[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Maraş’ta arka arkaya gerçekleşen depremlerin üzerinden bir ayı aşkın zaman geçmesine rağmen halkın sorunları azalmak yerine ağırlaşıyor. Yakın tarihin yaşanmış en büyük yıkım ve katliamlarından birisi olarak kayıt altına alınan depremle ilgili açıklanan resmî rakamlar gerçeğin kıyısından bile geçmiyor. Ne depremin yol açtığı yıkımın ve katliamın boyutu ne de yaralı ve kayıp olanların akıbeti tam olarak açıklanmıştır. Gerçeğin açıklanandan çok daha fazlası devlet “marifetiyle” enkaz altında bırakılmıştır. “Yedi düvele meydan okuyan”, ansızın yapacaklarıyla herkesi “şaşırtacağını” söyleyen devlet, neredeyse her enkazdan gelen “çağrıya” rağmen bir türlü ortaya çıkmadı. Oysa depremle tanınmaz hale gelen illerde “nerede” olduğu merak edilen devleti görmek için etrafımıza bakmamız yeterliydi. Devlet tüm enkazıyla halkın üstüne çökmüştü. Halkın enkaz başlarından öfkeye tutulmuş halde yükselttiği tepkinin gösterdiği başka bir şey de devletin halk düşmanlığında sınır tanımamasıydı.
Deprem öncesinde tüm ülkeyi şantiyeye çevirerek tabutluklar inşa eden devlet, depremin ardından başlatamadığı arama kurtarma çalışmalarıyla büyük bir katliama imza atmış, halka karşı işlediği suçlara yenilerini eklemiştir. Halk ise enkaz altında katliama uğramakla kalmadı, kaybettiklerinin yanında hayatta kalmaktan mahcup olup temel ihtiyaçlarının karşılanması şöyle dursun ardı arkası kesilmeyen rezillikler silsilesini yaşamak zorunda da kaldı. Kızılay ve AFAD özerkliklerini kaybetmekle devletin depremle kabaran suçlarını kendinde toplayan adresler haline geldi.
Devletin varlığını ülkenin “en örgütlü” insani yardım ve doğal afetlerin yönetimi ve koordinasyonu olan Kızılay ve AFAD gibi kuruluşlardan gelecek yardımlarda hissedeceğini uman halk, kazma, küreğe dönüştürerek enkaz kaldırmaya çalıştığı kendi ellerinden, öfke ve acıyla dolup taşmış yüreğinden ve dayanışmasından başka şey görmedi.
KIZILAY VE AFAD: IBAN
Dünya üzerinde yardım gönderilmedik mazlum yurdu bırakmamakla övünen Kızılay ve AFAD’ın yaşanan her büyük felaketin ardından gösterdiği ilk refleks IBAN yayımlayarak bağış istemek oluyor. Her felaket kaçırılmayacak bir fırsat olarak görülüyor. İşte “asrın felaketi” denilen Maraş merkezli depremler şimdiden “asrın vurgunu” olarak kayıt altına alınmıştır. Bu her iki kuruma baktıkça gördüğümüz sınırsız bir çürüme ve yozlaşmadan, fırsatçılık ve vurgundan, rüşvet, yolsuzluk ve israftan başka şey değildir. Başka türlü tarif edilmesi mümkün olmayan Kızılay ve AFAD burjuva feodal düzenin aynası gibidir.
Bütçe ödeneklerinden beslenen, kamu kaynakları aktarılan ve bağış toplama yetkisine sahip bu iki kurumun bilinen görevleri afetlere derhal müdahale etmek ve riskleri en aza indirmektir. Bütün olasılıkları dikkate alarak felaket senaryoları hazırlamak ve anında müdahale için her türlü önlemi geliştirmektir. Oysa bunların hiçbiri gerçekleşmedi.
