Kitle Hareketleri Vesilesiyle Kendiliğindenlik Üzerine: Önderlik Yeteneği ve Dayanışmacılık – I

Son yıllarda devrimci hareketin çoğunlukla “dayanışma” siyaseti izlediğine tanıklık ediyoruz. Kendiliğinden kitle hareketlerinden ulusal kurtuluş hareketlerine kadar çeşitli öznelerin eylemlerinin “devrim sürecinin çelişkileri”ne dayanılarak oluşturulmuş bir genel politik çizgi kapsamında ele alınması, kavranması artık temel bir konu değil. Neredeyse sadece bu eylem ve tabiki eylemin politikası ile eğer devrimci-demokratik özellikler gösteriyorsa dayanışma propagandası yapılıyor. Bu anlayış o kadar sinmiş, benimsenmiştir ki dayanışma eylemleri ve politikası genel politik hattın yerini almış görünüyor. Uluslararası, bölgesel dayanışma eylemlerinin dahi doğrudan enternasyonalizm propagandası olarak sunulması sanırız bunun en “yoğun” biçimlerinden biri olarak örnek verebilir. Oysa “dayanışma” önderlik misyonunun tali bir unsurudur sadece.

KP, halk ile düzen arasındaki çelişkileri devrim yoluyla sonuçlandırmak için onların her devrimci-demokratik eylemini, önderliğine giriştiği devrimin bir parçası olarak görür. Devrim sürecinin bütün parçalarını “kendi” anlayışı, amacı, tarzı ile birleştirme, bütünleştirme amacı güder, sürece önderliğin başarısını böyle mümkün görür.

“Dayanışmacılık” ise bu tavrı esas almaz hatta bu amacı esasen içermez. Dayanışma ‘sonuç olarak’, farklı öznelerin dolayısıyla farklı süreçlerin birbirlerini olumlaması, desteklemesi anlamına gelir. Elbette bu tavrın kendinde ortaklık, birliktelik, aynı amaca yönelme, duygu-düşünce ve çıkar uyuşması vardır. Bunların her biri dayanışmanın esası, temelidir. Hayatın sıradan ilişkilerinden toplumsal ilişkilere kadar bunu görürüz. KP’nin halk kitleleri ilişkisinde de tüm bunlar vardır ama tüm bunların ötesinde “önderlik” amacı esastır. Önderlik denilen şey “tüm özneler”in belirleyeni öznedir, bütünün parçası olarak ama bütünün bir adım ilerisindeki öznedir, politik bakımdan farklı bir niteliğe sahiptir. Dolayısıyla devrimin sorunu olan herhangi bir eylemle KP’nin yaklaşımı eylemi desteklemek, sadece desteklemek olmaz, aynı zamanda ona doğru bir politika temelinde devrimin çıkarları doğrultusunda önderlik etmeyi hedefler.

DESTEK POLİTİKASINDAKİ ÖNDERLİK ANLAYIŞI

KP, tüm halk kitlelerinin, ezilen ulus, inanç ve cinsiyet gruplarının egemen sınıflar karşısında dayanışma halinde olmasını savunur, bunun gerçekleşmesini sağlar. Farklı halk kesimleri hatta bireyler arasında dayanışma bilincinin gelişmesi onlar arasındaki ortak çıkarları, duyguları, amaçları, düşman bilincini geliştirmek anlamına gelir. Örneğin ezilen bir ulus/halk, yoğun ve tamamen haksız saldırı altındayken onunla “dayanışma” çağrısı yapmak doğrudur, gereklidir. Burada “dayanışma” tavrı KP’nin kendi görevinden ziyade önderliğine giriştiği halk kesimlerine çağrısı olarak düşünülmeli. Ya da bir işçi greviyle dayanışma etkinliğinin içeriği greve gidenlerin ve onun dışındaki kesimlerin dayanışmasını sağlamaktır. Burada dayanışmacılık olduğu açık fakat devrim amacı güden bir parti bu tavrı yeterli görebilir mi? Tabii ki görmez. Tüm bunlara kendi amacını katmayı esas görevi kabul ederek yaklaşır. Ne grev ne dayanışma etkinliği ne bunları yaratan kitleler var oldukları biçimlerde KP’nin “dayanışma unsurları”dır. KP bunları “dönüştürmeli”, devrimin parçası haline getirmeyi amaçlamalıdır. O nedenle bütün bunlara KP’nin katılımı kendi amacı doğrultusunda örgütlenmeyi içerir. Dayanışma bir KP açısından devrimci tüm unsurların birleşmesinin bir aracı olur yalnızca. Kendisi “dayanışmacı” olmaz, önderlik dayanışmayı koşullar ama dayanışmanın kendisi olmaz. KP’nin kitlelerle ilişkisinin dayanışma ile sınırlanması, eşitlenmesi önderlik misyonunun yeterince anlaşılmadığını, kavranmadığını gösterir.

