[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Kitlelerden öğrenmeyi reddetmeyelim; çünkü, dedik bu sadece kitlelere dönük çalışma zorunluluğunun ya da sorumluluğunun bir yöntemi değil, bununla beraber dogmatizme ve her türden oportünizme karşı mücadelenin de yöntemidir. Proleter devrimci savaşın, daha açık ifadeyle proletaryanın iktidarı için savaşın da olmazsa olmazı olarak kitlelerden kitlelere yöntemi en zengin deneyim kaynağıdır, en zengin deneyim kaynağı olmakla o en doğru ve devrimci bilginin de kaynağıdır.
MARKS’TAN MAO’YA GELİŞEN SİYASET TEORİSİ
Komünist partisinin devrimdeki rolü üzerine yaptığımız değerlendirmelerin, savunduğumuz görüşlerin sağlam bir nesnel zemine dayandığını daha önce açıklamıştık. Kugelmann’a yazdığı mektupta kendisine ait yeni fikrin sınıfların ve sınıf mücadelesinin varlığı fikri değil; ama sınıf mücadelesinin zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne götürdüğü ve bu diktatörlüğün bütün sınıfların ortadan kalmasına ve sınıfsız topluma geçişe temel oluşturduğu fikri olduğunu açıklarken proletarya partisinin zorunlu zaferini temellendirdiğini de açıklamış oluyordu. Sınıflı toplumu, kapitalizmi diyalektik materyalizm ile analiz eden Marks geleceği belirleyen ana çizgileri, toplumsal hareketin kanunlarını saptadıktan sonra tüm benliğiyle hiç şüphesiz ve tereddütsüz daha iyi bir gelecek için proletaryanın görevlerini açıklamaya, “kendisi için sınıf” haline gelmekte olan sınıfa önderlik etmeye başlamıştır. Kitlelerden kitlelere yönteminin Marksizmde temel yöntem olduğunu daha başlangıçta Marks öğretmektedir. Bu formülasyonu yapmakla Mao Zedung Marksizmin yöntemini özetlemiştir.
Lenin Marks için şöyle yazmıştı. O “insan toplumunun gelişme yasalarını incelediğinden ve kapitalizmden komünizme doğru gelişmenin kaçınılmazlığını gördüğünden; ama öncelikle de bu kapitalist toplumun en özenli, en esaslı ve en derin incelenmesi ve o dönemdeki bilimlerin tüm sonuçlarına tümüyle vakıf olma temelinde bu kanıtı ortaya koyduğundan, öğretisini kapitalizm koşullarında elde edilmiş bulunan insan bilgisinin sağlam temellerine dayandırıyordu. İnsan toplumunun yarattığı her şey Marks tarafından eleştirel olarak işlendi; o hiçbir noktayı gözden kaçırmadı. İnsan düşüncesinin yarattığı her şey, onun tarafından işlendi, eleştiriye tabii tutuldu ve işçi hareketinde denendi ve o, bakış açıları burjuva toplumunu aşmayan ya da burjuva önyargılara bağlı olan insanların çıkaramayacağı o sonucu çıkardı.”
“İnsan düşüncesinin yarattığı her şeyin işlenmesi, eleştirilmesi ve işçi hareketinde denenmesi” kitlelerden kitlelere siyasetinin başka bir biçimde ifade edilmesidir. Dolayısıyla bugün biz Marksizmi doğuran ve geliştiren yöntemi, kitleleri onların içinde, onlarla birlikte işçi sınıfının nihai sonuna kadar, bu sınıfın çıkarları doğrultusunda ilerletmek için uygulanmış devrimci yöntemi uygulamayı savunuyoruz.
