.
ABD, ekonomisinin önemli bir kısmı (% 60’dan fazlası) petrol ve doğalgaza bağımlı olan Rusya’yı ekonomik krize sokmak, gücünü kırmak, Avrupa ile olan enerji anlaşmalarını (Kuzey Akım 2) bozmak ve Avrupa’yı enerjide kendine tabi kılmak maksatlı petrol fiyatını düşürme politikası izliyor. S. Arabistan’ın başrolü üstlendiği bu oyunda işler tersine döndü. ABD kaya gazı denilen ‘şeyl petrolü’ne güvenerek S. Arabistan’la Rusya arasında fiyat krizi başlattı. Petrol fiyatları hızla düştü. Şeyl petrolünün yüksek maliyetine oynayarak fiyat düşüşünün yarattığı basınca direndi. Çin’in salgını önleyip üretime başlaması ve petrol ithal etmesi Rusya’yı rahatlattı. ABD’nin bumerangı kendisini vurmaya başladı. Petrol fiyatı üzerinden Rusya’yı sıkıştırma hamlesi bir kez daha boşa çıktı. S. Arabistan ile Rusya petrol üretiminde anlaştı.
ABD’nin bir diğer Rusya’yı sıkıştırma hamlesi NATO üzerinden yapıldı. Nisan başlarında telekonferans yöntemiyle yapılan toplantıda NATO, Ukrayna ve Gürcistan ile ilişkileri geliştirme kararı aldı. Bu ilişkilerden kasıt ortak askeri tatbikatlar yapmaktır. Bu kararın ardında ABD’nin NATO üzerinden Karadeniz’e konuşlanma amacı yatıyor. Bilindiği üzere ABD yıllardır Karadeniz’e girmek ve orada da hâkim olmak istiyor. Fakat Montrö Anlaşması uyarınca savaş gemilerini Karadeniz’e sokamıyor. NATO’nun bu iki ülke ile ilişkileri geliştirme politikası ile bu duruma son vermek, Rusya’yı güneyden kuşatmak istiyor. BAD, NATO aracılığıyla Ukrayna ve Gürcistan’ı askeri desteklerle güçlendirerek Rusya’ya karşı üstünlük sağlamayı hedefliyor. Bu politika Karadeniz’de suların ısınacağına, dalgaların yükseleceğine işaret olmaktadır.
Suların ısındığı bir başka bölge Latin Amerika’dır. ABD emperyalizminin Venezuela’ya yönelik saldırılarına her gün bir yenisi ekleniyor. Arka bahçesinde “çıban başı” olarak gördüğü Venezuela’daki Rusya ve Çin’in varlığı ABD için büyük sorun teşkil ediyor. Petrol ve maden yatakları açısından zengin olması da ülkeyi önemli kılıyor. Hatırlanacağı üzere ABD yanlısı geçici hükümet kurulmuş, Maduro hükümetini devirmek için darbe tezgahlanmış, geçici hükümet başkanı Guadio taraftarları sokağa indirilmiş fakat başarılı olunamamıştı. 2000’lerden beri Venezuela’da egemenlik kurmaya çalışan bunu bir türlü gerçekleştiremeyen ABD yeni bir saldırıya geçti. Maduro ve yönetici kadrosunu uluslararası uyuşturucu kaçakçısı ilan edilip başlarına 10-15 milyon ödül konuldu. Bununla birlikte Karayip Denizi’nde Venezuela kıyılarına yakın bölgede askeri konuşlanma artırıldı. Bunun açık anlamı Venezuela’ya yönelik askeri müdahale ve işgale hazırlanmaktır. Diğer yandan bölgedeki işbirlikçilerine askeri desteğin (silah, mühimmat vb.) rahatlıkla yapılması söz konusu olacaktır. Venezuela üzerinde emperyalist rekabette, ABD Maduro’yu devirip kukla bir hükümet kurarak üstünlüğü ele geçirmeyi hedefliyor. Bugüne kadar başarısız olan ABD askeri seçeneği kullanmaya, işgale her zamankinden daha yakın olduğunu da aleni biçimde gösteriyor.
Emperyalistlerin karşı karşıya geldiği bir diğer bölge de Güney Çin Denizi’dir. Güney Çin Denizi, ABD’nin, Çin’i durmadan rahatsız ettiği, sıkıştırmaya çalıştığı bölgedir. Çin bölge ülkeleri ile ilişkisini geliştirerek ABD’nin buradaki nüfuzunu önemli oranda kırdı. Çin, ABD’nin güneyden çevreleme hamlesine karşılık vererek Pasifik Okyanusu’na açılan kapısını korumuş oldu. Fakat bu ABD’nin durdurulduğu anlamına gelmiyor. ABD bölgedeki hakimiyetini tesis etmek için her türlü girişimde bulunuyor. Çin, salgın ile uğraşırken ABD, deniz trafiğinin tartışmalı olduğu Filipin Denizi’nde bomba yüklü savaş uçaklarıyla “eğitim uçuşu” gerçekleştirdi. Bu “eğitim uçuşu” Güney Çin Denizi’ndeki rekabetin boyutunu ve emperyalistler için önemini göstermesi açısından dikkat çekicidir.
Kapitalist-emperyalist sistem krizlerden ve savaşlardan beslenir. ABD’nin savaş doktrinlerinin diliyle söylersek “yaratıcı kaos” ile binlerce, milyonlarca insanın ölümü üzerinden kendini yeniden güçlendirir. Bu anlamıyla koronavirüs salgını, emperyalistler için kitlesel ölümlerin gerçekleştiği bir kriz veya sorun değil hegemonyanın tesis edileceği “yaratıcı bir kaos”tur. Bunu kendi lehine çevirmek için İngiliz danışmanın vurguladığı gibi bu günler “çok iyi günler”dir. Bu, köhne bir düzen olarak kapitalizmin-emperyalizmin çürümüşlüğünün de ifadesidir. Bir yandan “salgınla mücadele” denilerek “hümanist” (!) yüzüyle gülümserken diğer yandan emperyalist rekabetin hırsıyla birbirlerinin arkasından kuyuların kazıldığı bir sistemden bahsediyoruz. Her gün binlerce insan ölürken salgın demeyip savaşa devam edilmesi, paranın salgından çok salgın nedeniyle isyan etme ihtimalinin dahi ortadan kaldırılması için harcanması bize düşman gerçekliğini öğretmesi açısından önemlidir. Bu durum kapitalist emperyalist sisteme aykırı değildir. Tam tersine sistemin özünün dışavurumudur. Biz düşen ise salgın, kriz ve savaş koşullarını emperyalist-kapitalistler ve onların işbirlikçisi faşist iktidarlar için değil proletaryanın devrim mücadelesi için “iyi günler” haline dönüştürmektir. Başkan Mao’nun dediği gibi: Gök kubbenin altında kaos egemen. Koşullar mükemmel!
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 30 Nisan 2020 tarihli 60. sayısından alınmıştır.