AİLEDE VERİLEN EĞİTİMİN ÖZELLİKLERİ
Birinci olarak toplumun değer yargılarının en basit haliyle öğretildiği yerdir. İlk eğitim aynı zamanda toplumsal değer yargılarının en sade şekilde içselleştirilmesini sağlar. Bunun için de basitten karmaşığa giden bir eğitimi içerir.
İkinci olarak ailenin verdiği eğitim oldukça uzun sürelidir. Okulda verilen eğitim, hayatımızın oldukça sınırlı bir kesimini içerirken, aile eğitimi oldukça uzun bir dönemi kapsar. Toplumsal özelliklerimizle düşündüğümüzde, kelimenin gerçek anlamıyla yaşam boyu eğitimi içerir. Eğitimin bu süreklilik hali, verilen değer yargılarının da içselleştirilmesinde oldukça güçlü bir yer edinir. Ailede eğitim evlenene kadar sürmez, aksine evlendikten sonra da aile bağlarından kaynaklı eğitimin dozajı azalsa da ortadan bir bütün kalkmaz. Eğitimin bu süreklilik hali, ezilenlerin aynı zamanda sömürücü devletle güçlü bağlar kurmasına da yol açar.
Üçüncü olarak buradaki eğitim, okuldaki eğitimden belirli bir zıtlığı içerir. Okul eğitimi, pratikten kopuk, yaşamdan kopuk bir eğitimdir. Ailedeki eğitim ise yaşamla iç içe geçen bir eğitimdir. Bu eğitim tam da yaşamla iç içe geçen bir eğitim olduğu içindir ki toplumsal değer yargıların hızla içselleştirilmesine yol açar. Devletin verdiği bütün eğitimlerden daha güçlü bir yerde durur. Bu eğitim pratiktir, değer yargıların hızla yaşama geçirilmesine dayanır. Eğitimin teorik boyutu, aile içi diyaloglarla yaşam bulur. Diyaloğa dayalı teorik eğitim ve pratik yaşamın sürekliliği, öğrenilenlerin hızlı bir şekilde yaşama geçirilmesine yol açar.
Dördüncü olarak okuldaki öğretmenler, eğitim işini parayla yaparlar. Parayla yaptıkları ölçüde işine yabancılaşma da oldukça güçlü bir şekilde yaşam bulur. Bu yabancılaşma öğretmenle öğrenci arasında bir kopukluğa yol açar. Ancak ailedeki eğitim gönüllüdür. Sevgi bağına dayalıdır. Bundan kaynaklı da oldukça hızlı öğrenilmesiyle sonuçlanır. Sevgiyle iç içe geçen bir eğitim, kavramayı kolaylaştırdığı gibi çocukta aile büyüklerine karşı bir bağlılık yaratır.
Burada bu bağlılık meselesi önemlidir. Bahsettiğimiz aile ezilen sınıflara ait bir aile olduğunu unutmamamız gerekiyor. Doğallığında da çocuklar üzerinde aynı zamanda büyük bir emek vardır. Emek ve sevginin iç içe geçtiği bir eğitim çocukta büyük bir etki yapar. Bu etkinin sonucu olarak çocukta aile büyüklerine bir bağlılık gelişir.
Aynı zamanda bu emek ve sevgi, devletin, egemen sınıfların değer yargılarıyla da kirletilmiştir. Ailenin gösterdiği sevgi bencilce bir sevgidir. Ailenin, başka ailelere ve insanlara yaklaşımdaki çelişki ne kadar büyükse, sevgisi de o kadar kirlidir, o kadar büyük bir bencillik barındırır. Bu bencilliğin büyüklüğü, ailenin içine kapanıklılığının büyüklüğünü de gösterir. Ailenin gösterdiği sevgideki kirlilik, bencillik harcadığı emeğin sonucunu da değiştirir. Bu emek çocuktaki bağlılığı esas olarak bağımlılığa çevirir.
AİLEYİ OLUŞTURAN ÖĞELER
En basit anlamda aileyi oluşturan öğeler şunlardan ibarettir: Evin “reisi” olarak baba, bu babanın “eşi” olarak anne ve bu ikisinin çocukları… Kimisi ailede annenin baba üzerinden ya da erkek üzerinden tarifine karşı çıkabilir, eleştirebilir ancak burada derdimiz bir gerçekliğin tarifidir. Gerçek yaşamda aile baba, anne ve çocuklar olarak birbirinden bağımsız oluşmazlar. Bunun aksine tam da yukarıda ifade ettiğimiz biçimde yaşanır. Doğallığında da aileyi oluşturan öğeler arasında çeşitli ilişkiler vardır ancak bu ilişkiler eşit bireyler arasındaki ilişkiler değildir, aksine piramidin en üstünde babanın yer aldığı bir hiyerarşi ilişkisi ve bunun doğal sonucu olarak da bağımlılık ilişkisidir.
