Sınıf mücadelesinin ve yine bu bağlamda ulusal kurtuluş mücadelelerinin çetrefilli dönemeçlerden geçtiği, dinamiklerinin oldukça etkili olduğu bir kıta olan Latin Amerika’da, milli mesele (ulusal sorun), demokratik devrim ve sosyalizm mücadelesi, tıpkı ülkemizdeki milli mesele gibi özel bir yer teşkil etmektedir. Milli meselenin ezen ulus ile ezilen ulus burjuvazisi arasında pazar sorunu olarak sınıflar mücadelesine etkisi bu sorunun çözümünü de emperyalizm ve proleter devrimler çağında proletaryanın omuzlarına yüklemiş durumdadır. Zira burjuvazi tüm ilerici barutunu yitirdiği için ezilen ulusun emperyalist sistemden tam kopuşunu sağlayacak kurtuluşu proleter devrimin omuzlarındadır. Bu tarihsel gelişimin yarattığı olgudur. Kaypakkaya yoldaş Türkiye ve Türkiye Kürdistanı devriminin yolunu çizerken ulusal sorunu demokratik devriminin bir görevi olarak analiz edebilmiş ve milli meseleye ilişkin kesin ve net çizgilerle her türlü sosyal şoven, reformist ve revizyonist akımlarla hesaplaşarak MLM’nin milli mesele dahil ülkemizdeki temsilcisi olmuştur. Onun devamcıları olarak, Kaypakkaya çizgisinde, bu çizginin stratejik önderliğinde ulusal sorunun da nihai olarak MLM hareket ancak Komünist Partisi altında örgütlenen bir birleşik cephe zemininde Yeni Demokratik Devrim’in kazanılmasıyla çözülebileceğini dünyada demokratik devrim ve sosyalizm tarihinden edindiğimiz tecrübelerle biliyoruz. Bu anlamıyla jeostratejik temelde olmasa da toplumsal ve sosyo-ekonomik bakımdan ülkemizle benzerlikler gösteren Brezilya, Kolombiya, Peru ve Arjantin gibi ülkelerde de ulusal sorun tam olarak çözülememiş, “Emperyalizm ve Proleter Devrimler Çağı”nda proletaryanın dünya devrimi mücadelesinde omuzlarındaki bir görev olarak şekillenmiştir.
Bu konuda son süreçte ülkemiz açısından da sosyal şoven, revizyonist ve yer yer bazı reformist çevrelerce ulusal sorunun çözümü için Kolombiya’da FARC (Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri) ile yapılan barış anlaşmaları işaret edilerek, çözüm bu örnekte göstermeye çalışılmaktadır. Sosyal şovenizmde, Marksizm’i revize etme ve ideolojik temelde tasfiyecilikte çığır açan TKP’nin temsilcileri ise barış anlaşmasına nağmeler dizerek, hatta selama durarak “onurlu barış”ın Türkiye’de gerçek olması için çalışacaklarını ifade ediyorlar. Ancak ülkemizde, tarihsel olarak da sınıf uzlaşmacı, sosyal şoven çizginin sonuç olarak demirlediği bataklığa ilişkin yaklaşımımızı ortaya koymadan önce Kolombiya’da FARC ya da ELN ile birlikte “barış görüşmeleri” ve ulusal sorunun kısa tarihçesine değinmek gerekmektedir.