Tarihi 1868’e kadar uzanan Kızılay’ın adı 1947’de Türkiye Kızılay Derneği olarak değişmiş, 2019’da da holdingleşmişti. Çadır ve maden suyu fabrikaları, hastaneler ve binlerce gayrimenkul ve devasa bütçesiyle birlikte altı farklı şirkete devredilmiş ve yöneticilerine “huzur hakkı” adı altında çoklu maaşlar bağlanmıştı. 2021 Dernek Beyannamesi’ne göre 2021’deki geliri 7 milyar 935 milyon lira, gideriyse 7 milyar 889 milyon lira tutarındadır. Bünyesinde 10 binin üzerinde kişinin çalıştığı Kızılay’ın maddi varlıkları ve yatırım amaçlı gayrimenkullerinin toplam değeri 2 milyar 671 milyon lirayı buluyor. “Yardım” ve “bağış” adı altında milyonlar toplayan Kızılay’ın adı sık sık yolsuzluk ve israfla gündeme geliyor. “İtibardan tasarruf olmaz” mottosuyla kiralanan yalılar israfın ve akçeli işlerin ne kadar boyutlu olduğunu gösteriyor.
Afetler sırasında ilk akla gelen kurum olmasına rağmen Kızılay’ın bugünkü görev tanımı iaşe ile sınırlandırılmış durumdadır. Bununla ilgili yönetmelikte “Türk Kızılay, yurt içinde meydana gelen doğal afetler sonrasında afetzedelere acil beslenme hizmeti verir. Acil barınma konusunda ise devletin ilgili kurumlarının yanında yardımcı rol üstlenir.” deniyor. AFAD’ın mevzuatı incelendiğinde iş birliği yapması gereken kuruluşlar listesinde beslenme hizmetleri için Kızılay Derneği ismi işaret ediliyor. Yani Kızılay’ın görevi afetlerde acil gıda/ yemek hizmetinin sağlanmasıyla sınırlı tutuluyor.
Gelin görün ki Kızılay bunu dahi gerçekleştirmekte aciz kalmıştır. Depremzedelerin gıda ve beslenme ihtiyacını karşılamaktan uzaklaşmıştır. Onun en maharetli olduğu işler akçeli olanlardır.
RANT KAVGASI DEPREM HAZIRLIĞINI GÖLGEDE BIRAKTI!
Ranta kimin sahip olacağı, devasa bütçeyi kimin yöneteceği sorunu Kızılay’ı bir başka yönden önemli hale getirmektedir. Bu önemin bir afet sırasında halkın yaralarını sarması için Kızılay’ı etkin biçimde devreye sokmaktan gelmediği açıktır. İsmail Arı’nın BirGün’de yer alan yazısına göre Kızılay’ın yönetimine hâkim olmak için Erdoğan ve Yıldırım’ın aileleri arasındaki rekabet karşılıklı hamlelerle devam etmektedir.
Rant kavgasının her türlü afete ve büyük depremlere hazırlamayı gölgede bıraktığı ortadadır. AFAD’ın çadır ihtiyacı Kızılay’ın ürettiği çadırlardan karşılanmasına karşın 2022 sonuna kadar iki buçuk yıl boyunca Kızılay’dan çadır alımı yapmaması nasıl bir deprem hazırlığı yapıldığını gösteriyor. Çadır stoku bulunmayan AFAD’ın bu hazırlıksızlığı yıkımı ve katliamı boyutlandırmıştır. Büyük bir afetin yaşanması halinde AFAD’ın elinde en az 300 bin çadır stokunun bulunması gerektiği biliniyor. AFAD’ın 2019 yılında elindeki çadır sayısıyla ilgili yaptığı açıklama 100 bin dahi değilken bunun da manipülasyon olduğu depremle birlikte ortaya çıktı. Gerçeğe daha yakın sayacağımız bir bilgi de Kızılay’ın kendi stoklarında afet öncesi 40 bin adet kadar çadır tuttuğu, sağdan soldan temin ettikleriyle toplam sayısı 54 bin olan çadırı AFAD’a verdiğidir. Eldeki çadır stokuyla ilgili ne söylenirse söylensin gerçek olan tek şey deprem esnasında halkın aç ve açıkta kaldığıdır.
‘99 Gölcük depreminde halka hiç olmazsa eskimiş ve küflü çadır gönderilmişti. Maraş depreminde ise depremzedeler bu eski ve küflü çadırların yüzünü göremedi. Oysa yıllar önce Kızılay’ın şimdiki başkanı olan Kerem Kınık Malatya’da “üretim üssünün” açılacağını duyururken “afet anında aç ve açıkta kimsenin kalmayacağını” söylemişti.