Devletin sisteminde aile erkeğin sahip olduğu bir kurumdur. Evdeki kadın ve çocuklar üzerinde gerek yasalardan doğan (yakın tarihsel kesitte yasalarda yapılan belirli sınırlamalara aldanmamak lazım) gerekse de yüzyıllardır süren erkek egemenliğinin sonucu erkeğin köleleridir. Ailenin kalan bireyleri, durumlarının farkında olup olmaması hiç fark etmeksizin, çizilmiş, sınırlanmış bir yaşam sürerler. Erkek daha çocukluktan itibaren buna hazırlanır. Devlet sistemi erkek üzerinden kuruludur. Üretim araçlarının erkek elinde toplanması, üretim araçlarının mülkiyetine sahip olmayan ailelerde de erkeğin egemenliğinin tesis edilmesiyle sonuçlanmıştır. Devlet bir yandan halkı ezerken, sömürürken; burada erkeği bu sömürü mekanizmasının devam ettirilmesinde belirli bir pay vererek, sistemle olan çelişkisinin keskinliğini etkilemiştir.
Sömürülen erkeğin ailesi onun mülküdür. Ve mülkü olduğu oranda da ailesi üzerinde her türlü tasarrufa sahiptir. Yukarıda da vurgulamıştık: aile bir şiddet kurumudur. Aile böyle olduğu oranda aile, erkeğin uygulamış olduğu bir şiddet kurumudur. Erkeğin egemenliğinin tesis edildiği, belirleyici olanın erkek olduğu bir kurumdur. Patronu karşısında ezilen erkek, evdeki iktidar olanağından sonuna kadar yararlanır. Evdekiler üzerinde her türlü şiddeti uygular. Bu durum da onları kendilerini ezenlerle özdeşleştirmesine yol açar (Freire, s. 23). Bu hem evdeki erkeğin ezildiği egemenlerle özdeşleşmesini hem de egemenliği altına aldığı aile bireylerin kendisiyle özdeşleşmesiyle sonuçlanır. Erkek evdekileri kendisine bağımlı hale getirir. Bu bağımlı hale getirmesi, köleliğin sürdürülmesi anlamına gelir. Bu kölelik sistemin en temel kurumudur. Doğallığında devrimcilik en başta bu köleliğe tavır almaktır.
Elbette ki ailedeki kadının durumu ikili bir karakter kazanır, bir yandan erkeğin kölesi durumundayken, öte yandan çocuklar açısından erkek tarafından “iktidar ortağı” durumuna getirilerek, çocukların sahibi konumundadır. Her ne kadar ailede çocuklar özde erkeğin köleleri iseler de kadın açısından kendisi çocukların sahibi olarak görürler. Burada ister istemez kadın bir ikilem içerisinde kalır: aynen fabrikadaki işçi ustalarını andırırlar. Nasıl ki fabrikadaki işçi ustası işçiler üzerinde kurulan bir denetimin parçası ise ve doğal olarak patronun çıkarlarını korumakla görevlidir. Öyle ki bu durum işçi ustasında kendini işçilerden ziyade patrona yakın bir konum almasına yol açar. Genelde ailede kadın da aslında erkeğin kölesi olmasına, ataerkil sistem tarafından kendisini biçilen rol kapsamında çocukların köleliğinin sürdürülmesi, bilinçlerinde bu kölelik tohumunun güçlü bir şekilde yer edinmesi için uğraşır.
Köleliğin ve sahipliğin sürekli bir şekilde yeniden üretilmesi aslolandır. Eğer ataerkil sistem bu köleliği yeniden üretmezse varlık zeminini de ortadan kaldırmış olur. Bunun için de sürekli bir şekilde toplumsal cinsiyet ve rolleri kapsamında herkese biçilen rolü oynaması için elinden geleni yapar. Burada ailedeki kadına düşen (ki bu kadından biz sürekli çocukların annesini kastediyoruz) çocukların bu kölelik barındıran rolü oynayabilmesi için eğitimlerinde rol verilmiştir. Bu anlamda kadının durumu aynı zamanda trajiktir.
AİLE SORUNUNU NASIL AŞACAĞIZ?
Ailenin egemen sınıfların bir parçası olduğunu, varlığını bu sisteme borçlu olduğunu vurgulamıştık. Bir devrimci mücadeleye başladığında aile ilk etapta büyük oranda geri bir tavır takınır. Amacı çocuğunun devrimci mücadeleden uzak tutulmasıdır.
Bu sorunu aşmak için aileyle var olan ideolojik bağımızı koparıp atmak gerekir. Bundan kastımız nedir? Ailemizi halkımızın bir parçası olarak görmektir. Ne onlardan fazla ne de eksik.
