Türk hakim sınıfları arasındaki çelişkinin derinleşmesi mevcut durumda iç politikanın ana gündemi haline gelmiştir. AKP/RTE, emperyalistlerin ve komprador kapitalistlerin ihtiyaçlarına yanıt veremiyor, toplumun tüm üyelerini egemenlerin çıkarı etrafında toplanmaya ikna etme kabiliyeti önemli oranda zayıflamış durumda. Geniş halk kitlelerinde oluşan güvensizlik ve tepki artık mevcut biçimde yönetilmek istememe düşüncesiyle birleşmiş durumda. Bu nedenler emperyalistleri ve komprador burjuvaziyi alternatif arayışına mecbur bırakmaktadır. Bugün AKP’ye alternatif olarak CHP ve İyi Parti’nin başını çektiği Millet İttifakı geniş kitlelere pazarlanarak partlatılıyor.
Bu çatışmanın yoğunlaştığı, 1 doların 10 TL olduğu günlerde RTE “ekonominin kitabını yazıyoruz” açıklamasında bulunmuş, ekonomik refah programının ısrarla uygulanacağını belirtmiştir. Artan işsizlik, yoksulluk, açlık tablosu ile yazılan “ekonominin kitabının” artık son sayfalarına gelinmiş durumda. Emperyalist-kapitalist sistemin mevcut krizini derinleştiren pandeminin harladığı krizin tüm yükü dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizde de işçi-emekçilerin omuzlarına yüklenmiştir. Ancak mevcut yükün ağırlığı artık yükü taşınamaz duruma getirmiştir.
Yaşanan krizin büyüklüğü ve niteliği başka bir dizi krizleri de tetikler durumdadır ve mevcut tabloda ekonomik krizle sınırlı kalmayan, bunun tetiklediği başka krizlerin yaşandığı ve sistem açısından gün geçtikçe ağırlaşan bir tablo söz konusudur. Bu tablodan çıkış olarak gündeme gelen erken seçim tartışmaları, oluşturulan ittifaklar, seçim hazırlıkları tıkanan sisteme nefes aldırma, kitlelerin artık mevcut sisteme kalmayan güvenlerini tazeleme, soluklanma durağı olarak sürekli gündemde tutulmakta. Artık yönetilemez duruma gelen iktidarın attığı adımlar durumu sürdürülebilir bir noktaya çekemediği gibi, vaat edilen, atılmak istenen adımların da hiçbir güvenilirliği kalmamıştır. 20 yıllık AKP iktidarı ciddi bir yıpranma, mevcut düzeni koruma ve sürdürme kabiliyetini kaybetmiş durumdadır. “Hasta adam” tartışmaları, kitlelerin ciddi düzeyde gerileyen güvenlerinin bir yansımasıdır.
Yönetme kabiliyetini ciddi oranda kaybetmiş olan sistemin, “yeni” bir isimle vitrin değişikliğine gitme hedefi yine bir süredir gündemde. Klikler arası dalaşın gerilimi, CHP çatısı altında toplanan “muhalefetin” çapını genişletme gayreti ve söylemlerindeki “sertlik” emperyalistlerin de desteğiyle “yeni” vitrinin hazırlanma adımları olarak görmek gerekir.
IMF’nin Türkiye 2026 yılına kadar ki öngörülerini kapsayan raporda şu ifadeler yer alıyor: “Enflasyon hedeflemesi ya tam uygulanır veya yoktur. Piyasalar aynı kısır döngüye defalarca tanık olmuştur. Güvenilirliğin geri gelmesi için bir tür rejim değişikliği veya yönetimin (örneğin IMF gözetimine) devredilmesi gerekebilir.” Kasım ayında açıklanan raporda işaret edilen “rejim değişikliği” mevcut iktidarla önümüzdeki sürecin yürütülemeyeceğinin beyanıdır. Yine yakın tarihte TÜSİAD’ın benzer açıklama ve raporları yayınlanmış ve “rejim değişikliği” talebi sermaye açısından da yüksek sesle dile getirilmeye başlanmıştır. Yapılan anketlerden çıkan sonuçlar ki güvenilirliği tartışılır olmasına rağmen AKP’ye olan desteğin ciddi oranda eridiğini göstermektedir.
