“Komünistler hiçbir zaman halkın çoğunluğundan kopmamalı ve sadece birkaç ileri grubun kitlelerden kopuk ve aceleci ilerlemesine önderlik ederek halkın çoğunluğunu gözardı etmemeli, ileri unsurlarla geniş kitleler arasında sıkı bağlar kurmalıdırlar.” (Mao Zedung)
“Kitle çizgisi” kavramı yabancısı olmadığımız, sıklıkla kullandığımız bir kavramdır. Doğru bir devrim kavrayışı özellikle kitle çizgisinde doğru bir anlayışa sahip olmakla mümkündür. Kitlelerin tarihsel rolünü yadsıyan veya anlayamayan birinin Marksist-Leninist-Maoist olma olasılığı yoktur. Sadece bu da değil, kitlelerle bütünleşemeyen bir hareketin de MLM’yi gereğince uygulama, geliştirme olasılığı yoktur. Kitle çizgimizin doğruluğu devrimci teoriyi uygulama gücümüz, yeteneğimizdir. Şöyle bir formülasyon doğru olacaktır: Marksizm-Leninizm-Maoizm ancak doğru bir kitle çizgisi izlendiğinde gerçek bir güç, çeşitli milliyetlerden ve ezilen sınıflardan halkın gücü olabilmiştir. Kuşkusuz onun nihai taşıyıcısı işçi sınıfıdır; komünizm ancak işçi sınıfının eseri olacaktır. Bununla birlikte MLM sadece işçi sınıfının değil, farklı niteliklerde ve çeşitli düzeylerde gerçekleşmiş ve gerçekleşecek devrimlerin de teorisini oluşturmuştur; dolayısıyla işçi sınıfı başta olmak üzere çeşitli halk kesimlerinin MLM açısından yadsınamaz bir yeri ve değeri vardır. MLM bu kesimlerin devrimci rolünü hiçbir zaman ihmal etmemiştir ve hatta edemez. Tam da bu nedenle kendine has özellikleriyle bir diğerinden farklı olan çeşitli toplumlar veya toplumsal yapılar içinde komünistler ilkelerine sadık olduklarında, onları uyguladıklarında başarılı olmuşlardır. Marks ve Engels’in, Lenin ve Stalin’in, Mao Zedung’un muazzam başarılarıyla birlikte, yaşadıkları toplumları düşünürsek demek istediğimiz anlaşılacaktır. Bu büyük öğretmenlerin halklar tarafından sahiplenilmesi, halkların devrimci görevlerini saptayıp omuzlamaları onların doğru liderlik anlayışını, dolayısıyla doğru kitle çizgisini de gösterir.
Kitle çizgisinin önemi bir toplumsal yapının kavranması bakımından tartışılmazdır. Bir önceki sayımızda bilimin tanımlanmasından ve siyasal düzlemde örgütlenmesinden sonraki görevin bunun kitlelere taşınması olduğunu ifade etmiştik. Burada yanlış anlamalara izin vermemek için bir özel ayrıntıyı açıklamamız gerekir. Böyle ifade etmekle “kitle çizgisi siyasal örgütlenmenin meydana gelmesinden sonra başlar” demiş oluruz; ama bu tam olarak doğru olmaz. Bilimin kitlelere taşınması bakımından uygulanacak kitle çizgisi ile bilimin tanımlanması ve siyasal bir düzlemde örgütlenmesi sırasında aynı çizgi bize eşlik eder. Buradaki ayrım noktası henüz siyasal örgütlenme yokken uygulanacak çizginin de aynı çizgi olmakla beraber farklı işlevidir.
Şöyle anlatalım: Kitle çizgisi, bilindiği gibi bilgi teorisini içerir. Komünistler toplumu kavramak için doğru bir kitle çizgisiyle hareket ederler. Toplumu kavramak demek yöneten sınıflarla yönetilen sınıfları ayırt ederek yönetilen sınıfların gerçekleştireceği devrimin analizini yapmaktır. Başka türlü söylersek içinde olduğumuz toplumun baş çelişkisini, temel çelişkisini ve başlıca çelişmelerini tespit edip buna uygun devrim anlayışı oluşturmaktır. Dolayısıyla daha bu aşamadayken de bir kitle çizgisi izlenir fakat burada işlev esas olarak öğrenmektir. Henüz bilimin siyasal düzlemde tanımlanması ve örgüt olarak somutlaştırılması için somut koşullar öğrenilmektedir. Burada temel kaynak kitlelerdir ve kitleler içinde inceleme yapmak esastır. Kitlelerin incelenmesi, hangi devrim aşamasında olduğumuzu onlardan hareketle öğrenmektir.