Bunu ulusal sorun özgülünde somutlaştırabiliriz. Ulusal sorun özgülünde yapılması gereken devrimci çözümü propaganda etmek ve daha güçlü bir şekilde savunmaktır. Dayanışma bu özgülde ezilen ulusun mücadelesini demokratik muhtevası ve talepleri ile sahiplenip sorunun gerçek, tam çözümünün, Özgürce Ayrılma İlkesi’ni tutarlı, kararlı biçimde savunan KP’nin önderliğiyle mümkün olduğunu kavramak ve propaganda etmektir. Dolayısıyla ulusal sorunun çözümü devrimin gelişimi ve zaferi ile kopmaz bir bağa sahiptir. Devrimin gelişimi ezilen ulusun demokratik ulusal haklarının kazanılmasının koşullarını güçlendirirken onu tam kurtuluşunu sağlayacak devrimin zaferine de yakınlaştırır. Daha doğrusu ezilen ulus halkının sınıfsal çıkarlar ve talepler doğrultusunda mücadeleye katılımını örgütlemek, ulusal-demokratik hakların sınıf çıkarlarıyla olan ilişkisinin görülmesini sağlar. Öyleyse diyebiliriz ki demokratik-ulusal haklar için mücadele, devrimin gelişimine paralel bir seyir izler ve aynı şekilde devrimin önündeki engellerin temizlenerek güçlenmesine hizmet eder. Bu perspektif olmadığında çözüm burjuvaziye havale edilmiş olur ki bu da KP’nin, proletaryanın misyonunu yadsıma anlayışına tekabül eder.

Proletarya halkın devrimci dayanışmasını yadsıyan bir anlayışa sahip değildir. Aksine bunu devrim amacı doğrultusunda geliştirmeyi, halkın devrimi kazanmasına ve halk arasındaki her türlü düşmanlığa karşı halkın birliğini güçlendirmeye hizmet edecek biçimde ele alır. Dayanışma göstermek, dayanışmayı yaygınlaştırmak devrimci bir sorumluluktur. Ulusal hareketin devrimci, demokratik, ilerici hamleleri, şoven saldırılara karşı mücadelesi dayanışmayı gerektirir. Ama bunun dışında da sorumluluklarımız (ezilen ulus halkını ulusal sorunun çözümünde devrimci anlayışa yakınlaştırmak, onunla diğer milliyetlerden halkın ortak çıkarları için birlikte mücadeleyi geliştirmek ve bu doğrultuda örgütlenmek gibi) olduğu unutulmamalıdır. Bu bağlamda devrimci hareketlerin devrim için mücadeleyi ezilen ulus halkının mücadelesi ve talepleri ile ilişkilenme olarak kavraması “kendi” mücadelesini ezilen ulus halkının mücadelesinden ayrı görmesinin, dolayısıyla meseleye “ulusal çitlerin” ardından bakmasının bir sonucudur. Ulusal mücadelenin ayrı bir örgütlenme olarak bir hayli geliştiği doğrudur ancak devrim mücadelesi “ayrı bir mücadele” perspektifi ile yürütülemez. Ciddi derecede ayrışma söz konusu olsa da bu mücadelenin birliği devrim bilincinin zorunlu gördüğü bir birliktir. Bu da “çeşitli milliyetlerden Türkiye halkı”nın devrimci önderliğinin sorumlu olduğu bir amaçtır. KP, bir bütün sürecin; Demokratik Halk Devrimi, sosyalizm ve komünizm sürecinin önderliğine soyunmuştur. Bölgesel, alansal, dönemsel düzlemlerde pratik önderlik yeteneği veya başarısı gösteremediğinde de onda temsil bulan MLM ideolojik politik önderlik misyonunu ona unutturmayacaktır. Ulusal hareketle ulusal sorunun çözümüne dair politikalarımızın temel bir farklılık içerdiği biliniyor. KUH önderliği ulusal kurtuluşu yani tam hak eşitliğini sağlamaktan uzaktır; o, tam hak eşitliğinin güvencesi olan Özgürce Ayrılma Hakkı’nı savunmamaktadır. Böylece ezilen ulus üzerindeki her türden baskının kaldırılmasını amaçlayan devrimci süreç kısıtlanıyor, sakatlanıyor. O yüzden görevimizi sadece dayanışma ile sınırlamak politikamızı, çözümümüzü ihmal etmek olur. Dahası ulusal hareketin reformist politikası ile dayanışmış, onu desteklemiş oluruz. Esas olan politikamızın propagandasına ağırlık verecek devrimci çözümü kitlelere taşımak ve ezilen ulusun mücadelesini etkilemektir. Bunu yaparken ulusal hareketin politikasındaki devrimci-demokratik taleplerle, muhteva ve unsurlarla dayanışma içinde olmak gerekir. Kuyrukçuluk “kendi politika”nı unutmak ya da kendi politikanın olmamasıdır. Sadece “dayanışmak” kuyrukçuluğun en basit biçimidir.

