[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Ekonomik ve siyasi kriz kronikleşerek Türkiye toplumuna hâkim hale gelmiş durumdadır. Faşist diktatörlük içte ve dışta yaşadığı tıkanmanın önünü saldırganlıkla açmak istedikçe kriz daha da derinleşmektedir. Krizlerin sürekliliği yönetememe krizini beraberinde getirmiştir. Hâkim sınıflar krizi krizle yönetme yaklaşımına hapsolmuş, derinleşen krizin kaçınılamayacak kimi sonuçlarıyla yüz yüze kalmışlardır. Hâkim sınıf klikleri arasındaki çelişkilerin büyümekle kalmayıp keskinleşmesi bu sonuçlardan birisidir.
Hâkim sınıf klikleri arasındaki bu çatışmanın emperyalist kapitalist sistemden bağımsız ve müstakil olması ise olanaklı değildir. Dünyaya egemen olan kriz koşulları, emperyalistler arası rekabet ve hegemonya dalaşı hâkim sınıf klikleri arasında gelişen gerilim ve çatışmayı besleyen bir özelliğe sahiptir. Kriz koşullarının ortaya çıkardığı gelişmeler klikler arasında gelişen çatışmayla sınırlı değildir. Kriz koşullarının yönetilemeyecek kadar kötüleşmesi burjuva feodal düzenin geleceğini tehdit edecek gelişmelerin bir bakıma hazırlayıcısıdır. Krizle birlikte yaşama ve geçim koşulları giderek kötüleşen kitlelerin baskı ve sömürü düzeniyle baş gösteren çelişkileri egemenler için öncelikli tehdit sayılmaktadır. Bu sebepledir ki faşist diktatörlük kriz koşullarının kötüleşmesine paralel daha azgın biçimde saldırmaktan başka seçeneğe sahip değildir. Katliamlar da dahil olmak üzere saldırılar birbirini takip edecektir. Halihazırda bu saldırganlığın startı verilmiş durumdadır. Her türlü baskı ve zorbalık halk kitlelerini sindirmeye, susturmaya, gelişecek büyük mücadelelerin önünü almaya yöneltilmiştir. Ülke seçim sathına doğru ilerledikçe saldırıların dozu daha da artış gösterecektir.
Akıbetlerini burjuva feodal düzenin geleceğine bağlayan burjuva klikler ona yönelmiş her ciddi mücadele ve savaşım karşısında “birlik” halinde hareket eder. Krizin, ağır çalışma koşullarının, yoksulluğun bunalttığı tepeden tırnağa öfkeye kesilmiş kitlelerin gelişen mücadelesi karşısında ortak hareket etmek, bir nevi rol paylaşımına gitmek sınıf çıkarları bakımından kaçınılmazdır. Halk kitlelerinin kontrol altında tutulması, gelişen mücadelenin boğulması, ezilmesi ortak refleksleridir.
Egemen sınıf kliği saldırganlığın dizginlerine sıkıca sarılırken diğer faşist klikler halk kitlelerini aldatarak sistem içinde tutmanın payandası olmaktadır. Bu koşullarda dahi sömürüden aslan payını almak isteyen rakip klikler arasındaki mücadele sonlanmaz. Kimi zaman açık, kimi zaman gizli bir biçimde süren klikler arası mücadele burjuva egemen kliğin iktidarını sarsacak hamlelere yöneldiğinde boyut kazanmaktadır. Bunda kriz koşulları dolaysız bir paya sahiptir. Krizin ve yapısal sorunların büyüklüğü neredeyse tüm burjuva klikleri sarsmış, egemen klik de dahil her kliğin kendi iç ve birbirleriyle olan mücadelesini tasfiyeye olanak sağlayacak şekilde biçimlendirmiştir. Daha somut biçimde söyleyecek olursak AKP-MHP bloku savaş ve saldırganlıkla şoven cepheyi güçlü tutarak bir yandan kriz koşullarını ve politik açmazlarını içte hafifletmeye çalışırken bu cephenin dışında kalan şoven kesimlere de aynı biçimde saldırmaktadır. Bu kliklerin iç mücadelelerini derinleştirecek, ittifak politikalarını dinamitleyecek girişimleri dur durak bilmemektedir.
