Mersin’de, bir sahilde Kürtçe müzik eşliğinde halay çeken gençlerin, faşist troller harekete geçirilerek hedef gösterilmesinin ardından başlayan gözaltı ve tutuklama saldırıları İstanbul, Ağrı, Siirt, Diyarbakır, Van ve Hakkari’de devam etti. Bir kişinin ise düğün dönüşünde aracında Kürtçe müzik dinlediği için gözaltına alınarak tutuklanmasını birçok ilde Kürtçe trafik yazılarının silinmesi izledi. Sistemin egemenlik kodları üzerinden şekillenen inkâr saldırılarının tarihsel örnekleri, yabancısı olunmayan bu faşist saldırıların yeni değil bir ulusu onu var eden tüm değerleri ile birlikte imha etme hedefli saldırıların parçasıdır. Bugüne özgü değildir bu saldırılar. Diyarbakır zindanlarında koca puntolarla yazılan “Türkçe konuş çok konuş”la yok edilmek istenen Kürt diline saldırılar bugün yollarda, tabelalardaki Kürtçe yazıların silinmesi ile devam ediyor. Geçmişte Kürtler “ideolojik amaçlı ıslık” çaldığı, puşi taktığı için gözaltına alınıp tutuklanırken şimdi “Kürtçe halay” çektiği, Kürtçe müzik dinlediği için tutuklanıyor.
Faşizmin Kürt ulusuna yönelik her türlü saldırısı her dönem tekerrür etmektedir. Son saldırılar da bunun bir parçasıdır. Bu saldırılar bir tarihsel nedeni, bir de güncel gerekçesi olarak egemenler tarafından hayata geçirilmektedir.
Mevcut sistem, derin bir ekonomik kriz ve buna bağlı olarak tüm siyasi aktörleri ile yönetememe krizine doğru giderken gündem değiştirme ihtiyacını Gezi isyanından sonra hiç olmadığı kadar hissetmektedir. Elbette bunun en kullanışlı aparatı şovenizmdir. Emekçileri bir bütün kutuplaştıran, ayrıştıran, parçalayan ve onları kolay yönetme kabiliyeti sağlayan bir aparat olarak “milli hassasiyetleri” okşayan şovenizm son saldırılar bağlamında bir kez daha hayata geçmektedir. Ancak bu “milli hassasiyetler”in emekçilerin yaşamlarına bir yararı olmadığı gibi tam da egemenlerin “milli” çıkarlarını korumaya odaklı bir hassasiyet yaratma aracı olduğu gerçeği orta yerde durmaktadır. Bu saldırı biçimlerinin yeni olmadığı bir gerçektir. Aynı gerçeklik faşizmin kendini yeniden üretme ve var etme saldırıları olduğuna dair tespit için de geçerlidir. “Milli çıkar” adı altında halk kitlelerin mal edilmiş bulunan egemenlerin sınıfsal çıkarlarının bir ürünü olan ulusal sorun ve bunun çözümü hedefiyle örgütlenmiş olan Ulusal Kurtuluş Mücadelesini imha etmeyi içeren inkâr ve zorla asimilasyon saldırılarını da hiç aksatmadan hayata geçiriyor faşizm. Faşizm bu yolla Kürt ulusunu kimliğine, diline, kültürüne yabancılaştırmayı hedeflemektedir. Bu esasında Kürt ulusunu teslim alma hedefidir. Ancak Kürtler, egemenlerin bunda başarılı olamayacağını her defasında ders verir gibi öğretiyor. Mersin’de başlayan “halay tutuklamaları”na meydan okurcasına birçok ilde her türlü baskı ve bedele rağmen halaylar çekildi. Silinen Kürtçe yazılar tekrar tekrar sokaklara yazıldı. Bu aynı zamanda egemenlerin teslim alma, asimilasyon ve inkâr saldırılarına karşı “teslim alamayacaksınız” mesajıydı. Tıpkı egemenlerin saldırılarının sürekliliği gibi, Kürtlerin bu refleksi de bir sürekliliği ifade etti. Bu refleks bir direniş refleksidir. Egemen sınıfların dayattığı “teslimiyet”e karşı bir direniştir.
“Halay tutuklamalarını” Türk egemen sınıflarının, Kürtlerin sosyal kültürüne yönelik saldırılarına sıkıştırmak bugün saldırıların aldığı içeriği anlatmaya yetmeyecektir. Kültürün sosyal içeriğinin yanında bir de siyasal içeriği vardır. Siyasal kültür olarak tanımlanan bu içerik ezenle ezilen arasındaki mücadelede sosyal kültüre de rengini vermektedir. Sanattan edebiyata, toplumsal ilişkilerden gündelik yaşamın her anına kadar kültür siyasal içerik de taşımaktadır. Bu anlamda Kürt gençlerinin halaylarına saldırıları, Kürtlerin “sosyal kültürü”ne yönelik saldırı olarak tanımlamak günün koşulları içerisinde eksik kalacaktır. Bu aynı zamanda saldırının kapsamını daraltan bir yaklaşıma neden olur. Böyle bir yaklaşım direnişin de içeriğinin eksik anlaşılmasına neden olacaktır.