Ekonomik ve siyasal atmosferin güvensizlik ve “yeni” arayışla ilerlediği bu dönemde sistemin kendi iç çatışmalarına nasıl müdahale edileceğini ifşa eden yazılar kaleme alınmaktadır. Sahibinin sesi İbrahim Karagül ve Mehmet Barlas’ın kaleme aldığı yazılar mevcut iç çatışmanın ve atılacak adımların ifşası niteliğindedir. Karagül, 26 Ekim günü yazdığı yazısında, muhalefetin 2023 seçiminden önce darbe yapmaya hazırlandığını, “Türkiye’nin direnç merkezleri uyanmalı. Bu olağanüstü hazırlığa, olağanüstü cevaplar üretilmeli” cümleleriyle iktidarın, muhalefetin darbe hazırlığına karşı kendi darbesini yapması gerektiğini öne sürüyordu. Barlas ise, “Bunlar, topluma hem kötümserlik saçıyor hem de Türkiye’nin moralini bozuyor” gerekçesiyle, “CHP’nin kapatılmasını, muhalefet milletvekillerinin de yurt dışına sürgün edilmesini” dillendiriyor.
Bu yazıların ardından reformist ve liberallerin öncelikli tartışma gündemi seçim güvenliğinin sağlanması, AKP’nin olası bu tarz müdahalelerine karşı direnç odaklarının oluşturulması gerekliliğini tartışmaya başlamıştır. Klikler arası dalaşta saflaşma gerekliyse mevcut muhalefeti koruyacak dinamikleri harekete geçirmenin telaşına düşülmüştür. CHP çatısı altında “Demokratik Cumhuriyet’in temellerini” koruma görevi hemen tayin edilmiş, hiçbir şekilde kitlelerin çıkarlarını temsil etmeyen bu çatışma da saf tutulma çağrısı yenilenmiştir. Çatışmanın dozu ve şiddeti arttıkça bu çağrılar daha yüksek sesle ve daha fazla dile getirilecektir.
Diğer yandan CHP tüm kesimlerin desteğini almanın, kitlelerin mevcut hoşnutsuzluğunu kendi potasında örgütleme ve toplama çabasına devam ediyor. Muhalefet bloğunun temel açmazlarından biri Kürt seçmeni ve özelde de Kürt sorunudur. “HDP’nin PKK ile ilişkisi” muhalefetin kırmızı çizgisi aşılamadığı durumda gerçek politik karakterde söylemlerle dışarı yansımaktadır. K. Kılıçdaroğlu’nun Yozgat gezisinde: “Terörle mücadeleyi bunların yaptığı gibi yapmayacağız. Söz veriyorum; o Kandil denen yuvayı yerle yeksan etmezsem Kılıçdaroğlu demesinler. Mücadele yürek işidir. Mücadele bilek işidir” ifadeleri “Kürt sorununa” çözüm politikalarını ifade etmektedir. CHP ve İYİP’in birleşebileceği zemin bir kez daha Kılıçdaroğlu tarafından teyit edilmiş oluyor. Bu açıklamanın öncesinde meclise getirilen Irak ve Suriye tezkeresine verilen hayır oyunun da klikler arası mücadelede bir meydan okumanın ötesinde bir anlam ifade etmediğini de bir kez daha göstermiştir.
REFORMİSTLER VE BURJUVA LİBERALLERİN SANDIK SAVUNUCULUĞU
Sistemin tıkanan, mevcut durumu sürdürme enerjisi tükenen, kitlelerin artık bu biçimde yönetilmeme talepleri reformistlerin ve sol maskesi takan birçok kesim tarafından seçim ve sandık adresiyle boşaltılmaya çalışılmakta. “Tek adam rejimine” karşı “parlamenter demokrasinin” tesisinin sağlanması propagandası, halkın açlığına, yoksulluğuna neden olan AKP’nin bu seçimlerde yıkılacak olmasına artık kesin gözüyle bakılmakta (!) Kitlelere de seçim ve sandık güvenliği başta olmak üzere, sistemin kendini seçim yoluyla yenilemesi sürecinde aktif rol alması çağrısı yapılmaktadır.
Mevcut iktidarın meşruiyetinin ciddi düzeyde yıprandığı bunu tazelemenin en önemli yolunun seçimleri kazanmak olduğunu bilmektedir. Ancak kaybolan güven bunu başarmanın sanıldığının aksine kolay olmadığı ve en nihayetinde geçmiş dönem pratikleri hatırlandığında sistemin bu konuda hiç de korkak davranmadığıdır. 7 Haziran seçimleri ve sonrasında yapılan müdahaleler unutulmamalıdır. Tırmandırılan saldırılarla kitlelere seçimin kazanılmadığı durumda nelerin yaşanacağının güçlü sinyalleri verilmiştir. Bu durumun tekrar yaşanmasının önünde bir engel yoktur. Ancak bu saldırı dalgasının kitlelerde yaratacağı karşılık dünle aynı olmayacaktır. Kitlelerin birikmiş öfkesi, mevcut sisteme duydukları tepki bu saldırı karşısında bir patlamaya neden olabileceği ihtimalinin hiç de zayıf bir ihtimal olmadığıdır.
