Köleliğimizi Kırarak Özgür Bir Yaşama Atılalım – II

Çocukların anne ve babayı denetleme hakkı olmadığı gibi, anne ve babanın bu denetimleri, çocuklar üzerinde bir egemenlik tesisidir. Kurallar çok açık bir şekilde onlar tarafından çizilir. Çocuktan beklenen ise bu kurallara uymasıdır. Çocuk kurallara uyduğu oranda ailede saygı görür ve sevilir. Eğer çocuğun kuralsızlığı esas hale gelirse, aile içerinde ciddi sorunlar baş gösterir. Bu durumda aile aynı devlet gibi davranır. Devlet nasıl ki egemenliği altında olanlara, sınırlar çiziyorsa aile de bunu yapar. İnsanlar kendisine çizilen sınırların dışına çıktığında devlet nasıl ki zor aygıtını devreye sokuyorsa aile de benzer bir tepki verir. Kuralsız çocuklara her türlü şiddeti uygular. Bir kısmımız fiziksel şiddet görmüştür. Bir kısmımız ise şiddetin farklı türleriyle karşılaşmışızdır. Bir kısmımız ise şiddetin farklı türleriyle aynı anda muhatap olmuşuzdur.

Ailenin şiddet uygulaması anne ve babanın iyi niyetli olup olmamasının ötesindedir. Ailenin şiddet uygulaması, aile kurumunda var olan özelliklerin doğal sonucudur. Bunun için de her aile geniş anlamda şiddet uygular. Ailenin çeşitli türlerde uyguladığı şiddet çocuğun bağımsız gelişme hakkının kısıtlanmasını içerir. Bunun doğal sonucu çocuk kişiliğinin ezilmesidir.

Bir insanın toplumsal rollere hazırlanması ailede başlar ve bu şiddetle birlikte yol alır. Hepimizde bize kanıksatılan toplumsal roller şiddetle bezenmiştir. Ailedeki şiddet öyle sistematik bir karakter kazanır ki bir süre sonra ister istemez bizde ciddi etkileri açığa çıkar. Uygulanan şiddet sonucu çocuk ailenin çizdiği sınırları kendi isteğiymiş gibi görmeye başlar ta ki farklı çelişkilerin yüzeye çıkmasına kadar. Şiddet aynı zamanda çocuğun hareketlerini kısıtlamayı amaçlar. Çocuktan beklenilen davranışı kendi iradesine rağmen zorla yaptırılmasını içerir. Doğallığında bu durum bireyin gelişiminde bir dizi sorunun gündemleşmesine yol açar. Çocuğun korunmasında şiddet önemli bir öğe olarak kendisini gösterir.

Korumak aynı zamanda zor şartların önlenmesini de içerir. Ailenin çocuğun karşılaşacağı zor şartları mümkün olduğunca engellenmesi çocuğu özgüvensiz, ailedeyken aile büyüklerine, toplumda başkalarına bağımlı yaşamaya götürür. Öyle ki toplumda kendisine yönelik bir dizi haksız uygulamalar karşısında karşı gelme iradesi sakatlanır. Sömürülen bir işçi patronuna tavır takınmakta zorlanır. Haksızlığa uğrayan öğrenci, okulda öğretmenine ve idareye karşı çıkma gücünü kendinde bulamaz. Hakkını aramak, haksızlığa karşı çıkmak konusunda sorunlar yaşar.

Korumak bir başka açıdan da mevcut durumun devamını içerir. Çocukların zor koşullardan korunması, aile kurumunun devamının sağlanması açısından önemlidir. Her ne kadar çocuğun iyiliği gözetiliyormuş gibi görünse de esas olan aile kurumunun devamının sağlanmasıdır. Çoğu zaman bu durum çocukların iradesine rağmen böyledir. Çocukların çıkarının korunduğunun söylenmesi büyük bir safsatadan ibarettir.

Devlet egemenliğini sürdürmek için rıza ve korkuyu sürekli bir şekilde yeniden üretir. Halk kitlelerine korku salarak sistemin bekasını devam ettirmeye çalışır. Devlet sadece korku salmaz aynı zamanda kitlelerde rızayı üretir. Korku ve rıza bu sistemin üzerinde yükseldiği temel noktaları oluşturur. Sistemin üzerinden yükseldiği temel noktalar aynı zamanda ailenin de üzerinde yükseldiği zemindir.

Rıza göstermek, devletin sömürü düzenine razı olmayı, bunu kabullenmeyi içerir. Hiçbir devler kitlelerin, kendi düzenini uygun bulmasını sağlamadan sürekliliğini sağlayamaz. Kitlelerin rızasıdevletin değerlerini uygun bulması için, egemen sınıfların değer yargılarını içselleştirmesi, kendi değer yargıları gibi görmesinin sonucu olur. Aynı şekilde aile de böyledir. Ailenin birliği aileyi oluşturan bireylerin onayı olmadan, ailede oluşan değer yargılarının ortaklaşması olmadan sürekliliğini sağlayamaz. Peki, aile değer yargılarını çocuklara nasıl taşır?

Burada korku önemli bir rol üstlenir. Aile bir egemenlik aracı olduğu ölçüde bu rızanın üretilmesinde her zaman “zor” kullanımı işin temelini oluşturur. Şüphesiz aile sadece zor kullanarak bunu yapamaz, bu temel üzerinde bir dizi uygulama ile bunu başarır ancak işin temelinde güç kullanımı vardır. Güç kullanımının olduğu yerde ise korku devreye girer. Çocukların ailenin değer yargılarını içselleştirmesinde en önemli duygulardan birisi ise korkudur.

