Devrim mücadelesinin değişik safhaları mücadele ve örgüt biçimlerinde de farklı taktikleri zorunlu kılar. Proletaryanın iktidar mücadelesindeki atılım ve düşüşler, kitle hareketlerindeki kabarma ve durgunluklar, örgütsel güçlerdeki gelişim ve gerilemeler, baskı mekanizmalarındaki yoğunlaşma ve gevşemeler vb. birçok faktör, bu farklı taktikleri gerekli kılan olgulardır. Biçimi belirleyen içeriktir ve bu her örgüt ve mücadele biçimi için de geçerlidir. Bu nedenle örgüt biçimlerini tartıştığımız yerde sınıf mücadelesinin somut gerçeklerini, mücadelenin andaki içeriğini ve ihtiyaçlarını tartıştığımız unutulmamalıdır. Bu sorun ve ihtiyaçlar salt biçimsel yönleriyle ele alındığında kitle çizgisinde çeşitli hataların ortaya çıkması ve devrime zarar vermesi kaçınılmazdır.
Birçok konuda olduğu gibi kitle örgütleri -başka bir deyimle demokratik kitle örgütleri- konusunda da her dönem ilke ve anlayışlarımız yeniden tartışılmak ve somut sorunlara uygulanmak zorundadır. Buna teorimizin ve kavramlarımızın kavranması ve yerli yerine oturtulması da dahildir. Örneğin “ideoloji-politika-örgüt” üçlemesinde, birincil ve esas olanın ideoloji olduğu; politikanın ancak o ideolojinin yönlendirdiği bir politika olması gerektiği ve yine örgütün söz konusu politik hedeflerin bir aracı olduğu bilinmektedir. Hepsinin temsil ettiği birtakım toplumsal çıkarlar vardır ve bu çıkarlar sınıfta, sınıfsal çıkarlar da gerçekte anlamını bulur. Öyleyse her meselenin temelinde sınıf mücadelesi; proletaryanın sınıf çıkarları bulunmaktadır. Bu örgüt biçimlerinde de böyledir.
Proletarya, devrim mücadelesinde değişik örgüt biçimlerine sahiptir. Bu örgütlerin başında onun öncü örgütü olan komünist partisi (KP) gelir. Proletaryanın diğer örgüt biçimleri ise sendikal örgütlerdir. Bunu belirleyen de yine proletaryanın “politik iktidar mücadelesi” ve “ekonomik-demokratik mücadelesi” arasındaki farklar; yani içeriktir. KP, doğrudan siyasi iktidar mücadelesi yürüten ve buna uygun örgütlenen bir araçtır. Kitle örgütleri ise devrim ve iktidar mücadelesine doğrudan değil dolaylı yoldan hizmet eden araçlardır. Bu da demektir ki örgütlenme ve mücadele metotları farklılıklar arz eder. Parti, siyasi mücadelenin; sendika, ekonomik mücadelenin bir aracıdır. Proletaryanın mücadele ve örgüt biçimlerine yaklaşımını belirleyen temel teori ise Lenin’in ‘Ne Yapmalı?’ adlı makalesinde tartıştığı “kendinde bilinç” ve “kendisi için bilinç” tartışmasında içerilidir.
DKÖ’leri ele alırken tartışmaya proletarya ve onun sınıf mücadelesinden başlamamız işin doğası gereğidir. Çünkü odağımıza aldığımız sorun proleter devrimin bir sorunudur ve proletaryanın devrim mücadelesindeki temel doğruları diğer mücadele araç ve yöntemlerine de kaynaklık etmektedir. Bu nedenle DKÖ’leri doğru kavrayabilmek için KP’yi yani proletaryanın “öncü örgütü”nü; buna bağlı olarak da “sendikal örgütleri”ni yani kitle örgütlerini doğru kavramamız gerekir. Sendikalar işçi sınıfının esas kitle örgütleridir ve KP’yi çevreleyen örgütler ağının bir parçasıdırlar. Kitle örgütleri sadece sendikalardan oluşmazlar fakat sendikal mücadeleyle yani ekonomik-demokratik mücadeleyle ortak bir öz taşırlar. Bunun bize işaret ettiği ilk şey; kitle örgütlerinin sınıfsal ve toplumsal birtakım çelişkilerin ürünü olduğu, bir ihtiyaçtan ileri geldiği gerçeğidir.