Mao “Çin toplumundaki sınıfların bugünkü durumları hakkında gerçekten somut bir bilgi olmadan iyi bir önderlik de olamaz” derken bu noktaya dikat çekmişti. Biz bunun bir kitle çizgisi anlayışı içerdiğini görmeliyiz. Doğru veya somut bilginin kaynağı sınıfların bugünkü durumlarıdır. Bu kaynağı temel almak ve ondan öğrenmesini bilmek doğru bir kitle çizgisine sahip olmakla ilgilidir. Koşulları öğrenmek için belli bir plan içinde, çalışmaları birkaç şehir ve köy üzerinde yoğunlaştırıp Marksizmin temel bakış açısını, yani sınıf tahlili yöntemini kullanmaktan söz eden Mao ayrıca “bilgi derleme toplantıları” yapmak gerektiğine işaret eder ve bu “somut koşulları öğrenme” yöntemini şu sözlerle tamamlar: “Bu nedenle, çaba göstermeden, önüne bakmadan, kararlı olmadan, bilgiye susamışlık duymadan ve çirkin iddiacılık huyundan kurtulmadan ve istekli bir öğrenci haline gelmeden araştırma yapılamaz. Gerçek kahramanların kitleler olduğu, buna karşılık bizim genellikle acemi ve bilgisiz olduğumuz kavranmalıdır. Bu kavranmadıkça en basit bilgileri bile edinmek mümkün değildir.” (Seçme Eserler III, 13-14-15)
Kitle çizgisi daha işin başındayken de söz konusudur ve çalışmalar genişledikçe kitle çizgisi de gelişir; hiçbir zaman ortadan kalkmaz.
Bazıları henüz kitleler devrim için seferber değilken, hatta kitleler devrime ciddi derecede mesafeliyken bir grup devrimci olarak öne çıkmanın gereğine işaret eder. Kuşkusuz devrimci öne çıkar, zira doğru sözleri ilkin o söyler. Ne var ki bu asla kitlelerden koparak olmaz; bu ancak “kitlelerden kitlelere” perspektifi içinde gerçekleşirse doğru olabilir.
Doğru şiarları, doğru eylemleri, her türden doğru seçimleri kitlelerle olan, aynı anlamı korumakla beraber anlaşılsın diye belirtelim ki kitlelerle kurulacak ilişkileri temel alarak belirleyebiliriz. Örneğin 1 Mayıs tartışmalarını bu eksende ele almalıyız. Taksim’in genel olarak yasaklanmış olmasına, ama özellikle 1 Mayıs mitinglerine kapatılmasına hiç şüphesiz itiraz etmeliyiz. Bunun halkın söz ve eylem hakkına doğrudan ve tartışmasız bir saldırı olduğu açıktır. Böyle bir saldırı her devrimci için dikkate değerdir ve çözülmesi gereken bir problem niteliğindedir. Ancak bu problem bir grup devrimcinin problemi olarak kavrandığında, öyle kavranmadığı söylense bile çözüm bir grup devrimcinin eylemine indirgendiğinde kitlelerle olan bağ kopmuş demektir. Oysa komünistler bir an dahi olsa kitlelerden kopuk bir devrimciliği reddeder ve etmelidir. Kitlelerden hiçbir zaman kopmamak gerektiğini belirten Mao kitleler karşısında esasen “öğrenen” olduğumuz gerçeğini unutmamak gerektiğinin altını çizer.
1 MAYIS KİTLELERİNDİR
“Öğrenen” olmak MLM’yi onlardan öğrenmek değildir; öğreneceğimiz şey MLM’nin uygulanmasından doğacak bilgilerdir; bu bilgi somuttur ve halkın içinde öğrenilir. Marksizm bunu “sınıf tahlili” olarak formüle etmiştir. Bu durumda 1 Mayıs’ta veya başka herhangi bir eylemde nerede ve nasıl duracağımızı belirlerken “dogmatik” değil somut bilgiye dayalı düşünmeliyiz. İçinde olduğumuz koşulları incelemeli, sınıf tahlili yapmalı ve kitlelerle ilişkilerimizin neyi gerektirdiğini belirlemeliyiz. Şunun bilinmesi zorunludur: Kitleleri içine almayan, yüzü kitleye dönük olmayan, kitleleri örgütleme amacını içermeyen bir eylem ne kadar devrimci görünürse görünsün doğru bir eylem değildir.