Kolombiya’da ulusal sorunun silahlı mücadele olarak gelişimi 1950’li yılların ortalarına dayanmaktadır. 1950’li yılların ortalarında “La Violencia” (şiddet) adı verilen iç savaş sürecinin ardından 1964 yılında çıkışında Marksizm’den etkilenerek, dünyanın diğer parçalarında süren ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelelerini kendisine referans alan ELN (Ulusal Kurtuluş Ordusu) kuruldu. Yine iç savaş koşullarının etkisiyle gittikçe toplumsal çelişki haline gelen toprak ve tarım sorunu, köylü isyanlarına ve örgütlenmelerine yol açtı. Yine 1964 yılında büyük toprak ağaları ve işbirlikçi komprador şirketlerin tarım üzerindeki denetimine ve mali hakimiyetine karşı FARC bir köylü gerilla ordusu olarak kuruldu. İç savaş süreci ile birlikte devletin bizzat örgütlediği paramiliter güçler, komprador burjuvazi ve büyük toprak ağalarının hakimiyet alanında köylü isyanlarını bastırmak, köylülerin topraklarını gasp etmek ve katliamlar gerçekleştirmek için konumlandırılarak örgütlendi. FARC ise bu duruma karşı silahlı mücadele hedefiyle örgütlenen köylülere dayanarak kuruldu ve kısa süre içerisinde ülkenin üçte birini kontrol edecek düzeye ulaştı. FARC’ın hakim olduğu bölgelerde köylülerin kalkındırılması için çalışmalar yapıldı. FARC’ın faaliyetlerine karşı ABD ve Kolombiya devleti tarafından desteklenen paramilter çeteler ise ülkenin çeşitli yerlerinde düzenledikleri saldırılarla on binlerce köylüyü katletti. ABD ve hükümet, FARC’ı etkisizleştirmek için ülkedeki uyuşturucu çetelerini de desteklerken, FARC’ın elindeki ormanlık bölgelerde uyuşturucu ürettiği iddia edildi. FARC ise uyuşturucu iddialarını sürekli yalanladı.
1985’te FARC ve Kolombiya Komünist Partisi, Yurtseverler Birliği’ni kurarak yasal siyasete girdi. Ancak hükümet destekli çetelerin yasal siyasetçilere yönelik saldırıları sonucu Yurtseverler Birliği dağıtıldı.
Örgütün 2000’li yıllarda hükümetle başlattığı barış görüşmeleri 2002 yılında başarısızlıkla sonuçlandı.
2002’de Devlet Başkanı olan Alvaro Uribe ise paramiliter çeteler aracılığıyla FARC’a karşı onbinlerce sivilin öldürüldüğü bir operasyon dönemi başlattı. Bu operasyon sürecinde örgütün de binlerce militanı ve bazı liderleri öldürüldü.
2010 yılında Uribe döneminin sona ermesinin ardından, 2012 yılında barış süreci FARC’ın çağrısıyla başladı. Oslo’da yapılan ilk görüşmelerin ardından barış süreci Küba’nın başkenti Havana’da yapılan görüşmelerle devam etti.
2016 yılının Eylül ayında ise savaşı sona erdirecek barış antlaşması imzalandı. Ancak halkoyuna sunulan anlaşma Ekim ayında düzenlenen referandumda reddedildi. Hükümet reddedilse de barış sürecinin devam edeceğini belirterek Kasım ayında FARC ile bir kez daha barış antlaşması imzaladı. İmzalanan antlaşma Kolombiya Kongresi tarafından da kabul edilerek garanti altına alındı. FARC ise 2017 yılının Haziran ayında yaptığı açıklamayla silahları net olarak bıraktı ve silahlar hükümete teslim edildi.
1964 yılı itibariyle bazı verilere göre 260 binden fazla insanın öldüğü FARC ile Kolombiya devleti arasındaki savaşta burjuvazinin ana medyalarının manipülasyonuna rağmen köylülüğün toprak sorunu, yerli halkın ulusal hakları ve diğer demokratik haklar çözülememiştir. Nitekim FARC’ın tasfiyesi silahlı reformizmin burjuvazi ile uzlaşma noktasında geleceği nihai aşamayı göstermektedir. Söylenilenin aksine Birleşmiş Milletler’e teslim edilen silahlarla birlikte sayıları 3 ile 6 bin arası olduğu düşünülen gerillanın devletin denetiminde tarım alanlarında işçi olarak çalıştırılmasının dışında Afro-Kolombiyalılar’ın, yerli köylülerin ve toplulukların ulusal demokratik haklarına dair hiç bir nitel değişim yaşanmamıştır. Aksine FARC’ın ana gövdesinin tasfiyesinden sonra ELN’ye yönelen devletin ELN ile barış görüşmelerinde istenilen sonuca ulaşamaması ile birlikte operasyonlar ve paramiliter örgütler tarafından gerçekleşen infazlar devam etmiştir/etmektedir.