Bu bakış açısı ve buna uygun bir pratik hat tutturulması o kadar kolay olmamaktadır. Çünkü sistemin kazandırdığı ataerki temelinde yükselen burjuva-feodal ideolojinin özellikleri bir çırpıda kolayca ortadan kalkmamaktadır. Bunun için ısrarlı bir çabaya ihtiyaç vardır.
Bir insan devrimci mücadeleye başladığı ilk andan itibaren ailesi devrimci bir tavrı hemen göstermez. Sürekli belirttiğimiz gibi aile sistemin en önemli kurumlarından biridir. Ancak her şey gibi aile de toplumun parçası olduğu oranda, bu toplumda yürütülen mücadelelerden etkilenir, değişir değiştirir. Bunun için de ailemizle ısrarlı bir mücadele yürütmek gerekiyor. Devrimci mücadelemizi ailemiz içerisinde de sürdürmek gerekiyor.
Özellikle devrimci mücadelenin geliştiği, önemli bir kesimi etkilediği yerlerde aileler görece ilerici tavır takınır ancak görece bu ilericiliği de gerçekliğinden abartılı algılamamak gerekir. Ancak yine de farkı da yok saymamamız önemlidir.
Devrimci mücadelenin halk üzerindeki etkileri, ailemizde de görürüz. Örneğin Türkiye devrimci hareketinin etkilemiş olduğu kitlelerde, devrimci mücadeleye görece olumsuz bakışlar vardır. Yürütmüş olduğumuz mücadeleyi haksız olarak görmezler ancak yaşayabileceği kayıplardan endişe duyarlar. Çünkü onların toplumsal hafızası mücadelede büyük bedeller ödemişler ancak mücadelenin kazanımlarının zayıflığı bu kesimde devrimci mücadeleye katılım konusunda bir zayıflık yaratmıştır. Belki bu kesimden bir kısmı devrimci mücadeleyle en azından taraftarlık ilişkisini, gönül bağını hiç koparmamıştır ancak bu kesim de bile çocuklarının devrimci mücadeleye katılımı büyük çoğunlukla istene bir şey değildir. Şüphesiz istisnalar vardır fakat basmakalıp bir söz olacak ama istisnalar da kaideyi bozmuyor.
Kürt ulusal mücadelesinin etkilediği aileler şüphesiz daha büyük bedeller ödemişlerdir ancak bu kesimde ödenen bedeller karşılığında elde edilen kazanımlar bu kesimde mücadeleye daha büyük bir eğilim olmuşlardır. Bunların içinde önemli bir kesim mücadelenin aktif öznesi olmuşlardır.
ÖNCE AİLEMİZİ Mİ İKNA ETMEMİZ GEREKİR?
Neden bunları söylüyoruz? En başta her iki kesimde de aile çocuklarının devrimci mücadele içerisinde yer almasını istemezler ancak Kürt ailelerinin politik bilinci ve örgütlü düzeyinin daha yüksek olması, çocuklar üzerindeki engelleyici tavırlarında önemli farklılıklar yaratır.
İkinci olarak ise örgütlü mücadelenin büyümesi, devrimci mücadelenin kitleleri sarması ve bu mücadelenin kazanımları ailenin değişmesinin maddi temelini sağlıyor. Demek ki ailelerimiz devrimci mücadelenin bir parçası olacaklarsa önce örgütlü mücadelenin büyümesi gerekiyor. Hepimiz biliriz, örgütlenmeye dair ilk adımları attığımızda, hemen hemen hepimizin aileleri önce kendilerinin ikna edilmesini şart koşarlar.
İlk bakışta bu söz oldukça mantıklı görünür. Çünkü seni en iyi tanıyan insanları ikna edemiyorsan başkasını ikna etmek mümkün değildir! Deneyimsiz bir devrimci de bu yaklaşıma aldanabilir. Pratik deneyimlerimiz göstermektedir ki bu yaklaşıma aldanan devrimciler istisnasız bir şekilde devrimci mücadelenin dışına sürüklenmişlerdir. Doğrudur: ailemiz kadar bizi kimse iyi tanımaz ancak ikna olmak için iyi tanımak yetmez. Dahası ailemiz bizi iyi tanıdığı için mücadeleden vazgeçirecek bütün yöntemleri dener. Nelerin üzerimizde etkili olduğunu bilirler. Ve bu yöntemlerin hepsini uygulamaktan çekinmezler. Onların ilk baştaki amacı kendilerinin ikna olması değildir. Herhangi bir tartışmaya ikna olmak temelinde yaklaşmazlar. Kesinlikle ikna kapıları kapalıdır. Kendilerini ikna olabilecek bir tartışmaya sokmadıkları için böylesi bütün tartışmalar genç devrimcilerin üzerinde aile baskısının artmasıyla sonuçlanır.