2021 yılında faaliyete geçeceği söylenerek açılışı Recep Tayip Erdoğan tarafından yapılan Malatya Çadır Üretim Merkezi’nde üretim başlamamış, Kızılay’ın Ankara’da günlük 250 çadır üretim kapasitesi olan fabrikası ihtiyacı karşılayacak çadır üretmemiştir. Bu üretim üssünün açılacağı bilgisini verdiğinde Kızılay başkanı Kerem Kınık fabrikanın marifetlerini sıralarken gerek bölgeye gerekse de dünyaya nitelikli ürünler sağlayacağını, özellikle de afetlerde barınma ihtiyacının karşılanacağını söylemişti. Sadece afetler sırasında değil kentsel ve kırsal dönüşüm süreçlerinde de benzer bir görev üstleneceğini, ihtiyaçlara en geniş biçimde cevap verecek bir tesisin kurulduğu duyuruyordu.
Depremle birlikte yaşanan rezillik silsilesi yapılacağı söylenen her şeyin göz boyamaktan, halkı beklentiye sokarak aldatmaktan başka bir şey olmadığını gösterdi. Bunun ortaya çıkardığı sonuçlar değişmez bir biçimde her afetin felakete dönüşmesi, halkın uğradığı can ve mal kaybının devasa boyutlara ulaşması olmuştur.
Maraş depreminin geride bıraktığı büyük yıkım ve katliam “Türkiye’yi bir holding gibi yöneteceğiz” diyen hâkim sınıfların sömürü, rant ve talan üzerine kurulu düzenlerinin eseridir. Kızılay’ın halktan toplanan kanın fazlasını uluslararası şirketlere sattığı ortaya çıktı. Aylık 12 bin dolara boğaz manzaralı, yüzme havuzlu köşk kiralanmış, Menzil Tarikatına ait şirkete 700 milyon liralık Kızılay ihalesi verilmiş, MÜSİAD’a ait hasarlı bina 110 bin liraya kiralanmış, uçmayan uçağa 245 bin dolar ödenmiştir. Kızılay üzerinden Başkent Gaz’ın Bilal Erdoğan’ın yönetiminde olduğu Ensar ve TÜRGEV’in yurt dışındaki uzantılarına aktarılan para da kamuoyunda geniş yer bulmuştu. Kızılay ve AFAD’ın deprem anında da bu çarkın etkin birer dişlisi olduğu fazlasıyla kanıtlandı. Afet sırasında halka yardım etmekten başka bir görevi olmayan “yardım kurumlarının” satış ve pazarlama işleriyle meşgul oldukları, kâr-zarar hesabı yaptıkları ortaya çıktı.
Kızılay’ın depremden sonra ortaya çıkan en acil ihtiyaçlardan olan çadırları depremzedelere ulaştırmak yerine satması tüm bunların üstüne tüy dikmiştir. Kızılay’ın depremin ilk günlerinde AHBAP’a, İBB’ye, Türk Eczacılar Birliği’ne çadır satması bir Türkiye klasiği olarak kayıtlara geçti. Kızılay’ın, elindeki çadırı deprem bölgesine sevk etmek yerine ve yine bir “yardım derneği” olan AHBAP’a 46 milyon TL’ye, Türk Eczacılar Birliği’ne ise tanesi yaklaşık 140 bin TL fiyatla 76 metrekare büyüklüğünde beş adet çadır sattığı ortaya çıktı. Bununla kalmayıp deprem bölgesindeki halka ulaşması için bağışlanan kıyafetler ve konserveler satılmıştır. Halk can derdindeyken, yaraları ve acıları tarif edilemeyecek kadar büyükken dahi kâr ve rant peşinde koşulmuştur. “Türkiye’yi bir holding gibi yönetmek isteyenler bu büyük felaketi “asrın vurgununa” çevirmek üzere ellerini ovuşturarak karşılamıştır. İşte bu vurguna kanal açanlardan birisi de AHBAP ve devletin yetemediği, patronların tıkandığı yerde imdada koşan Haluk Levent olmuştur. AKP-MHP blokunun AHBAP’ı hedefine oturttuğu günlerde Haluk Levent’in depremzedeler için toplanan parayla Kızılay’dan yemek ve çadır satın aldığı ortaya çıktı. Halkın parasını bir şekilde almaya ahdetmiş faşist blok halka ücretsiz dağıtılması gereken çadırları satarak gelen bağışlara “çökmüştür.” Kızılay ve AFAD gibi özerkliğini ve güvenilirliğini “kaybetmiş”, ekonomik, siyasi ve askeri gücü elinde “toplayan” AKP-MHP blokunun halktan bağış toplamaya yüzü kalmamıştır. Geniş halk yığınlarının Kızılay ve AFAD’a olan güveni sıfırlanmış durumdadır. Kızılay ve AFAD üzerinden para akışını sağlayacak bir aracıya ihtiyaç duyulmuştur. AKP-MHP blokunun kayıkçı kavgasına tutuştuğu AHBAP bu düzeneğin işlemesinde rol üstlenmiştir.