Her çocuğa ailenin değer yargıları aşılanmaya çalışır. Değer yargılarının aşılanması egemenlerin kültürüdür. Aşılamak dışarıda hazırlanmış aşıyı başkasına enjekte etmeyi içerir. Kişinin kendisine ait olmayan düşünce ve duygularının başkası tarafından ona benimsetilmesidir. Çocukta bu değer yargılarını benimseme noktasında korku önemli bir yerde durur.

Her aile çocuğuna değer yargılarını benimsetirken çocuğun hareketlerine yasak koyar. Onun ailenin ve toplumun değer yargılarını anlaması mümkün olmadığı için ilk elden hareketlerine yasaklar gelir. Çocuk açısından bu yasakların anlamlı olmaması yüzünden, hatalı davranışları aile tarafından cezalandırılır. Daha ufakken yer edinen bu bilincin temelinde korku vardır. İşte insanın korku üreten tarzda dışarıdan belirlenmesi böyle başlamaktadır.

Anne ve baba çocuk üzerinde bir hakimiyet kurar ve sürekli bir şekilde çocuğu davranışlarını denetlemeye çalışır. Ailenin çocuktan istekleri hiç bitmez. Çocuktan sürekli bir şekilde bu isteklere uygun davranmasını beklerler. Eğer çocuk bu isteklere uygun davranırsa aile içinde sevilme, saygı görme hakkını kazanır yoksa aileyle çatışmalar başlar. Böylelikle çocuk açısından ailenin değer yargılarına uygun davranmayla edindiği bilinç, toplumun değer yargılarıyla uyuşmasıyla sonuçlanır. Ve devlet, bir aksilik çıkmadığı sürece aile aracılığı kendi bilincini ideolojisini kitlelere empoze etmiş olur.

Ailenin çocuk üzerindeki baskısı bir süre sonra sonuç vermeye başlar. Çocuk yavaş yavaş ailesinin değer yargılarını içselleştirir. Zamanla da çocuk bu değer yargılarının etkisiyle “kendi kendisinin bekçisi olur”. Çocuk böylelikle hayatında iki şeyi birden elde eder. Birinci olarak ailede gördüğü saygıdan kaynaklı aileden dışlanma ve yalnız kalmaya karşı bir korunak elde eder. İkinci olarak da kendi hayatından, kendi umutlarından vazgeçer. Bu vazgeçiş aynı zamanda kölelik zincirinin iyice benimsenmesine yol açar.

Gerçekten de mücadelede tanıştığımız birçok insan, devrimci mücadelenin haklılığını kabul ederken, ailesini karşısına alamadığı için mücadeleden vazgeçer. Kendi yaşamlarından, kendi isteklerinden, kendi geleceklerinden vazgeçiştir bu durum. Bir başkasının hayatını yaşamak ya da ona biçilen hayatı yaşamak… Kendisine yabancı olan bir yaşamı benimsemek… Bu yabancı hayatı benimsemek öyle bir noktaya varır ki artık varlık zemini sistemin içidir. Onun kültürünü mümkün olduğunca içselleştirir. En demokrat insanda dahi bu açık bir şekilde görülür. Artık o da bir aile kurmaya hazırdır. Kendisinden beklenileni yerine getirmeye hazırdır. Çabası büyük oranda bunun içindir. Artık önceden kulağına sürekli bir şekilde tekrarlanan “anne baba olunca anlarsın sözü” gerçekleşir. Artık o da çocuklara edindiği köleliği aşılamaya hazırdır.

Biz yine dönelim korkuya… Korkuya karşı en etkili “önlem” bizi korkutanların dediklerine uygun davranmaktır. Çocuk ailenin değer yargılarına uyum sağlamayı öğrenir. Böylelikle korku büyük bir kölelik bilincini doğurur. Buradan aldığımız bilinci yaşamın bütününde gösteririz. Aileden dışlanma korkusunu uyum sağlayarak aşan birisi, toplumdan da dışlanma konusunda aynı marifeti gösterir. Toplumun değer yargılarını içselleştirir. Her ne kadar bu değer yargılarıyla bazı çelişkileri olsa da bu durum, toplumun değer yargılarıyla uzlaşmasını engellemez. Devrimci bir tavır takınamayıp, tamamen oportünist bir şekilde davranır. Bu insan teorik olarak toplumun değer yargılarına karşıdır ancak pratik olarak tamamen onunla uyumludur. Ve böyle bir insanın pratiğine baktığımızda bunu net bir şekilde görürüz: “mümkün olan bütün nitelikleri, kurnazlıkları, retoriği, hatta alçak gönüllülük, karşımızdakine saygı gibi “en ahlaki” şeyleri bile üretir”.

Rızanın üretilmesine ya da toplumsal değer yargılarının çocuklara aktarılmasına değinirken, yukarıda bunun yönteminin sadece zor kullanmak olmadığını söylemiştik. Doğrudur zor kullanmak tek yöntem değildir. Aile aynı zamanda bir eğitim kurumudur. Toplumsal şekillenişin verildiği bir eğitim kurumudur. Bizler toplumun değer yargılarına dair ilk eğitimi ailede alırız.