Kitle örgütlerinin, kitlelerin belli çelişkileri ve ihtiyaçları üzerinden yükselmesi gerekliliği çoğu kez doğru kavranamaz ve bu nedenle de DKÖ adı altında “dar kadro dernekleri” ya da “legal parti büroları” olarak mahkûm ettiğimiz yanlış anlayışlara düşülür. Tersi iddiasına rağmen bu yanlış pratikler, KP’nin birçok üye ve militanını açık ettiği gibi KP’nin örgütlemek ve devrimci mücadeleye kanalize etmek istediği kitlelerden de kopmasına yol açar. Sonuçta ise -birçok yanlış pratikte deneyimlediğimiz gibi- DKÖ amacıyla kurulan kimi dernekler kapanmak zorunda kalır ya da düşman tarafından kapatılır. Buradaki temel mesele yine kitle örgütlerinin sendikal (mesleki) örgütler; ekonomik-demokratik mücadele örgütleri olması gerekliliğinin kavranmamasıdır.
Kitle örgütlerini ele alışta sağ ve sol yanlış çizgiler gelişebilmektedir. Her ikisi de kendiliğindenciliğe denk düşen bu yanlışlar kitlelerin devrim mücadelesine ve KP’nin etki alanına çekilmesini engeller. Bu yanlışlardan biri sağ-reformist çizgidir. Kitle örgütleri ekonomik bir öze sahip olsa da DKÖ’lerdeki mücadele salt ekonomik talepler için yürütülen bir mücadele değildir. Ekonomik mücadele ile siyasi mücadele arasına bir Çin Seddi çekilmesi, DKÖ’lerin ekonomik taleplerle sınırlanması sağ reformist çizginin bir göstergesidir. Bunun anlamı kitleleri siyasi olarak eğitme ve devrime yakınlaştırma görevinin reddedilmesidir. Ekonomik mücadele siyasi mücadeleye dönüştürülmelidir ancak bu tam da devrimci mücadeleye bağlamak ve komünist partinin kitleler üzerindeki önderliğini tesis etmek amacıyla yapılmalıdır. Kitle örgütlerini, “tarafsız” ya da “fraksiyonlar/kurumlar üstü” bir birlik olarak propaganda etmek de söz konusu sağ çizginin bir sonucudur. Bu yaklaşım gerçekte kitleler üzerinde reformistlerin, oportünistlerin ya da sistemin politik aktörlerinin hâkimiyet kurması anlamına gelir. Halkın birleşmesi, komünistlerle kendini “komünist”, “devrimci” adla tanımlayan oportünist gruplar arasında barışçıl bir birlik kurularak sağlanamaz. Tersine halkın komünistler önderliğinde birliğini sağlamak için bu oportünistlerin halk içindeki etkisinin yıkılması gerekir.
Diğer yanlış “sol” çizgidir. Kitle örgütlerinin mümkün olduğunca partiye yakınlaştırılması ilkesinin biçimsel kavranışına dayanan bu sol çizgi, DKÖ’leri doğrudan parti propagandası yapan araçlar olarak kullanma eğilimindedir. Oysa ikisi arasında içerik, mücadele metotları ve propaganda konuları bakımından kesin bir ayrım vardır. Lenin yoldaş bu konuda şöyle der: “Her kuruluşun örgütlenme karakteri, doğal ve kaçınılmaz olarak, bu kuruluşun faaliyetinin içeriği tarafından belirlenir.” Parti, kitle örgütlerinde çalışmalı, hücreler aracılığıyla partinin o alandaki siyasetini hâkim kılmaya ve geniş yığınları yönlendirmeye çalışmalıdır. Ancak bu yapılırken kitle örgütünün çalışma programı temel alınmalıdır. Parti ile kitle örgütü arasındaki farkı ortadan kaldıran her görüş zararlıdır; partiyi kitlelerden koparır. Özellikle “sol” çizgi, partiyi kitle örgütü derekesine indirerek özünde sağ bir pratiği de geliştirir.
Proletarya Partisi’nin kitle örgütleri konusundaki ilke ve anlayışları berraktır ve o daha 1. Konferans’ta şu şekilde özetlenmiştir:
“Kitle örgütleri esas olarak mesleki temelde kurulmuş örgütlerdir. Kitle örgütleri somut şartları farklı olan meslekler temelinde örgütlenmelidir.
* Kitle dernekleri birleştirmeyi amaçladıkları kitlelerin en geniş kesimlerini birleştirmeye yönelmiş bir siyaset izlemelidir.
* Kitle örgütleri “yasal” sınırlar içinde mücadele etmeli, mücadelesinin bir yönünü de bu “yasal” sınırların genişletilmesi uğruna mücadele oluşturmalıdır.