AFAD’ın Kızılay’dan farkı yoktur. Aynı kumaştan dikilmişlerdir. Halkın zerre kadar güveninin kalmadığı bu her iki “yardım” kuruluşu burjuva feodal düzenin depremle tescillenmiş tüm suçlarını sırtlanmış durumdadır.
Depremde arama-kurtarma çalışmalarını geç başlatmasıyla odağa yerleşen AFAD’ın kuruluşuna dönük ilk adım 1999 depremi sonrasında farklı bakanlıklara bağlı afetle ilgili birimlerin birleştirilmesiyle atıldı. AFAD, 1999 depremindeki koordinasyon sorunları nedeniyle tek bir çatı kurum ihtiyacı olarak ortaya çıktı. Buna göre afetlerle ilgili olarak görev yapan İçişleri Bakanlığına bağlı Sivil Savunma Genel Müdürlüğü, Bayındırlık ve İskân Bakanlığına bağlı Afet İşleri Genel Müdürlüğü ve Başbakanlığa bağlı Türkiye Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü kapatılarak 2009 yılında Başbakanlığa, 2018 yılında da İçişleri Bakanlığına bağlanan Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı kuruldu. Böylelikle yetki ve sorumluluklar tek bir çatı altında toplandı. Yardımlardan, yapılan bağışlara kadar her noktada AFAD adının öne çıkmasının nedeni de kurumun bir çatı örgüt olarak yapılandırılmasıdır.
AFAD’ın afet organizasyonunun bağımsız ve özerk olacağı, afet sırasında talimat beklemeden hareket edeceği, afetle ilgili tüm kurumların; Kızılay’ın, Sivil Savunma Teşkilatı’nın, AFAD’ın tek çatı altında toplanarak koordinasyon halinde hareket edeceği söylenmişti. Söylenenin tersi yapılmaya başlanarak Kızılay’ın afetler sırasındaki görevleri sınırlandırıldı, AKUT ve Sivil Savunma lağv edilerek AFAD’a bağlandı.
AFAD’ın sitesinde Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı, afet ve acil durumlara ilişkin tek yetkili kurum olarak ilan edilmiş durumdadır. Bir şemsiye kurum anlayışıyla afet ve acil durumun niteliği ve büyüklüğüne göre Genelkurmay Başkanlığı, Dışişleri, Sağlık, Ulaştırma ve Altyapı vb. ilgili diğer bakanlıklar ile gerekse sivil toplum kuruluşları ile iş birliği içerisinde faaliyetlerini sürdüreceği söyleniyor. 2023 bütçesi için 8,1 milyar lira ayrılan bir kurumdan söz ediyoruz.
Maraş depremleri AFAD’ın hazırlıksızlığını, başarısızlığını, özerkliğe sahip olmadığını bir kez daha gösterdi. Maden facialarında, sel baskınlarında ve diğer kimi felaketlerde de esas olarak hazırlıksız ve başarısızdı. Maraş depremi sadece bu hazırlıksızlığı, başarısızlığı görünür hale getirdi.