1 Mayıs’ı kitlesel kutlama olanağının olmadığı, kitlelerle ilişki seviyemizin 1 Mayıs’ı kutlama olanağı vermediği durumda yapacağımız belirlemelerle aksi durumdaki belirlemeler farklı olur. Bugün yakın zamanda yaşanan işçi direnişlerinde önemli derecede ilişkiler kurulmuşken bu ilişkileri 1 Mayıs mitingine taşıyacak olanakları reddetmek somut durum analizinden uzak bir düşünüş olur. Taksim’i ve benzer yerleri kitlelerin eylemine açmak için gerçek kahramanın kitleler olduğu bilgisiyle hareket edilmelidir. Taksim’in yasaklandığı zamanki kitlesel karşı koyuşlarla son zamanlardaki dar grup eylemleri asla aynı içerikte olamaz. Kitlelerin bir kesimi Taksim’i zorladığında tereddütsüz yanlarında, önlerinde olmak gerekir. Bu olmadığında ise bunun koşullarını yaratmak üzere çalışılmalıdır. 1 Mayıs’ı biz değil kitleler kazanmalıdır. Bizim kitlelerle, devrimle, dolayısıyla düşmanla da kurduğumuz ilişki devrimci eylemin kitlelere ait olduğu bilgisine dayanır. İbrahim’in savaş anlayışı da bu yaklaşımı içerir. Savaşa inanmış, savaşa eğilimi olan kitlelerle savaşın olanaklarını değerlendirmiştir o…
1 Mayıs tartışmaları kitle çizgimizin halihazırdaki niteliği bakımından dikkate değerdir. Bu tartışmaları etraflıca incelemek ve bunu yaparken Mao’nun dikkat çektiği inceleme yöntemine sadık kalmak çok öğretici olur.
Şimdiden şunu belirtmeliyiz: 1 Mayıs asla Taksim sorununa hapsedilemez. Taksim bu tartışmada önemlidir; ama belirleyen unsur değildir. Belirleyen unsur içinde olduğumuz koşulların kitleler üzerindeki etkisidir. Bunun Türkiye ile sınırlı düşünülemeyeceği açık olmalıdır. Koşullar daha geniş pencereden bakmak sorumluluğunu her bakımdan zorunlu kılmaktadır. Türkiye’deki yoğun krizin emperyalist sistemdeki çatlaklarla ilgili olduğu şüphesizdir. O halde dünya koşullarını hatırlamak gerekir.
BU GERİLİM İŞGALLE BAŞLAMADI
Koşullar, egemenler için giderek içinden çıkılmaz bir noktaya doğru ilerlemektedir. Krizin, Ukrayna’nın işgali ile gündeme geldiği algısı yaratılsa da veya pandeminin bir sonucu olduğu ileri sürülse de emperyalist sistemin içinde debelenmekte olduğu kriz onun uzun zamandır yakalandığı ve aşamadığı krizdir.
Dünya genelinde enflasyonun yükselmesi, ABD merkez bankası FED’in faiz artırma kararı ile birlikte parasal sıkılaştırmaya gideceğini açıklaması, daha şimdiden birkaç ülkenin moratoryum ilan etmesi ve gene birkaç ülkede kitlelerin açlığa, yoksulluğa ve geleceğin belirsizliğine isyan etmesi, her bakımdan gerici, burjuva/feodal karakterdeki devletlerin ilişkilerindeki gerilimler ve devamı bir çok olay sistemin tıkanmış yapısından kaynaklanan sonuçlardır. Elbette bu tıkanma düşmanın öldüğünü ispatlamaz. Aksine bu koşullar düşmanı hiç olmadığı kadar saldırganlaştırır; çözümü daha yoğun sömürüde, talanda aramaktan başka çaresi olmadığından bu saldırı ölçüsüz olmak zorundadır. Önümüzdeki yılların hem kitlelerin isyanlarına hem de devletlerin aşırı ölçülere varan müdahalelerine tanıklık edeceği bugünden anlaşılmaktadır.