Kültür tarihsel bir birikim sonucu oluşur ve içinde yaşanılan toplumun özelliklerini bünyesinde toplayarak o toplumun kültürel mirasını oluşturur. Kürtlerin ulusal bütünlüğü kapsamında var olan ve ortaklaşmış, kabul görmüş toplumsal kültürünün inkârı faşizmin egemenlik saldırıları kapsamında sürgit devam ederken buna karşı direnişin de ortaya çıkardığı siyasal bir kültür de cisimleşmiştir. Boyun eğmeme, teslim olmama, direnme ve özgürlüğünü kazanma mücadelesi… Kürtlerde bu kültür belirgin biçimde vücut bulmuş durumdadır. Bugüne kadar gerçekleşen ve bugün de devam eden Kürt ulusal mücadelesinin direniş geleneği, Kürtlerin toplumsal kültürel normlarına da rengini veren bir karakter kazanmıştır. Kürtçe sanata da yansıyan bu içerik direnişi sanatla bütünleştirmiştir. Ya da başka bir anlatımla Kürtçe sanat, ulusal direnişin motifleriyle işlenmiştir. Müziğe yansıyan direniş senfonisi, halayların ritmi olmuştur.
Bugün halay saldırılarıyla birlikte egemen sınıfların saldırdığı güncel içerik esas olarak tam da müziklerde ve halaylarda cisimleşen direniş motifidir. Nitekim tutuklamaların hemen ardından egemenler cephesinden yapılan, “yasak olan Kürtçe halaylar değil, halaylarla yapılan örgüt propagandası ve provokasyondur” açıklaması, bugün açısından esas hedefin dinlenen marş ve ezgilere, oynanan halaylara rengini veren direniş kültürü olduğunu gözler önüne sermektedir. Bununla birlikte “yasak olan Kürtçe halaylar değil” söylemi koca bir yalandan ibarettir. Nitekim Kürtlere ait ne varsa her şeyin faşist sistem tarafından düşmanlık hukuku içerisinde tanımlandığını tarihsel tecrübelerden görmek mümkündür. Şu bir gerçek ki Türk hâkim sınıfları inkâr saldırıları kapsamında Kürtlerin toplumsal kültürüne, imha saldırıları kapsamında ise siyasal kültürüne azgınca saldırmaktadır.
Kuşkusuz Kürtlerin siyasal kültürüyle özdeşleşen direniş kültürüne yönelik bu pervasız saldırıların güçlü bir nedeni var. Halihazırda Rojava’da Kürt kazanımlarına, Irak Kürdistanı’nda işgal harekâtı başta olmak üzere Kürt ulusal mücadelesine yönelik topyekûn imha saldırıları son hız devam etmektedir. Özellikle Irak Kürdistanı’nda tarihinin en büyük işgal harekâtını, alan tutma ve gerillayı imha etme hedefiyle süren “Pençe Kilit Operasyonu” adı altında sürdüren faşist TC devleti, gerillanın büyük direnişi ve karşı saldırısı ile karşı karşıyadır. Özellikle gerillanın son süreçte geliştirdiği yöntemlerle TC Ordusunun en çok güvendiği hava hâkimiyetine yönelik gerçekleştirdiği eylemler, faşizmi saldırılarının kapsamını ve dozunu artırmaya itmektedir. Kuşkusuz bu saldırılar gerillayı yalnızlaştırmak, gerillanın direniş inancını kırmak için onun halkla olan bağını, beslendiği zemini de hedefe koymaktadır. Ne gerillayı imha etmeye ne de gerilla mücadelesinin halka verdiği umudu engellemeye gücü yeten faşizmin korku iklimi ile Kürtlerde oluşan siyasal direniş kültürüne yönelik saldırıları tam da bu hedefe hizmet etmektedir. Dinlenen marşlar, çekilen halayları savaşın bir mevzii olarak tanımlayan egemenler bu mevzie bütünlüklü bir savaş konsepti kapsamında saldırmaktadır.
Saldırının kapsamı iyi anlaşılmalıdır. Karşı saldırı da bu anlam içerisinde geliştirilmelidir. Teslim alınmaya, imha edilmeye çalışılan bir iradeyi, direniş kültürünü korumak ve büyütmek devrimci mücadelenin en büyük görevlerindendir.