Reformizmin kitlelerin biriken öfkesini sistem içine çekme çabaları dün olduğu gibi bugün de devam ediyor. Sistemin sınırlarını zorlayacak, sınırların dışına çıkacak bir kitle hareketinin korkularını yaşamaktalar. Bu nedenle kitlelere yapılan propaganda, aşılanmaya çalışılan bilinç sistem içi alternatifler olmaktadır. “Demokratik Bir Anayasa”, “Atanmış Değil Seçilmişlerin Yönetimi” gibi dile getirilen talepler tam da bu “alternatif”leri ifade etmektedir.
Klikler arası dalaşın her gün biraz daha kızıştığı, her gün yeni hamlelerin yapıldığı ve tüm bu kavgada kitlelerin bir kaldıraç haline getirilmesine, sistemin kendini yenileme çabalarına hangi klik olursa olsun destek olmak, kitleleri bu çatışmanın içinde saflaşmaya davet etmek bu süreçte mücadele etmemiz gereken bir anlayıştır.
Bir diğer taraftan iktidar perspektifini yitiren küçük-burjuva devrimci hareketlerin proletarya diktatörlüğünü unutması, devrim hedefini rafa kaldırması yaşanan esaslı sorunlardan biridir. Sivil toplumculuk, kimlik siyaseti devrimcilik olarak lanse ediliyor ve sınıf mücadelesine dönük üretilen politikalar bu ana merkezden üretiliyor. Bu durumun uzun süredir kendini somut olarak gösterdiği durum ise faşist bir parti ile sözde faşizmi yıkma hayalleri kurulur oldu. “AKP faşizmi”ni yıkmak için CHP faşizmiyle ittifak yapılmakta bir sorun olarak görülmediği bu durum, kitlelerin somut durumuna dönük somut politika olarak propaganda edilmektedir.
KİTLELERİN ÖFKESİNİ DEVRİME KANALİZE EDELİM!
“Biz, Türkiye’ye, komprador burjuvazinin ve toprak ağaları sınıfının demokrasi getireceğine veya onların diktatörlüğü altında burjuva anlamda bile demokrasinin mevcut olabileceğine, hele günümüz şartlarında asla inanmıyoruz. Ancak faşizmin değişik tonları mümkün olabilir, öyle de olmaktadır. Komünistler, kitleleri, faşizmin değişik tonları arasında seçim yapmaya zorlamazlar. Öte yandan, faşizmin koyulaşmasını önlemenin çaresi de yine şehirlerde reformcu burjuvaziye kuyruk olmak değil, proletarya önderliğinde halk savaşına girişmektir.” (İbrahim Kaypakkaya)
Sistemin derinleşen krizinin bir yansıması olarak okunması gereken klikler arası çatışmanın boyutu ezilen halk kitlelerine saldırının dozunu, şiddetini arttırarak sürecektir. Bu çatışmanın işçi sınıfı ve ezilenlere yansıması daha fazla saldırı, halkın öncü, örgütlü güçlerine karşı dizginsiz saldırı, kadınlara, Kürt ulusuna kapsamlı saldırılarla birlikte yürütülmektedir. Ve yine biliyoruz ki söz konusu devletin çıkarlarını korumak için halka saldırmak olduğunda hepsi aynı cephede toplanmaktadır. Bu nedenledir ki iktidarda hangi klik olursa olsun, halka ve onun öncülerine uygulanacak politika aynı olacaktır. Sorun bu gerçeğin komünistler tarafından bilinmesi değil bu gerçeğin kitlelere taşınması ve mayalanan öfkenin doğru adrese ve doğru yöne kanalize edilmesidir.
Bunu başarmanın yegâne yolu andaki durumu doğru biçimde analiz etmek, kitlelerin temel sorunlarına, somut politikalarla ve örgütlenme araçlarıyla yönelmektir. Ajitasyon/Propaganda faaliyetimizin genel politik söylemlere sıkıştırılmadan, yüzeysel biçimde değil, somut bir biçimde sürdürülmesi gerekir. Sorun halka aç olduğunu söylemek, yoksulluğunu hatırlatmak, işsizliği anlatmak değil bunların nedenini ve en önemlisi de çözüm yolunu anlatmaktır. Örgütlenmenin soyut bir söylemden çıkarılması ise onlara somut adreslerin gösterilmesi ile olacaktır.
Kitlelerin mevcut sistemden beklentisinin azaldığı, saldırılarla birlikte nefes alamaz hâle geldiği bu koşullarda devrim bilincini körüklemek, okun sivri ucunu göstermek ve kitlelerin arayışını doğru biçimde yönetmekle önderlik rolümüzü oynayabiliriz.