BURJUVA DÜNYASINDA DEBELENMEK!

“Dayanışmacılık” devrimci anlamda bir önderlik konumlanışı, perspektifi içermez. Biraz düşünüldüğünde bunun burjuva dünyaya “kitle gözünden bakmak”, “kitle mantığı” ile hareket etmekten başka bir şey olmadığı görülebilir. Oysa “kitlelerden kitlelere” çizgisi, kitlelerden alınan tüm bilginin sentezlenerek yani bilimsel bilgi sürecinden geçirilip geliştirilmesiyle oluşturulan “dışarıdan bilinç”in kitlelere taşınması anlamında bir önderlik anlayışı içerir. Burada dayanışmak değil öğrenme ve öğretme, kılavuz olma, hedef gösterme, önderlik etme vs. söz konusudur. Dayanışmacılık anlayışı ile reformculuk, sendikacılık üretir; “daha iyi bir kapitalizm” hülyasına neden olur. Kitleler ancak bu anlayışı da içeren burjuva feodal ideolojinin her türlü tezahürünü yadsıyarak, geçmiş, ölü kültürleri sınıf bakış açısı ve birliğiyle mahkum ederek kurtuluşa ilerleyebilirler. Komünistlerin kitlelerle ilişkisi ne burjuva-feodal kültürel özellikler taşıyabilir ne de “yatay ilişki” düzlemindeki (dayanışma gibi) kendiliğindenlikle kavranabilir. Bu ilişkide belirleyici husus “bilincin taşınması”dır. O nedenle “devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz” denmiştir. “Kitlelerden kitlelere çizgisi” bir KP anlayışıdır. KP sınıf bilincinin kaynağıdır, önderliktir, en ileri müfrezedir… Bunun da kaynağında sınıf bilincinin başka bir ifadeyle bilimsel ideolojinin oluşumunda “kitlelerin/sınıfın dışında” yer alan düzlemlerin olmazsa olmaz katkısı bulunmaktadır. Marksizm’in üç kaynağı (İngiliz ekonomi politiği, Fransız sosyalizmi, Alman felsefesi) kitlelerin dışında gerçekleşmiştir. Marksizm bilim seviyesine gelme sürecinde bunlardan beslenmiştir ama bunların kabulü değil kavranması biçiminde bir beslenmeden bahsediyoruz. Lenin’in daha sonra “dışarıdan bilinç” dediği de bunun tanımıdır. Kitlelerin kendiliğinden bilinci bilimsel ideoloji değildir. Lenin bu bilinci işçi sınıfı özelinde “trade-unionculuk” yani sendikacılık olarak tanımlar. İşçi sınıfı kendiliğinden Marksizm üretmez, bir burjuva ideoloji olan ekonomizmi üretir. Marksizm, burjuva ekonomi politik ve felsefesi ile ütopik sosyalizmin ve bunun sonucu olarak da kitlelerin kendiliğinden hareket ve bilincinin aşılmasıdır. Kapitalizm koşullarında kendiliğindenlik burjuva dünyanın yeniden üretimine yol açar, Marksizm ise burjuva dünyanın yıkımını örgütler ve amaçlar.

