İşçi sınıfının hareketinin kendiliğindenliği onu kendisi için sınıf yapmaz. Bu ikisi ayrı şeylerdir. Proletarya tarihsel ve evrensel düzeyde kendi için sınıftır. Bu Komünist Manifesto’dan beri böyledir. Nerede, hangi düzeyde/biçimde olursa olsun o bu tarihsel misyonun bir parçası/taşıyıcısıdır. Politik, siyasal durumuna, gücüne, örgütlülüğüne göre tarihsel rolü belirlenmez. KP’nin varlığı/yokluğu da herhangi bir ülkedeki proletaryayı kendiliğinden sınıf olarak tanımlamanın nedeni/şartı değildir. KP’ler bu rolün kavranmasına öncülük ederler, ancak o rolün tarihselliğini belirleyen KP değildir. Kendi için sınıf bilinci proletaryanın kendisiyle beraber son bulacak bir süreci içerir. Yani devrimden sonra da sosyalizmde de bu bilinç taşınmayı/kazanılmayı gerektirmektedir. Devrimler proletaryanın tümünün bu bilinci tümüyle kazandığı ve bu öğrenme/kavrama sürecinin sonlandığı süreçler değildir. Aksine sınıf mücadelesi daha ileri düzeyde ideolojik/siyasi bilinç edinmeyi gerektiren bir derinliğe/genişliğe kavuşacağından kitlelerin dönüşümü kültür devrimleriyle sürdürülmelidir…
Kısaca, “şu veya bu proleterin ya da tüm proletaryanın önüne koyduğu hedef”i esas alarak “kendi için sınıf” rolü tanımlanamamaktadır. Bunun kendiliğindenliğin göstergesi olduğu doğrudur ama “kendi için sınıf” bilinci buradan hareketle tanımlanamaz. Bunun için “kendisinin ne olduğu ve tarihsel olarak onu ne yapmaya mecbur bırakacağı” esas alınmalıdır. Görev ve sorumluluklar ancak böyle bilince çıkarılabilir. Sınıfsal kimlik-bilinç sınıfın dışında kazanılır, onun dışında üretilir ama ona taşınıp maddi bir güce dönüştürülmeden de salt teori olarak kalır.
KP’NİN ROLÜNÜN SIRADANLAŞTIRILMASI
Kitlelerle ilişkisini “yatay” düzlemde ve dayanışmacılıkla tarifleyenler kaçınılmaz olarak burjuva dünyanın üretimine hizmet ederler. Onu yıkmak ise bundan farklı bir bilinç ve perspektif gerektirir. Özellikle son yıllardaki kendiliğinden kitle hareketlerinde kitlelerin örgütlenmeye, devrimci ve komünist partilere mesafeli tutumlarının/tepkilerinin dayanışmacılıkla, “yatay ilişki/örgütlenme” savunusuyla karşılandığını, bu anlamda kendiliğindenlik önünde secdeye varılarak KP’lerin önderlik rolünün yadsındığını görüyoruz. Devrimin başarısı bakımından esas öneme sahip önderlik rolünün böylesinde sıradanlaştırılması devrimi imkansızlaştırılmakla eşdeğerdedir. Kuşkusuz kendiliğinden kitle hareketlerindeki devrimci özün özellikleri, potansiyeli kavramak doğru ilişki temelinde önderlik görevini yerine getirmek için gereklidir. Ancak bu KP’nin rolünü “yatay” düzlemdeki “birlikçi”, “bir araya getirici” rolüne indirgeyen reformist anlayışla olmamalıdır.