Krizin sarsıcı etkinlikte olacağı koşullarda gerçekleşecek seçimler yaklaştıkça birbirinden rol çalmaya çalışan burjuva kliklerin dalaşı, saldırganlığı şahlanacaktır. AKP-MHP blokunun karşıtına dönüşme emareleri gösteren “uyumu” Devlet Bahçeli’nin AKP Grup Başkan Vekili Mahir Ünal’ı koltuğundan etmesiyle “bozulmuş”, AKP heyetinin bir anayasa değişikliğiyle ilgili HDP’ye yaptığı ziyaretin gerilimi tırmandıracağı beklentisi oluşmuştu. Neredeyse bütün burjuva kamuoyu ne söyleyeceğine kilitlenmişken Devlet Bahçeli AKP’nin HDP’ye yaptığı ziyareti olağan karşıladığını açıklamıştır. Daha da ileri gidilerek anayasa değişikliği kapsamında yapılan bu ziyaretin olağan karşılanmasından yeni bir “çözüm süreci” çıkarılmaya çalışılmıştır. Kuşkusuz Kürt ulusuna ve onun demokratik siyaset aygıtı olan HDP’ye galiz küfürler savurmaktan yorulmayanların bir anlık da olsa nefeslenmesinin bir nedeni vardır. Tutsak HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın hasta babasını ziyaret etmesine “özel” izin çıkarılmasının da yaşanan bu gelişmelerle ilgisinin olduğu muhakkaktır. Taksim’de gerçekleştirilen saldırının da aynı sürecin, birbirini takip eden parçalarından olduğu ihtimal dahilindedir. Kuşkusuz AKP’nin “terörist” demekten bıkmadığı, hakkında kapatma davası açtığı HDP’yi ziyaretinden Cumhur İttifakının parçalanacağı, iplerin kopacağı, Devlet Bahçeli’nin erken seçim çağrısı yapacağı gibi beklentilere neden olan gelişmelerin yaşanmasına AKP-MHP blokunun içerisinde debelendiği kriz koşulları zemin sunmaktadır. “Rutin” sayılan HDP ziyareti, “insani” gerekçelerle verilen hasta izni savaş ve saldırganlığın arasına sıkıştırılmış birer nabız yoklama hamlesidir. Bu gelişmeler görünür olandan daha fazlasını Kürt ulusuna vermek istediği mesajla anlatmaktadır. Bu mesajı en iyi anlatanlardan birisi AKP’yle birlikte MHP/Devlet Bahçeli’dir. Beklendiği gibi köprüler yıkılmamış,
MHP’nin temsil ettiği sınıflar şimdilik AKP’siz yürümekte karar kılmamış, “Ülkücü hareketin iktidar olma zamanı” gelene kadar fiili iktidar deneyimini yaşamaktan yana tercih yapılmıştır. MHP’nin HDP ziyaretini ancak bir hafta süren olağan görme tutumu Taksim’de gerçekleşen katliam saldırısıyla şoven cepheyi kaldığı yerden tahkim etmeye dönüşmüştür. HDP ile anayasa gündemli yapılan olağan görüşmeden devşirilecek cesaretle AKP içerisinde yeni bir “çözüm” sürecinin başlatılmasına yönelik çıkışların ağırlık kazanmasının Taksim’de gerçekleştirilen katliamla engellenmeye çalışıldığı görüşü dolaşıma sokulmuştur.
Hâkim sınıf kliğinin iç mücadelesinin yansıması sayılacak başka göstergeler üzerine de konuşulmaktadır. Katliamın en başından itibaren İçişleri Bakanı Süleyman Soylu tarafından Kürt Ulusal Hareketi’nin üzerine yıkılmaya çalışılması dar klik çıkarlarının ötesinde bir hesabın olduğuna işarettir. Katliamla şovenizmi ve saldırganlığı kabartarak başta Kürt Ulusal Hareketi olmak üzere ekonomik krizle birlikte yoksulluğu ve öfkesi büyüyen işçi ve emekçi yığınlara yönelik yeni bir saldırı dalgası başlatma hesabı bulunmaktadır. Kürt ulusunun kazanımlarına ve bu kazanımları fedaice savunmaya yönelmiş gerilla direnişine karşı saldırıyı boyutlandırma, yeni işgallere girişme hayali kurulmaktadır. Taksim’de katliamı gerçekleştirenlere Kobanê’den Efrin’e çizilen geliş güzergâhı işgal hevesini ele vermektedir. Saldırının hedefine oturtulan yurtsever güçlerinin açıklamaları katliam senaryosunu yırtarak çöpe atmaya yetse de hâkim sınıf klikleri saldırganlıkta ısrar edecektir.
