“Sanki suçlu bizmişiz gibi, sanki hırsızlığı, namussuzluğu, arsızlığı biz yapmışız gibi hesabı bizden sormaya çalışıyor… Öyle mi alay komutanı? Buradayız biz! Yıllarca arkadaşımızın bedeninden parçalar kopartıldı o madende, parçalar! Şimdi bize güç göstereceksiniz ve biz bu güçten korkacağız öyle mi? Vallahi de korkmuyoruz, billahi de korkmuyoruz sizden!”
Soma ve Ermenek maden işçileri, olgunlaşan ve keskinleşen çelişkilerin en yalın ve net şekilde nasıl bir tutuma dönüşeceğini bu sözlerle gösterdi. Korku işçilerin karşısına dikilen orduya karşı bir haykırışla parçalandı. Korkusuzluk ilan edilirken bu duruş emekçiler cephesinde mayalanan, büyüyen bir şekillenişin de ifadesidir. Politik ve ekonomik kriz şartlarına, salgın gibi halk sağlığı sorunu ve onun yarattığı yeni ve kapsamlı sorunların eklenmesi ile büyüyen çelişkileri; dozu düşmeyen baskı-sindirme, içerde ve dışarda Kürt düşmanlığı ve askeri saldırganlık ve işgallerle körüklediği şovenizm rüzgarı dahi dindirmemektedir. Çelişkiler büyümekte, öfke kabarmaktadır. AKP-MHP bloğunun yarattığı baskı ve sindirmeyle oluşan korku ikliminin yönetilmesi onlar açısından her geçen gün zorlaşmaktadır. Tam anlamıyla krizi sürekli şekilde yeni krizlerle, yeni saldırı dalgasıyla yönetme biçimine dönmüştür. Bu saldırı dalgası sadece iç politikada, halk yığınlarına devrimci-ilerici güçlere yönelik değil dışarda sorun ve çelişki yaşanan her alanda açık ve kesin bir şekilde saf tutma ve askeri gücünü seferber etme konumlanışı almaktadır. Ortadoğu’dan Kuzey Afrika’ya uzanan işgal ve saldırganlık, Kırım’dan Kafkaslar’a kadar heves eden bir çizgiye doğru yürümektedir. Azerbaycan-Ermenistan savaşında fırsatı kaçırmayan faşist diktatörlük Ermeni düşmanlığını en çürümüş ve soykırımcı şovenist argümanlarla tırmandırıp savaşın adeta bir parçası olmak için çırpınır hale gelmiştir. En ufak bir işarette silahını, uçağını, topunu kuşanarak savaş cephesine koşmaya hevesli bir siyasi çizgi izlemiştir.
ŞOVENİZME KARŞI KESKİN VE SAKINIMSIZ SAVAŞIM
Faşist diktatörlüğün gündemi yönetme biçimi, sürekli ve istikrarlı şekilde şovenist argümanlar üretmek şeklindedir. Büyük çaplı hamasi söylemler, attıkları her adımı “milli ve yerli” patenti ile süsleyen bir yalancılık, bitmek bilmeyen yer yer “ümmete” yer yer “Türklüğe” liderlik misyonu, “emperyalistlere” ayar verme çabası ile adeta şovenizm köpüğü oluşturularak kitleler boğulmaktadır. Bu şovenizmin asla bitmeyen besin kaynaklarından birisi de Kürt düşmanlığıdır. İçeride ve dışarıda askeri saldırı ve işgaller ile Kürt ulusal haklarının gerçekleşmesini engellemeyi amaçlayan yönelim kuruluş felsefesinin hem bir gereği hem de Ortadoğu politikasının paradoksu durumundadır. Bu yönelim faşist diktatörlüğün ayağındaki pranga olduğu kadar, varoluşsal korkularının temeli durumundadır. Bu onu daha fazla saldırı politikasına itelemekte, Kürt Ulusal Hareketi’nin tümüyle belini kırıp ABD emperyalizmi ile birlikte kendi siyasi yönelimine tabi kılacak noktaya getirme eksenindedir. Bunun gerçekleşmediği, geciktiği her durum ise faşizmi daha fazla saldırgan hale getirmektedir. Acımasız ve pervasız bir imha savaşı, büyük çaplı bir Kürt düşmanlığı ve emperyalist güçlere bu uğurda daha köklü bir uşak olma zeminini örgütlemektedir. Bu bağlamda Türk hakim sınıflarının her cephede şovenizmi körükleyen yönelimi durmaksızın mücadele edilmesi ve hiçbir zaman hedeften çıkarılmaması gereken niteliklerden birisidir. Zira varolan çok yönlü saldırganlık politikasının yönetilmesinde en güçlü ideolojik argüman şovenizmdir. Geniş kitleleri uyutmanın, ulusal gururu okşayarak ezilenleri düşkünleştirip, çürütmenin yolu şovenizm olmaktadır. Bu bağlamda faşizmin tüm saldırgan politikaları hedefe konulurken, çok uluslu toplumsal yapıda Kürt ulusuna tam hak eşitliği ve kendi kaderini tayin etme hakkı açık, kesin ve kararlı şekilde propaganda edilmelidir.