Devrimci mücadeleyle tanışana kadar görece sevgiye dayalı ilişkiler bile bir anda farklılaşır. Öncelikle duygusal baskı olmak üzere şiddetin her türlüsü devreye girer. Ailemiz karşımızda ağlar, sokağa çıkmamız engellenir, peşimizde sürekli birilerini takarlar. Yer yer polisle ve devletle işbirliğine girmekten de çekinmezler. Artık orada senin ne istediğinin önemi yoktur, önemli olan ailenin senin için ne istediğidir? Bütün bunlar senin iyiliğin için yapıldığı söylenir ancak gerçek hiç de böyle değildir.
Senin iyiliğin için olan şeyler ailenin senden istediği yaşamı yaşamandır. Onlar daha sen dünyaya gelmeden senin yaşamını kafalarında belirlemişlerdir. Hangi mesleği seçeceğini, evleneceğini, çoluğa çocuğa karışacağını vb. her şey kafalarında vardır. Senden istenen sana biçilen yaşamı yaşamandır.
Şüphesiz aile bunları isterken, niyet olarak iyi niyeti barındırıyordur. Doğrudur onlar neyi iyi ve doğru görüyorlarsa senin de onu yapmalarını istiyor ancak tam da mesele onların doğru olarak gördükleri değer yargıları yanlıştır ve egemenlerin değer yargılarını içselleştirmişlerdir.
Hiçbirimiz bu dünyaya gelip gelmeme tercihine sahip değiliz. Bu dünyaya gelmek bizim irademiz dışında gerçekleşiyor. Kimse bize bu yaşama gelmek isteyip istemediğimizi sormuyor.
Ailenin harcamış olduğu emek saf değildir, sistem tarafından kirletilmiştir
Yaşam bizim yaşamımızdır. Doğallığında da bir insan nasıl yaşamak istiyorsa öyle yaşamak onun tercihidir. Normalde bir insana saygı tercihlerine de saygıyı beraberinde getirir. Tercihlerini doğru bulmaya bilirsin, bu terciklerle bir arada yaşamak istemeye bilirsin fakat kendi isteklerini dayatman bencillikten öte bir anlam ifade etmez. Ancak bir insanın tercihi kendi iradesinin sonucudur ya da öyle olmalıdır. Ailelerimiz komşunun çocuğunun tercihine pek karışmayı kendilerinde hak olarak görmezler. Onun ve “ailesinin” tercihidir. Başkasına karışmayı kendilerinde hak olarak görmezlerken, çocuklarına karışmayı her türlü hak olarak görürler. Senin nasıl bir yaşam istediğin önemli değildir. Bu hak görme seni kendi mülkü olarak gördüğünden kaynaklıdır. Ancak hemen hiçbir aile çocuğunu mülk olarak gördüğünü söylemez, daha doğrusu meseleyi böyle kavramazlar. Onlar bu kavrayış zemininden yoksundurlar. Bununla birlikte daha çok üzerinde harcanan emekten bahsederler.
Doğrudur ortalama bir ailede çocuk üzerinde ciddi bir emek harcanır. Bu emek, büyük oranda sevgi ile iç içedir. Bu durum doğal olarak ailede, çocuğu devrimci mücadeleye katıldığında emeklerinin boşa gittiğine dair bir algı oluşturur.
Ailenin harcamış olduğu bu sevgiyle iç içe geçen emek ile çocuğunu mülkiyeti olarak görmesi bir çelişkiyi barındırır. Bu çelişki aynı zamanda ailenin devrimcileşmesinin de zeminini gösterir ancak aynı zamanda bu çelişki harcanan sevgi dolu emeğin kirliliğini de gösterir.
Dikkat edilirse aile kendi harcadığı emeğin boşa gittiğinden sürekli bahseder. Bu bahsetme bazen gözü yaşlı hıçkırıklara, bazen azar dolu ifadelere bürünür. Fakat kaygı kendi harcadığı emeğin heba olmasına dairdir yani kendisiyle ilgilidir. Burada devrimci mücadeleye yeni atılan bir insana dair bir kaygıya pek yer yoktur. Yani senin ne istediğin o an için umurlarında bile değildir.
Onlara göre sen kandırılmışsındır. Senin kendi kararını alabilecek düzeyin yoktur. Almış olduğun bu tarz kararlar örgütün “beyin yıkamasının” sonuçlarıdır. Burada sana yönelik saygının en ufak bir izine rastlanmaz. Aile bu tarz bir saygısızlığı oldukça pervasız bir şekilde yapar.
(Devam edecek)