Bu yoğun gerilim sadece halklarla devletler arasında gelişmeyecek, esas olarak bu alanda olmakla birlikte devletlerin kendi aralarındaki gerilim de şiddetli olacağa benzer. Rusya ile “Batı” arasındaki gerilimin ciddi sonuçları olacakken şimdiden ABD Çin ile ilgili korkularını dışa vurmaktadır. Çin’in dünya ölçeğinde ciddiye alınmak zorunda olan üretim kapasitesine dönük ABD hamleleri şimdiye kadar Çin’in savuşturmaları ile sürdü. Fakat en son Şangay’da artan Covid-19 vakalarıyla beraber üretim kapasitesindeki sarsıntının sonuçları bu süreci hızlandırabilir. Koşullar her bakımdan egemen devletleri daha büyük, sonuçları ağır olacak önlemler almaya itmektedir. Rusya’nın şimdiye kadarki hamleleri belli öngörülerle hareket ettiğini gösteriyor.
Rusya’nın rublenin değerini korumak için attığı adımlar ve akaryakıt alışverişinde ruble ve altını temel alacağını açıklaması, daha ileri gidip bir gram altını beş bin rubleye bağlaması sistemin içinde debelendiği krizle doğrudan ilişkilidir. Daha önce Ukrayna işgalinin sadece NATO kuşatmasına karşı bir hamle olmadığını, ABD hegemonyasına ve onun zayıflamakta olan gücüne karşı bir hamle özelliği taşıdığını, bunun da doların rezerv para olma özelliğine karşıtlıkla somutlaştığını belirtmiştik. “3. Dünya Savaşının eşiği” yaygarasına rağmen yakın sürecin bu eksende ilerlemeyeceğini, örneğin Ukrayna işgali ile başlayan gerilimin bir büyük savaşa dönüşmeyeceğini de ifade etmiştik. Süreç gerçekten de ekonomi alanındaki bir savaş halinde devam etmektedir. Özellikle ABD ve İngiltere’nin Rusya’yı kışkırtmaları ve işgalle başlayan bir savaşa sürüklemeleri, buna Almanya ve Fransa’nın sonuç olarak ikna edilmeleri, sürecin asıl saldırganlarının güçsüzleşme sorunu yaşayan ABD ve İngiltere olduğunu gösterir. Rusya Ukrayna özelinde saldırgandır fakat bu onun bir karşı hamlesi olarak görülmelidir. Elbette Ukrayna halkı açısından bu hamle haksızdır ve hiçbir biçimde desteklenemez veya olumlanamaz. Ukrayna özelinde saldırgan olan Rusya özellikle ABD ve İngiltere karşısında ise önce savunmadadır. Bu savunmanın saldırı biçiminde gerçekleşmesi bizi yanıltmamalıdır. Rezerv para olan doların tahtını sallayan hamleleriyle Rusya’nın büyük oyuna yıllar önceden hazırlandığı açıktır…
Emperyalist sistemde yaşananlar yarı sömürgelerde depremlere neden olmaktadır. Türkiye bu ülkelerden biri olarak en ağır hasarı almıştır. Enflasyon bakımından dünya ülkeleri arasında ilk altı arasına girdiği söylenen Türkiye için yakın ve orta gelecekte bir düzelme olasılığı ön görülmemektedir. Genel sistemdeki çatlakların giderilemez oluşu bunu zaten olanaksızlaştırıyor. Bilindiği üzere yarı sömürgeler emperyalist merkezlere göbekten bağlı ekonomilerdir; para akışının durması halinde borcun borçla döndürülmesi, onların söylemiyle “sürdürülebilir” borç ekonomisi yürütülemez. Türkiye gözden çıkarılamayacak kadar büyük ve önemli bir ülke olduğundan bir yol bulunup borçlanma olanağı sunulabilir tabii ki. Buna rağmen yüksek enflasyon yoksulluğun artması, temel ihtiyaçların karşılanmaması biçiminde halka yansımaya devam edecektir. Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da alınan borç ülkenin kalkınması için, halkın yoksulluğuna çare sunan yöntemler için kullanılamayacağından halkımızı bu sistem dahilinde çok zor zamanlar beklemektedir. Ona söylenen şey her zamanki gibi itaatle sabretmesidir.
Bu koşullarda kitleler kendilerinden istenene değil çıkarları bakımından gerekenlere yönelecektir. Bunun kaçınılmaz bir sonuç olduğunu bilmeliyiz ve hazırlığımızı, yaklaşımımızı bu gerekenlere göre belirlemeliyiz.