Saklanamayacak şekilde faşist diktatörlüğün uzantılarının tezgahladığı bir katliam olduğu anlaşılmasına rağmen içinde bulundukları ekonomik ve siyasi krizin şiddeti saldırganlığa mecbur bırakmaktadır. Bu mecburiyet bölgede etkin olan emperyalist güçlerden işgal ve saldırganlık için onay çıkmasıyla mümkün olacaktır. 7 Haziran-1 Kasım 2015’te gerçekleştirdiği korku iklimini yineleme iddiası günümüz gerçekliğiyle birçok bakımdan uyumlu değildir. Bölgesel çıkarlar ve bunları zayıflatan gelişmeler devleti önlemler almaya, dolayısıyla saldırılara zorlamaktadır. Çıkarları bölge halklarıyla uyuşmayan faşizm iç siyasetten daha çok bölgesel siyasette kendine alan açmaya çalışmaktadır. Bakış açımız bu düzeyde oldukça anlayabileceğimiz gelişmeler yaşanmaktadır.
Muhalefetle yaşanan gerilimin bu düzlemde zayıflaması da buna işaret etmektedir. Bununla birlikte iç siyasette faşist diktatörlük işçi ve emekçi yığınları, halkı sokaktan uzaklaştırmak istiyor. Taksim’deki patlamanın bu korku iklimi için kullanılması kaçınılmazdır. Katliam tehdidiyle, şoven dalga yükselterek halk kitlelerini sindirmek istenecektir. MHP’nin, Meral Akşener’e “eve dön” çağrısından sonra benzerinin yakın zamanda Tayyip Erdoğan tarafından “6’lı masada ne işi var, bir dönüşüm içine girmesi gerekir” diyerek yapılması diğer kliği bölme ve yanına çekme hamleleridir. Buna neden olan Millet İttifakı içerisinde konumlanan kliklerin birbirlerini zayıflatmaya yönelik refleksleridir. Meral Akşener’in katıksız Kürt düşmanlığı AKP-MHP blokunun HDP ile yeni bir “açılıma” hazırlandığı varsayımından hareketle milliyetçiliği ve şovenizmi köpürterek ittifak içerisinde merkez parti haline gelmek istiyor. Krizin ortaya çıkardığı fırsatları Kürt düşmanlığı üzerinden güce tahvil etmeye çalışan İYİP CHP ile sil baştan değilse bile yeniden pazarlığa oturarak kartları karmaya çalışıyor. Ekrem İmamoğlu’nun YSK üyelerine hakaret ettiği gerekçesiyle yargılandığı davayla öne çıkışı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığını gölgeleyen bir işlev görüyor. Egemen kliğin çapsızlığına ve R. Tayyip Erdoğan karşısında kazanma şansının olmadığına inandırmaya çalıştığı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığı sorgulanır durumdadır. Ekrem İmamoğlu’nun siyasi yasaklı ilan edilmesi “yeni bir Erdoğan” hikayesine ihtiyaç duyulduğunun göstergesi sayılabilir. Gerici faşist klikler dönemsel olarak bu kriz atmosferinin kitlelerde büyüyecek öfke ve yıkıcılığın devrimcileşmesine ve sisteme yönelmesini engellemeye çalışmaktadır.
Diğer yandan kitleleri kendine yedekleyerek sistem içi çatışmalarında koz ve araç olarak kullanmaktadır. Bunun sadece devrimci ve demokrat kesimler farkında değildir. Gerici-faşist klikler bu öfkeyi hem sistem içine çekerek devrimci yıkıcılığı engellemeye hem de kendi gerici çıkarları ve hesapları için bir kaldıraç olarak kullanmaya çalışmaktadırlar. Kitleler nezdinde bu politikaları teşhir etmek, tüm bu sorunların tek sorumlusu olan burjuva feodal düzeni ortadan kaldıracak devrimci mücadelede örgütlemek, bütün gerici sınıfların en büyük ortaklığının ve paydalarının halk düşmanlığı olduğunu teşhir ederek tüm gericiliği hedef almak tek çıkar yoldur.