KOLOMBİYA ÖRNEĞİ VE KÜRT ULUSAL HAREKETİ
Ülkemizde de HDP’nin içerisinde yer alan reformist hareketler dönemin HDP Eşbaşkanları Selahattin Demirtaş, Serpil Kemalbay imzasıyla Kolombiya halkını kutlayan bir açık mektubu kamuoyunu sundular.
“Barış, cesaret ve emek ister. Hükümetler sadece kendi iktidarlarını sürdürmeyi değil, her şeye rağmen barışı hedeflediklerinde barış mümkün hale gelir. İnanıyoruz ki, demokratik siyasetteki bu kararlı tutumumuz ülkemizde yaşayan tüm halkların ve inançların adil bir barış özlemine ve beklentisine de olumlu bir cevap olacaktır.” satırlarıyla sonlanan bu mektup reformizmin ve sınıf uzlaşmacılığının meseleye bakış açısının çerçevesi olduğu gibi devrimci çeperi de etkisi altına alan bir yaklaşım olmuştur.
Eylül 2017’den sonra da süregelen silahlı çatışmaların akabinde burjuvazinin “büyük barış” haberlerinin aksine 2018 Şubat sonunda “Gerilla ve Taban Milislerinden Uluslararası Kamuoyuna” başlığı ile FARC–EP Batı Ortak Komutanlığı imzasıyla ELN grupları ve teslimiyet sürecine karşı direnen FARC gerillalarının açıklaması, kamuoyuna ELN’nin bir polis karakoluna yaptığı bombalı eylem sonrası yansıdı. FARC–EP birlikleri silahlı mücadelenin tüm ulusal ve sosyal hakların kazanıldığı güne kadar devam edeceğini ifade ettiği yazılı açıklama adeta ulusal sorunun imtihanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu gerçekten kaçmaya çalışan reformist çevrelerin er ya da geç karşılaşacakları gerçeklerle yüzleşmek olacaktır.
Kolombiya örneği bu temelde ülkemizde ulusal sorundan kimi farklılıklar gösterse de temel dinamikleri özünde aynıdır. Kürt ulusal sorunu bir önceki çağın özellikleriyle varlığını sürdürmektedir. Bu bağlamda çelişkinin özü ezen ulus ile ezilen ulus arasındaki pazar sorunudur. Kolombiya’da ise ezen ve ezilen ulus arasındaki pazar sorunundan çok emperyalizm ve uşak hükümetler ile Kolombiya ulusu arasındaki çelişki olarak şekillenmektedir. Bu anlamda köylülüğe dayanan yapısı ile özünde milli bir karakter söz konusudur.
Ulusal ya da sosyal temelde silahlı mücadele yürüten hareketler, özellikle 1991’de Sovyet sosyal-emperyalizminin “sosyalist” maskeye ihtiyaç duymadığı yeni koşullarda emperyalist güçler tarafından büyük bir ideolojik-politik ve örgütsel kuşatmaya alınmıştır. Sosyal ve ulusal temelde mücadele yürüten birçok hareket devrim fikrinden uzaklaştırılarak liberal-burjuva bir akımın güçlü etkisi altına girmiştir. Silahlar artık tüm sistemi parçalayan bir devrim amacından çok kısmi düzeltmelerle reformlar için kullanılan bir araç haline gelmiştir. Bu özellikle Latin Amerika’daki sosyal ve ulusal kurtuluş mücadeleleri, İrlanda, İspanya’da Bask bölgesindeki silahlı mücadeleler, Afrika, Asya’nın doğusu, Filistin ve Kürdistan’ın dört parçasında güçlü bir şekilde yansımasını göstermiştir. Buralarda esas eğilim reformlar, anayasal çözüm ve barış için silahlı mücadele biçimine bürünmüştür. Ancak bu esas eğilime karşı devrimci silahlı savaşım fikri silinememiş, savaş koşullaı varlığını korumuştur. Emperyalizmin ve uşak devletlerinin örgütsel tasfiye ile ideolojik olarak teslim alma saldırıları da güçlü bir şekilde hayata geçmiştir. Buna rağmen ideolojik-politik olarak teslim alma ve istenilen düzeyde bu hareketleri terbiye etme süreci gerçekleşebilmiş değildir. Bu hareketleri var eden çelişkilerin ortadan kalkmamış olması onları silahlı reformizm hattında bir siyasi çizgiye itelemiş olsa ve anti-emperyalist karakterlerini daha fazla güdükleştirmiş olsa da bu çizgiden tam koparabilmiş değildir.