* Kitle örgütleri devrim ve iktidar mücadelesine dolaylı yoldan hizmet eden araçlardır. Kitle örgütleri doğrudan doğruya partinin görevlerini üstelenerek iktidar mücadelesi veremezler.
* Kitle örgütleri ne kendilerini salt ekonomik, demokratik taleplerle sınırlayarak sağ reformist bir çizgi izlemeli; ne de bu talepleri bir yana atarak sözde “sol” bir çizgiye düşmelidir.
* Kitle dernekleri partinin legal propaganda büroları olmamalıdırlar.
* Kitle dernekleri emperyalizme, sosyal emperyalizme, faşizme, feodalizme; onların devlet ve düzenine karşı çıkmalı, devrimden yana tavır takınarak, halk demokrasisi için mücadele etmelidirler.
* Kitle dernekleri kendi içinde de demokratik merkeziyetçiliği benimseyip, uygulamalıdırlar.”
Aktarmaya çalıştıklarımızdan da anlaşılacağı üzere kitle örgütleri en başta sendikal, mesleki, ekonomik-demokratik bir özde tanımlanmalı, kitlelerin ihtiyaçlarına dayanmalı ve kitlelerin öznesi olduğu bir örgüt biçimi olarak gelişmelidir. Bu vurgulananlar, kitle örgütlerinin üzerinde yükseldiği temeli oluştururlar. Ve aynı zamanda DKÖ’lerin devrimci mücadelede kitleleri kucaklayacak bir biçimde işlev kazanabilmesi için üstünden atlanamayacak gereklilikler olarak ortaya çıkarlar. Bu noktada belirsizlikler ve yetmezlikler varsa sorun başka bir biçimde tartışılmalı, somuta ve onun ihtiyaçlarına odaklanılmalıdır. Mao yoldaşın dediği gibi bunun yolu sosyal araştırmalar yapmaktan geçmektedir. Biz buna alan ve süreç analizleri de diyebiliriz. Kitle örgütlerini (kurulmasına öncülük etmeyi ya da var olanlar içerisinde çalışmayı) tartıştığımız her yerde, tartışmamız en başta sınıfsal, politik bir analize dayanmalıdır. İşe önce çelişkilerden başlamalı, bu çelişkiler birincil ve ikincil nitelikleriyle kendi içerisinde ayrıma tabi tutulmalı ve kitle örgütünü ihtiyaç haline getiren ve onun üzerinde yükseleceği çelişki (veya çelişkiler) net olarak tanımlanmalıdır. Çünkü mücadele ve örgüt biçimleri icat edilen, keyfekeder araçlar değildir. Bu biçimler, kitlelerin tarihsel mücadeleleri içerisinde ortaya çıkan ve diğer her mücadele ve örgüt biçiminde olduğu gibi komünist öncü tarafından geliştirilerek sistematize edilen araçlardır.
Kuşkusuz KP, çeşitli gereklilikler nedeniyle legal, yarı-legal kitle örgütlerinin kurulmasına öncülük edebilir. Örneğin bizimki gibi yarı sömürge, yarı feodal sosyo-ekonomik yapıya sahip faşist bir ülkede kitle hareketleri ve kitle hareketlerinin ortaya çıkardığı DKÖ’ler daha geri düzeyde olabilir. Ya da mücadelenin değişik safhalarında bu örgütler kapatılabilir, burjuvaziye hizmet eden bir biçime sokulabilir ya da oportünist hareketlerin arka bahçesine dönüşebilir. Yine devrimin değişik safhaları kitle örgütlerinde de farklı ihtiyaçları geliştirebilir. Bu bakımdan komünistler mücadele ve örgüt biçimlerinde tutucu olmamalıdırlar. Ancak adı, biçimi ya da kuruculuğuna kimin öncülük ettiğinden bağımsız olarak bu örgütler yukarıda da açıklamaya çalıştığımız doğru ilkeler etrafında yaşam bulmalıdır. Aksi halde bir temenniden öteye geçemez, kitleleri komünist partisine yakınlaştıramaz ve hatta kimi “sol” ya da sağ yanlış çizgilerin gelişimine önayak olabilirler.