Dogmatizm ve sekterizm eleştirilerinin esas olarak Marksizm-Leninizm-Maoizm’in ilkelerine karşı ve onun “dogma”larına karşı gündeme geldiği gerçeği bu bakımdan dikkat çekicidir. Nedir “dogma” niteliğinde olan: sınıf mücadelesinin işçi sınıfının nihai sonuna, yani sınıfların ortadan kalkacağı zamana kadar uzlaşmaz bir çizgide süreceği… Pekiyi sekterlik? Sınıflar arasında köprüler kurma çabasına, burjuvazi ile proletarya arasındaki keskin uçurumu giderme eğilimine, işçi sınıfını burjuvazinin bir aparatına dönüştürme tutumuna veya onu burjuvazi için bir sınıf olduğu sürece desteklemeye karşı amansız mücadeleler…
Bilindiği üzere Proletarya Partisi “güç olmak için ittifak” arayışlarının nihayet bir “cephe” iddiasıyla “tamamlanmasına” karşı kendi içinde yaşadığı geçici bir krize rağmen net bir tavır geliştirdiğinde, bu cepheyi “devrimsiz devrim” iddiası bakımından ve çağımızda işçi sınıfının devrimlere zorunlu önderliğini reddetmesinden ötürü mahkûm etmişti. Kitlelerin eylemi olarak devrimi bir sınıfın başka bir sınıf veya sınıfları alt etmesi olarak kavramamız bir dogma ve bunun için olmazsa olmaz proletarya önderliğinde ezilen sınıf ittifaklarının yerine kendi “güçlenme” projesinin konmasına onay vermeyip eleştirmemiz bir sekter tutum olarak değerlendirilmeye devam etti.
Buradaki temel sorun yukarıda Marks’ın karakteri olarak anlattığımız proleter sınıf bakış açısının karartılmasıdır. Onun defalarca yaptığı gibi sınıfın bilincini karartan, gerileten bir tutuma onay verilmedi. Bu tavır devrimleri sonuna kadar götürme özelliğini yitirmiş ulusal burjuvazinin kısmen ilerici ve yer yer devrimci eğilimlerinden etkilenerek ama daha çok da buradaki kitlesellik karşısında acizleşerek sınıfı bir aparata dönüştürmeye karşı tavırdır. Kemalist Devrimi milli burjuvazinin devrimi olarak tanımlayanlara karşı İbrahim’in çağımızda proletaryanın önder olmadığı bir devrimin başarıya ulaşamayacağı tezini koymasındaki tutum da buna benzerdir. Şafak revizyonistlerinin tuttuğu yol Şefik Hüsnülerin tuttuğu yoldur aslında: Komünist partisinin, dolayısıyla proletaryanın görevini Kemalizme, dolayısıyla milli burjuvaziye yüklemek, böylece kendi “komünist partisi sorumluluğunu” inkâr etmek. Günümüzde de “cephe” adı altında ulusal burjuva bir hareketin denetiminde “proletaryanın devrimdeki sorumluluğu ve önderlik görevi” anlayışı rahatlıkla terk edilmektedir! Bunun salt ilgili grupların bir tercihi olmadığını söyleyelim; bu aynı zamanda kitlelere yönelik tam ve açık bir oportünist propagandadır. Proletaryanın tarihsel görevinin reddini içeren politikalar onun kendisi için sınıf olma sürecine burjuva yönden yapılmış bir saldırıdır.