1 MAYIS’A KİTLELERLE HAZIRLANALIM
Newroz önemli sayılabilecek bir katılımla ve coşkuyla kutlandı. 1 Mayıs için de benzer bir katılım ve coşku beklenmelidir. Buna ayrıca ekonomik koşullara duyulan tepkinin eklenmesi gerekir. 1 Mayıs’ın sınıf hareketinin sembolü olması orada sınıfın çıkarlarının daha belirgin olmasını sağlar. Bu her zaman böyle olmuştur.
Bununla birlikte bu sene bir mitingin gerçekleşmesi büyük olasılıktır. Miting kitlelerin katılımını doğrudan etkileyen bir olgudur. Bu mitingte olmamak düşünülemez bile. Bu mitinge en etkin biçimde katılmalı ve günün somut sorunlarını orada, kitlelerle birlikte haykırmalıyız. Yeni bir gelecek yaratmanın ancak halkın katılımıyla mümkün olduğunu fikirlerimizle, duruşumuzla, sloganlarımızla ortaya koymalıyız.
Genel koşulların böyle olduğu bir zamanda 1 Mayıs’ı dar grup eylemleriyle ele almak ve değerlendirmek kitlelere yabancılık içeren bir yaklaşım olacaktır. Kitlelerden kitlelere çizgisinin kitleleri tamamen dikkate almayı, bilgilenme sürecini onlardan başlayıp onlara varmayı öğrettiğini bilmeliyiz. Marks’ın Paris Komünü’ne yaklaşımı tam da buna uygundur. O bu büyük kalkışmayı yenileceğini bilerek büyük bir övgüyle karşılamıştır. Kitlelerden öğrenmek ve kitlelere öğretmek bu eylemin, bu davranışın temel karakteridir.
Öğreneceğimiz yığınla tarihsel deneyim bulunmaktadır. Bunları incelemek, tartışmak kavrayışımızı önemli oranda artırır. Gene de varacağımız yerin “kendi topraklarımız” olduğunu unutmayalım. Kitle çizgimizin tüm özellikleriyle tartışılabileceği, derinleştirilebileceği bir süreç olarak 1 Mayıs’a hazırlık ve katılımı özellikle önemseyelim. İnceleme tarzımız, öğrenme biçimimiz, öğretmekteki başarımız üzerinde duralım ve bunları geliştirelim.
Her önemli süreç kaçınılmaz olarak ayrışmaya neden olmuştur. Bu süreçte de ayrışmalar olacaktır. Dışımızdaki akımların bazıları kendi yollarında ısrar edecek ve kitlelerle olma yolundan uzaklaşacaklardır. Bunun sadece dışımızda yaşanacağını düşünmemeliyiz. Bu ayrıştırıcı süreçler birçok sorun içerir. Belli kırılmalara, soru işaretlerine, karamsarlığa vb. yol açar. Dolayısıyla sadece dışımızda bir ayrışma ile sonuçlanmaz bu süreçler; aynı zamanda içimizde de ayrışmalar olur. Fikirlerimiz, duygularımız, beklentilerimiz ayrışır ve bizi adımlar atmaya zorlar. Kitlelerle birlikte düşünmek, onların varlığına değer vermek, onlarla yürümekte ısrar etmek, zayıf ve kararsız adımlarını görüp onları güçlendirmek üzere desteklemek bazen “erken başlamış cüretkâr” hareketlerin ağır sonuçlarını göze almak vb. bizi zorlar ve doğal olarak kendimizde ayrıştırmalara neden olur. Bundan ürkmemeliyiz. Farklılaştığımız her durumdan gelişme öğeleri çıkarmalıyız; öğreteceğimiz veya öğreneceğimiz şeyler bu durumda somutlaşır, berraklaşır ve karar almayı kolaylaştırır. Burada temel kıstasımız şu olmalıdır: “Ben bir devrimciyim; ama şuna inanıyorum ki berrak bir anlayışa ve kesin bir tavra sahip olanlar, birbirlerine karşı mücadele ederken bile birbirlerini anlayabilir ve takdir edebilirler. Anlayışa varamayacağım tek siyasi güç karşı kamptır: Bayağı reformizm, evcilleştirilmiş reformizm, ikiyüzlü demokrasi.” (Mariategui; aktaran Gonzalo)
Kitle çizgisi devrimin en önemli konularından biridir. Hemen her tartışmada bu önemli konunun bir yeri vardır. 1 Mayıs tartışmalarının bu bakımdan ufuk açıcı olacağını düşünüyoruz. Bu önemli günü ve özelliği değerlendirelim.