Söz konusu büyük şehirler ise içerisinde çalışacağımız ya da kuruluşuna öncülük edeceğimiz kitle örgütleri en başta işçi sınıfının sendikal örgütlülükleri olmalıdır. Eğer çalışmalarımızda sınıfın sendikal mücadelesi ve örgütlülükleri bulunmuyorsa öncelikle bu masaya yatırılmalı; diğer çelişkiler ve kitle örgütlerine dair ortaya çıkan ihtiyaçlar bunun etrafında tanımlanmalıdır. İşçi sınıfı içerisindeki kitle çalışması; legal sendikalar, yarı-legal sendikal birlikler ya da dernekler vb. hangi biçimde olursa olsun büyük şehirlerdeki çalışmamızın esası olmalıdır. Buna paralel farklılaşan çelişki ve ihtiyaçlara dair çalışmalarda da her zaman sınıfsal çelişkiler esas alınmalı, o mücadeleler sınıf mücadelesine bağlı kılınacak şekilde geliştirilmelidir.
Örneğin büyük şehirlerde işçi ve emekçilerin yoğun yaşadığı semtlerde birçok sınıfsal ve toplumsal çelişkiyi bir arada bulmak mümkündür. Konut sorunu, uyuşturucu ve çeteleşme, pahalılık/geçinememe, altyapı ve çevre sorunları, gençlik, yaşlı ve çocuklar, eğitim gibi tüm kesimleri etkileyen sorunlar olduğu gibi ulusal, inançsal ya da cinsel ezilmişliğin tezahürleri de bu işçi ve emekçilerin yoğun yaşadığı semtlerde fazlasıyla vücut bulabilmektedir. Halihazırda emekçi semtlere baktığımızda da işçi sınıfının sendikal örgütleri dışında gördüğümüz kitle örgütleri veya o kategoride değerlendirebileceğimiz örgüt biçimleri ağırlıkla çevre ve yöre dernekleri, Alevi dernekleri ve cemevleri, konut sorunu ile ilgili dernekler, kadın dernekleri, gençlik dernekleri veya kolları, Kürtlere ait dernekler vb.dir. Bunlar dışında da yığınla dernek veya kulüp bulunmakla beraber, toplumsal çelişkiler boyutuyla bizi daha yakından ilgilendirenler bunlardır. Bu çelişki ve mücadeleleri reddetmeyeceğimize, devrim mücadelemizin birer parçası olarak gördüğümüze göre bunlara dair de bir bakış açımız, mücadele programımız ve araçlarımız olmalıdır. İşte vurgulamak istediğimiz şey de bu program ve araçların özü ve içeriğine dairdir. Tüm bu çelişki, mücadele alan ve araçlarına da kitle örgütlerine dair ilkelerimizi uygulamak, bunları sınıf mücadelesine ve KP’nin önderliğine bağlamak zorundayız. Bunun bir yolu her bir alan ve çelişkinin özgünlüğüne göre örgütlenebilmek diğer yolu ise bu her bir alan ve çelişkiyi sınıf çalışmasına tabi kılmaktır. Bu sayede tüm kitle örgütlerindeki çalışmalar, her biri farklı mecralardan geçerek de olsa, sınıf mücadelesinde KP’nin önderliğinde doğru yerde konumlandırılmış olacaktır.
Kitle örgütleri konusu çok geniş olmakla birlikte son olarak şunu da vurgulamalıyız ki sorunu daha iyi kavrayabilmek için yapılacak tartışma, örgüt biçimlerinden ziyade o biçimleri belirleyen çelişkilerin niteliğine ve mücadele biçimlerine yönlendirilmelidir. Her türden örgütü belirleyen şey politik ihtiyaçlar ve bu ihtiyaçlara göre yürütülen kitle çalışmalarıdır. Herhangi bir örgüt ya da örgüt biçimini belirleyip ona politik bir muhteva ya da ekonomik-demokratik içerik kazandırmaya çalışmak, politika ile örgüt arasındaki ilişkiyi tersten kurmak olur. Bu nedenle belli çelişkilerde tanımlı somut bir ihtiyacın ya da bu ihtiyaca yanıt olacak kitlelerin (kitle ilişkilerinin) yeterli bir netlik kazanmadığı koşullarda kitle örgütlerinin kuruluşuna öncülük etme konusunda daha sorgulayıcı ve temkinli olunmalıdır. Bu gibi durumlarda kitle çalışmaları ve kitle ilişkileri halihazırda var olan kitle örgütlerine yönlendirilebilir veya KP’nin öncülük ettiği işçi, gençlik, kadın, çevre gibi alanlardaki kitle çalışmalarının ve örgütlerinin bir parçası kılınabilir. Bu sayede kitle çalışmaları geliştirilmiş, kitle ilişkilerine bu çalışmalar içerisinde deneyim kazandırılmış ve kitlelere dair daha ileriki planların da temeli atılmış olabilecektir.