Halihazırda ulusal ve sosyal temelde silahlı mücadelelerin ideolojik-örgütsel ve politik tasfiye süreci emperyalist güçler tarafından hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Özellikle bu hareketleri parlamentarizmle boğmak, etkisiz kılmak bir eğilimdir. Bu noktada FARC ve Kolombiya devleti arasındaki barış görüşmeleri sürecin en önemli ve büyük projesidir. Silahlı reformizm hattında ilerleyen hareketler için ilham kaynağı özelliği taşımaktadır. Fakat sosyal ve siyasal gelişmeler bunun hiç de kolay olmadığına işaret etmektedir. Özellikle ülkemizde Kürt Ulusal Hareketi’nin siyasi çizgisindeki uzlaşma ve barış hattına rağmen bunun başarılamamış olması da hareketlerin iç dinamiklerindeki devrimci damarın yanında toplumsal-sosyal çelişkilerin keskinliği bu sürecin örgütlenmesini engelleyen faktörlerdir. Ancak bu çizgide ısrar ve kararlılık dikkat çekici bir durumdur. “Her şeye rağmen” barış, “her şeye rağmen” anayasal çözüm ve “her şeye rağmen” uzlaşmaya dayalı çözüm süreçleri devam etmektedir. Kolombiya’da bu hatta egemen sınıfların gösterdiği irade ile bir sonuç üretilmiş gibi görülmektedir. Ancak yine tekrarlayalım henüz bu süreç sonlanmış değildir. Uzlaşma ve barış eğiliminin olabildiğince güçlü bir rüzgar estirmesine rağmen devrimci sürecin iç dinamiklerle devam ettirilme yaklaşımı da merkezkaç tepki olarak kendisini göstermektedir. Kolombiya’daki barış ve uzlaşma süreci sadece Kolombiya sınırları içine sığmayacak kadar önemli bir politik gelişmedir. Bu süreç emperyalist sistemin bütünlüklü olarak ulusal ve sosyal temeldeki silahlı mücadelelere karşı tasfiye saldırısının bir parçası niteliğindedir. Bu süreci bu yanıyla okumak ele almak ve değerlendirmek gerekmektedir.
Yazımızı Kaypakkaya yoldaşın Kürt Ulusal Hareketi’nin niteliğine ilişkin MLM’lerin yaklaşımını ifade eden tespitiyle sonlandırmanın gerektiğine inanıyoruz. Zira ulusal sorundaki genel gelişim sınıf mücadelesinin mevcut deneyimlerinde bu tespitleri doğrulamaktadır. Ulusal temele ve öze dayalı mücadele ve hareketlere dair Kaypakkaya yoldaşın yaklaşımının güncelliğini koruduğu açıktır.
“(…) Her milli harekette olduğu gibi Kürt milli hareketinin de iki niteliği vardır:
Birincisi, Türk burjuva ve toprak ağalarının milli baskılarına, imtiyazlarına, devlet kurma imtiyazına, zulmüne ve zorbalığına karşı yönelmiş, genel demokratik içerik.
İkincisi, Kürt milliyetçiliğini güçlendirmeye, böylece Kürt burjuva ve toprak ağalarının üstünlük ve imtiyazlarını gerçekleştirmeye yönelen gerici içerik.
11. Sınıf Bilinçli Türkiye Proletaryasının Kürt Milli Hareketi Karşısındaki Tutumu Ne Olmalıdır?
Her şeyden önce şunu belirtelim ki, milliyeti ne olursa olsun bilinçli Türkiye proletaryası, burjuva milliyetçiliğinin bayrağı altında yer almayacaktır. Stalin yoldaşın ifadesiyle:
“Bilinçli proletaryanın denenmiş olan kendi bayrağı vardır ve onun, burjuvazinin bayrağı altında safa girmesinin gereği olamaz.