“… İşçi hareketinin kendiliğindenliğine her türlü tapmanın, ‘bilinçli unsur’un, aynı zamanda sosyal demokrasinin rolünün her türlü küçümsenmesinin, aynı zamanda -bu rolü küçümseyenin bunu isteyip istemediğinden tamamen bağımsız olarak- işçiler üzerinde burjuva ideolojisinin etkisinin güçlendirilmesi anlamına geldiğinin kanıtlamaktadır. ‘İdeolojiye aşırı verilmesi’nden, bilinçli unsurun rolünün abartılmasından vs. söz eden, saf işçi hareketinin, işçiler ‘kaderlerini liderlerin elinden koparıp almayı’ başarır başarmaz, kendi gücüyle bağımsız bir ideoloji geliştirilebileceğine ve geliştirileceğine inanmaktadır. Ancak bu büyük bir yanılgıdır.” (Lenin, a.g.e)
Bu yanılgının özellikle “sınıf mücadelesinin, ideolojilerin, tarihin sonu” saldırısıyla daha da büyüdüğünü biliyoruz. Rusya’da, sonra da Çin’de devrimlerin yenilgisi ve SB’nin dağılması ile zirve yapan karşı-devrimin topyekün saldırısı devrime, devrim hareketine inançsızlığı, genel olarak yılgınlığı artırırken insanlar gelecek için ortak mücadeleye yüz çevirip zamanı geçmiş dar grup çıkarlarına, kimlik siyasetine yöneldiler. Neo-liberalizm toplumsal çözülmeyi derinleştirerek toplumsal kurtuluş fikrini zayıflatırken devrim, örgütlü mücadele, işçi sınıfının tarihsel rolü yadırganıp lanetlenmek istendi. Son 10 yıldır ise bu sürecin değişmeye başladığını yükselen kitle hareketlerinden, toplumsal gelişmelerden görüyoruz.
Kendiliğinden hareketler emperyalizmin kapitalizme içkin ekonomik krizinin bir ürünü olarak boy vermektedirler. Emperyalizmin neo-liberal politikası ekonomik kriziyle başarısızlığa uğrarken burjuvazinin kendini yeniden üretme/gerçekleştirme koşullarını da daraltmaktadır. Bu hem pazar savaşını kızıştırmakta hem de burjuva demokrasisinin mevcut biçimlerinin toplumsal gelişmelere karşılık vermedeki yetersizliğini büyüterek faşist eğilimleri/yönetimleri burjuvazi için zorunlu bir seçenek olarak olgunlaştırmaktadır. Bu seçenek burjuvazi için bir “kurtuluş yolu” olarak sadece faşizmin burjuvazi ve burjuva demokrasisi ile bağlaşıklığını değil ona içkin bir özellik olduğunu da gösterir. Burjuvazinin yönetme krizinin derinleşmesi bu özelliği daha da belirginleştirmektedir. Güya buna karşı sunulan farklı kliklerin-temsilcilerin yönetimleri, burjuvazi için istikrarlı bir süreç yaratmayı başaramamaları burjuva demokrasisinin hakim olduğu ülkelerde faşizmi daha yakın bir tehlikeye dönüştürecektir. Bu eğilime karşı alanlara çıkarılanların sonuç almadıklarında bizzat “karşı çıktıkları” şeye dönüşmeleri sadece bir olasılık değil eşyanın tabiatı gereği kaçınılmazdır da. Nasıl ki “müesses nizama”, neo-liberalizme karşıtlık üzerinden kitlelerin desteğini aldıktan sonra bizzat o nizamın-politikaların has savunucusu olarak kitlelerin karşısına dikiliyorsa “faşizm karşıtlığı” da onları faşist olmaktan alıkoymaz. Bunu gizleyemez, sürdüremez hale geldiklerinde maskeler düşer!
Giderek yoğunlaşan bir kendiliğinden kitle hareketi farklı ülkelerde farklı sorunlara karşı farklı biçim ve özellikleriyle toplumsal sürece damgasını vurmaktadır. Avrupa’dan Asya’ya, Balkanlar’dan Ortadoğu’ya kadar gerici iktidarlara/hükümetlere, neo-liberal politikalara, toplamda aslında emperyalizmin neden olduğu, yol açtığı sorunlara tepki içeren bu kitlere hareketlerinin kendiliğinden özellikleri; devrimci önderlikten yoksunluğu aynı zamanda en zayıf nokta olarak onların yenilgisini de barındırmaktadır. Söz konusu hareketlerin, bu özellikleri nedeniyle küçümsenmesi/olumsuzlanması nasıl yanlışsa, devrimci önderliğin inkarına varan düzeyde yüceltilip övülmesi de bir o kadar, hatta daha büyük bir yanlıştır. Kendiliğinden hareketlerin gelecek tahayyüllerinin bulunmaması niteliğini somutlaştırmamızı sağlamakla birlikte emperyalizm ve proleter devrimler çağında proletarya dışında alternatif bir gelecek sunma yetisine sahip bir sınıfın olmadığını, daha doğrusu proletarya dışındaki sınıfların bu kapasitelerinin sınırını da göstermektedir. (bitti)
*Bu yazının birinci bölümü 14 Şubat 2019 tarihli 29. sayımızda yayımlanmıştır.