Faşist diktatörlük tüm gücü ve olanaklarıyla hak arayışı mücadelelerini de hedeflemektedir. Öğrenci eylemlerinde polis en pervasız biçimde saldırmakta, sosyal medyadaki fişlemelerle beraber operasyonlar düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelmekte, işçi ve emekçilerin grev hakkı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile kısıtlanmakta ve polis-asker gücü işçilerin karşısına çıkarılmakta, kültür merkezleri gazete ve dergi büroları düzenli basılmakta, milletvekilleri, belediye başkanları zindanlara atılmaktadır. Bütün bunlar faşist diktatörlüğün rutinidir. Egemenler arasındaki kapışma ise krize paralel büyümektedir. Faşist klikler arasında ve iç mücadelede sular hiç durulmamaktadır. CHP’de Muharrem İnce, İYİP’te Ümit Özdağ ve FETÖ’cülük tartışması, AKP içinde İçişleri, Sağlık ve Maliye Bakanları arasındaki bitmeyen gerginlik; Millet ve Cumhur ittifakında sürekli yeni arayışlar ve karşılıklı bloklar arasındaki saldırılar ve nihayet erken seçim tartışmalarıyla büyüyen yangın, politik krizin ve çelişkilerin boyutunu göstermektedir. Bu tablo kuşkusuz yönetmeye dair sorunlara işarettir. Egemenler arasındaki çelişki ve çatışmanın tırmanması devrimci mücadelenin mayalanması ve büyümesi açısından yeni olanaklar anlamına gelmektedir. Bu saflaşma ve kapışma içinde komünistlerin, devrimcilerin tutumu mücadele ve direniş hattını büyütmek, taraflar arasındaki gerici mücadeleyi halk kitlelerine en etkin şekilde anlatmak ve örgütlenme olanağına çevirmek olmalıdır.
NUBAR, ÖZGÜR, ASMİN VE ROSA’YI SAHİPLENMEK HALK SAVAŞI’NDA ISRARDIR
Faşizm gerilla mücadelesine saldırırken gerilla cenazelerine yönelik de özel bir politika benimsemektedir. Eylül ve Ekim ayında şehit düşen Nubar, Özgür, Rosa ve Asmin’in cenazeleri hala ailelerine verilmemiştir. Bu açık bir şekilde halk savaşına ve sınıf mücadelesine yönelik saldırının bir ayağını oluşturmaktadır. Kavgada ölümsüzleşenleri kimsesiz bırakma, geride kalanları yıldırma ve sahiplenemez hale getirmenin bir politikası olarak hayata geçirilmektedir. Mücadelenin gerekliliğini bu şekilde anlam yitimine uğratmaya çalışan bir saldırı söz konusudur. Bu saldırıyı göğüslemek ve boşa çıkarmak andaki önemli görevlerden birisidir. Bu tüm yaratıcı yol ve yöntemler kullanılarak bir seferberlik mücadelesine çevrilmelidir.
Sınıf mücadelesi olgunlaşıp çelişkiler büyümektedir. İçinden geçtiğimiz koşullarda hareketin zayıflığı ve durgunluğu sürekliliğe engel değildir. Unutulamamalıdır ki çelişkinin demlendiği ve kıvama geldiği nokta sınıf mücadelesinde büyük gelişmelerin kapısının aralandığı evre olacaktır. Devrimci irade konusunda “bambu”nun hikayesi unutmamalıdır: “Bambu ağacının önce tohumu ekilir, sulanır ve gübrelenir. Birinci yıl tohumda herhangi bir değişiklik olmaz. Tohum yeniden sulanıp gübrelenir. Bambu ağacı ikinci yılda da toprağın dışına filiz vermez. Üçüncü ve dördüncü yıllarda her yıl yapılan işlem tekrar edilerek bambu tohumu sulanır ve gübrelenir. Nihayet beşinci yılın sonlarına doğru bambu yeşermeye başlar ve altı hafta gibi kısa bir sürede yaklaşık 27 metre boyuna ulaşır.” Devrimci mücadelede de süreklilik ve güçlü tarihsel kavrayış önemlidir. Bambu 6 haftada 27 metre uzamamıştır, tam beş yıllık bir sürecin ürünü olmuştur. Bu yüzden devrimci kararlılık, sabır, umut, devrime inanç, kitlelere sonsuz bir güvenle kavgaya sarılmalıyız. Korkunun sofrasına değil tarihin eğilimine cesaretle sarılarak oturmadan tüm enerjimizle yürüyüşümüzü sürdürmeliyiz. Nubar, Özgür, Asmin ve Rosa’nın kanlarıyla suladığı, canlarıyla sahiplendiği Halk Savaşı çizgisinin zaferi için aynı kararlılığı, sabrı ve inancı gösterme zamanıdır.