İkinci olarak, milliyeti ne olursa olsun, bilinçli Türkiye proletaryası, işçi ve köylü yığınlarını kendi bayrağı etrafında toplamaya çalışacak, bütün emekçi sınıfların sınıf mücadelesine önderlik edecektir. Türkiye devletini kendine temel alarak, Türkiye içindeki bütün uluslardan işçileri ve emekçileri ortak sınıf örgütleri içinde birleştirecektir.
Üçüncü olarak, milliyeti ne olursa olsun, bilinçli Türkiye proletaryası, Kürt milli hareketinin Türk hakim sınıflarının zulmüne, zorbalığına ve imtiyazlarına yönelen, her türlü milli baskının kalkmasını ve milletlerin eşitliğini hedef alan genel demokratik içeriğini kesinlikle ve kayıtsız şartsız destekleyecektir. Diğer ezilen milliyetlerin aynı yöndeki hareketlerini kesinlikle ve kayıtsız şartsız destekleyecektir.
Dördüncü olarak, milliyeti ne olursa olsun, bilinçli Türkiye proletaryası, çeşitli milliyetlere mensup burjuvazi ve toprak ağalarının kendi üstünlükleri ve imtiyazları için yürüttükleri mücadelede tamamen tarafsız kalacaktır. Bilinçli Türkiye proletaryası, Kürt milli hareketi içindeki Kürt milliyetçiliğini güçlendirmeye yönelen eğilime asla destek olmayacaktır; burjuva milliyetçiliğine asla yardım etmeyecektir; Kürt burjuvalarının ve toprak ağalarının kendi üstünlükleri ve imtiyazları için giriştikleri mücadeleyi kesinlikle desteklemeyecektir; yani, Kürt milli hareketi içindeki genel demokratik içeriği desteklemekle yetinecek, onun ötesine geçmeyecektir.”
Meselenin daha iyi kavranabilmesi için, Lenin yoldaştan geniş aktarmalar yapmak gerekiyor.
Lenin yoldaş şöyle diyor:
“Milliyet ilkesi, burjuva toplumunda, tarihi bakımdan kaçınılmaz ve zorunlu bir ilkedir ve bu toplumu ele alan bir Marksist, milli hareketlerin tarihi meşruiyetini kesin olarak kabul eder. Ama bu kabul edişin burjuva milliyetçiliğinin savunma biçimini almaması için o, milli hareketlerde ilerici ne varsa ancak onu desteklemekle yetinmelidir; öyle ki, proleter bilinci, burjuva ideolojisi tarafından karartılmış olmasın.”
“…İşçiler için önemli olan, iki akımın ilkelerini ayırt etmektir. Eğer ezilen ulusun burjuvazisi, ezen burjuvaziye karşı savaşırsa, biz, her zaman ve her durumda, herkesten daha kararlı olarak bu savaştan yanayız. Çünkü biz zulmün en amansız ve en tutarlı düşmanlarıyız. Ama ezilen ulusun burjuvazisi, kendi öz burjuva şoven milliyetçiliğinin çıkarlarını savunuyorsa, biz ona karşıyız. Ezen ulusun imtiyazlarına ve zulmüne karşı savaşırız, ama ezilen ulusun kendisi için imtiyazlar sağlama yolunda çabalarına destek olmayız.”
“Eğer ulusların ayrılma hakkı sloganını ileri sürmez ve onu savunmazsak, o zaman ezen ulusun sadece burjuvazisinin değil, ama feodal derebeylerinin ve despotizminin de oyununa gelmiş oluruz…”
“…Her ezilen ulusun burjuva milliyetçiliği, zulme karşı yönelmiş olan genel bir demokratik içerik taşır ve bizim ulusal imtiyazlar sağlama eğiliminden bunu kesin olarak ayırt ederek… Kayıtsız şartsız desteklediğimiz işte bu içeriktir…
(İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar Sayfa 94-95, Umut Yayımcılık, Ocak 2004)”