KENDİLİĞİNDEN VE KENDİSİ İÇİN BİLİNÇ KISTASI

Burada “kendiliğinden ve kendisi için sınıf” konusunda yaşanan bu karışıklıklara da değinmeliyiz. Öncelikle proletaryanın “kendisi için sınıf olma”sı ile pratikte buna uygun bir hareket ve mücadele içinde olmaması birbirine karıştırılmamalıdır. “Kendi için sınıf olma” özelliği tarihsel misyonunun Komünist Manifesto’da ilanıyla bilimsel ideolojik bir çerçeveye kavuşturulmuştur. Marks’ın deyimiyle “sorun, şu veya bu proleterin ya da tüm proletaryanın kendisine hedef olarak önüne neyi koyduğu değildir. Sorun kendisinin ne olduğu ve var oluşunun tarihsel olarak (onu) ne yapmaya mecbur bırakacağıdır.” Proletaryanın “kendi için sınıf olma”sı tamamen bunla ilgilidir. Proletarya kendisiyle beraber bütün sınıfları tarih sahnesinden silebilecek tek sınıftır. Bu özelliği de tamamen üretim araçları ve üretim ilişkileri karşısındaki pozisyonundan ileri gelmektedir. Dolayısıyla o bu ilişkileri yani kendisini üreten koşulları değiştirmeden, ortadan kaldırmadan ne kendi yazgısını değiştirebilir ne de diğer sınıfları kurtarabilir. Marks “tüm proletarya” ifadesini kullanırken proletaryanın tümü kendi tarihsel rolü ve amacına aykırı bir yönelim içinde bile olsa bunun aslında “kendi için sınıf” tarihsel gerçekliğini ve niteliğini değiştirmeyeceğini anlamamızı sağlıyor. Proletarya bu rolü çoğunlukla kavramaktan uzaktır. Kendiliğinden bir bilinç ve hareket üretmekten öteye gidemez. Dolayısıyla ona bu bilinç dışarıdan taşınacaktır; bunu da KP yapacaktır. O zaman “kendi için sınıf” bilincinin sınıfın kendisinde kendiliğinden olduğunu söylemek yanlış olacaktır. “… Öğreti olarak sosyalizmin kökleri, elbette, tıpkı proletaryanın sınıf mücadelesi gibi, bugünkü ekonomik koşullarda yatar, tıpkı onun gibi kapitalizmin yarattığı kitlesel yoksulluk ve kitlesel sefalete karşı mücadeleden doğar fakat bu ikisi birbirinden değil, birbirinin yanı sıra ve farklı koşullar altında doğar. Modern sosyalist bilinç ancak derin bilimsel kavrayış temelinde ortaya çıkabilir… Sosyalist bilinç, proletaryanın sınıf mücadelesine dışarıdan taşınan bir şeydir, onun içinden kendiliğinden bilime çıkan bir şey değil.” (Lenin, Ne Yapmalı)

“Kendi için sınıf” olarak tanımlarken proletaryanın kendiliğinden bu bilince erişmiş halde olduğunu söylemiş olmuyoruz. O tarihsel rolüne bir sınıf olarak sahip olmakla beraber bu rolün ideolojik siyasal bilimi ve amacını kendi başına, kendiliğinden bilince çıkarmaktan yoksundur. “Bilinç, genel sınıf çıkarlarının ve proletaryanın tarihsel görevlerinin bilinmesidir. Bu sınıf bilincinin başlangıcı kitle hareketinin çeşitli safhalarında çeşitli derecelerde vardır; fakat gelişmiş biçimiyle, sosyalist ideoloji olarak, ‘teorisyenler’in yardımı olmadan, ‘devrimci basil’in yardımı olmadan işçi hareketinin içinden gelişemez…” (Lenin, age)

(Devam Edecek)