Afet Uzmanı Kubilay Kaptan son depremde AFAD’ın koordinasyon ve yardım çalışmalarında etkisiz kalmasını, kuruluş döneminden bugüne uzanan yönetim ve örgütlenme becerisindeki sorunlarla ilişkili olduğunu söylüyor. AFAD’ın hükümete bağlı kalmadan kriz ve afet durumunda devreye giremediğini, özellikle özerk olamadığını, yıllar içinde AFAD’ın diğer kurumlar gibi hükümetin belli bir kesiminin arpalığına dönüştüğünü ifade ediyor.
Burjuva feodal sistemin halka yaklaşımının nasıl olduğunu anlamak için Kızılay gibi AFAD da turnusol görevi görmüştür. Bilinmeyen bir şey olmasa da geniş halk yığınları ilk günlerde AFAD’ın arama-kurtarma faaliyetlerinde esas olarak başarısız kaldığı gerçekliğine uyanmış, öfke dolmuştur. Günler sonra devleti temsilen ortaya çıktığında ise arama kurtarma çalışmalarını şova çevirmiştir. Bu şovlarla hazırlıksızlığını, başarısızlığını örtmeye, enkaz altında kurtarılmayacak olan on binleri unutturmaya, halkı “alıklaştırmaya” çalışmıştır. Halktan önce banka kasalarını kurtarmaya çalışmaları, can pazarında vinçlerin kontağını çevirmek için saati 10 bin, günlüğü 50 bin TL’den başlayan fiyatlarla arama-kurtarma ticareti yapmaları suçlarını kabartmıştır.
Bu iki kurumun devletin karakterini, gerçek sahiplerini ve nasıl bir sömürü manivelası olarak kullanıldığını gösteren nitelikleri incelenmeye, açığa çıkarılmaya değerdir. Devlet sadece bu kurumlarıyla değil benzer birçok kurumuyla, aynı zamanda özel kurumlarla kurduğu ilişkilerden türeyen yapılarla güçlü bir bürokratik sömürü ağı inşa etmiştir. Devletin bu özelliği yeni olmadığı gibi onun temel bir özelliğidir. Emperyalizmin sömürü mekanizmasının işlemesinde bu özellik belirleyici öğelerden biridir. Dolayısıyla bugünkü iktidarın bir özelliğinden değil faşist devlet iktidarının temel bir özelliğinden söz ettiğimiz açık olmalıdır. Her iktidar döneminin zenginlerinin olması bu gerçekliğin kaçınılmaz bir sonucudur. Halkı sömürmenin bu en aşağılık biçiminin bu süreçte gelişim gösterdiğini söylemek mümkün. Depremin gerçekleştiği andan bugüne devlet halk düşmanlığında seviye atlamış, deprem halkı büyük bir yıkım ve katliamla yüz yüze bırakmıştır. Deprem bölgesinde halkın barınma, beslenme, sağlık hizmetleri, eğitim vb. yaşamsal talepleri ağırlaşmış, yaşam ve geçim sorunları mücadelenin üstünde yükseleceği çelişkiler olarak keskinleşmiştir. Faşist devlet gerçekliği halkın hiçbir talebine kulak kabartmayacağı gibi bu talepler uğruna gelişen mücadeleyi zorbalıkla bastırmaya, ezmeye çalışmaktadır. Depremle birlikte halkta oluşan öfke, depremden etkilenenlerin sorunları üzerinden gelişen sahiplenme, duyarlılık ve dayanışma halkı birleştirmiştir. Öfkenin, duyarlılığın ve dayanışmanın yönünü burjuva feodal sisteme doğru çevirmek, politik iktidar mücadelesine kanalize etmek başta gelen sorumluluğumuzdur. İçinden geçtiğimiz sürecin yakalanması gereken temel halkası deprem bölgesindeki halkın talepleriyle Demokratik Halk Devriminin programını buluşturarak öfkeyi ve dayanışmayı örgütlemektir. Tepeden tırnağa çürümüş ve kokuşmuş bu düzenin halka vadedeceği bir şey yoktur. Tek çare Demokratik Halk Devrimidir.