Kitlelerden kitlelere perspektifinin bize öğrettiği ise bunun tam tersini propaganda etmek gerektiğidir. Proletaryanın çıkarları açısından tanımlanmış demokratik halk devriminin çağımızda esas olarak burjuvaziye karşı ve sosyalizme doğru bir devrim olduğunu kavramayan, emperyalizme ve feodal kalıntılara karşı ilerici özellikler gösteren, milli zulme karşı koyan, hatta savaşan milli burjuvazinin demokratik devrim sorumluluğunu taşımasını uman ve bu nedenle onun önderliğine taviz veren, bunu da “esneklik”, “günün şartları gereği” diye açıklayan oportünizme karşı kitleleri, sonuna kadar devrimci proletaryanın çıkarları açısından örgütlemekten vazgeçilemez…
MARKS’IN BİLİMSEL YÖNTEMİ VE SINIF TAVRI
Marks’ın da yöntemi olmakla kitlelerden kitlelere yöntemi ondaki uzlaşmazlığın, keskinliğin, işçi sınıfı ile birleşmek üzere rakiplerine karşı cesaretle saldırmanın, kopuşları ve ayrılmaları göze almanın, titiz bir çabayla eleştirmenin kaynağıdır. Çünkü Marks her tartışmasında, çeşitli birlikler içindeki her tutumunda nihayet kitlelerin, özel olarak vurgularsak işçi sınıfının zorunlu zaferinin yolunu döşedi. Rakiplerini tam da bu yola koydukları engeller dolayısıyla karşısına aldı. Onlara karşı “sekter” olmasının nedeni onların işçi sınıfının kendisi için sınıf haline gelmesine karşı tavırlar almalarıydı. Burjuvazinin çıkarları doğrultusunda davranmalarıydı. İşçi sınıfının yürüyüşünü, yolunu, nihai zaferini görmezden gelmeleriydi. Kendi ifadesiyle “Kapitalizmin can düşmanı” olan Marks burjuva anlayışlarla hareket arasına kesin çizgiler çekmek gerektiğini, bunun işçi sınıfının zaferi için zorunluluk olduğunu savundu ve uyguladı. “Sekter” tanımının onun özgülünde hiçbir gerçekliği olmamıştır. Çünkü o işçi sınıfının ve onun önderliğindeki genel mücadelenin çıkarlarını temel almıştır; daha başka ifade etmek gerekirse toplumsal gelişmenin ve sınıf mücadelesinin proletaryanın sınıf çıkarları doğrultusunda ilerlemesi onun taktiklerinin, politikalarının, tavırlarının temel unsuru oldu. Devrimci yöndeki gerçeklikle uyumlu bir tavrın subjektif, dolayısıyla sekter olamayacağı; ama gerçekliğe kendi dar çıkarları doğrultusunda yaklaşmanın “sekter” olacağı açıktır. Özel olarak şunu vurgulamak gerekebilir: proletaryanın çıkarları onun “dar sınıf çıkarları” olarak tanımlanamaz. Çünkü proletarya ezilen son sınıftır; kurtuluşu insanlığın sınıflardan, dolayısıyla ekonomik koşullardan kaynaklanan bölünmelerden kurtulmasıdır. Onda somutlaşan ideolojinin aynı zamanda bilimsel bir ideoloji olmasının nedeni de budur.
Bugün de meselemiz aynıdır. Marksizm-Leninizm-Maoizm tam olarak bu nedenle sürekli ve yoğun saldırı altındadır ve gene bu nedenle rakiplerine karşı ilkesel düzeyde uzlaşmazdır. Sekter ve dogmatizm eleştirilerinin genel olarak bu tavra dönük olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Kuşkusuz bütün eleştirilerin aynı içerikte olduğunu iddia edemeyiz. Bu kendimizi hatasız görmek olur ki bunun doğru olmadığını biliyoruz. Buna rağmen Proletarya Partisinin çizgisine dönük “eleştirilerin” bu içerikte olduğunu söylemek kesinlikle doğrudur…
Bu saldırıların yoğun olmakla birlikte etkin olduğunu kabul etmeliyiz. Bu saldırıların etkin olmasının nedeni komünist hareketin kitlelerden kitlelere siyasetindeki başarısızlığıyla açıklanabilir sadece. Marksizmin krizine dair söylenenler bir tarafa Marksizmin somut koşulların somut tahlili olarak, kitlelerden kitlelere siyasetine uygun üretilmesi sorumluluğunda ciddi derecede gerilikler yaşadığımız bir gerçektir. Bunun bilimin kendisinde bir kriz değil; ama bilimin uygulanmasında bir kriz olarak açıklanmasında esas olarak bir yanlış yoktur.
Bu kriz proletaryanın stratejisi ve taktiğinin zorunlu olarak bir bütünlük halinde gelişmesi gerektiği doğrusuna dayanır. Eğer stratejiyi bütünlüklü kavrayamıyorsak, süreçleri bütün dinamikleriyle incelemiyorsak taktiklerimizin nihai sonuçlara hizmet etmesini beklemek yanlış olur. Nasıl ki proletaryanın zorunlu önderliğini güç probleminden hareketle koşulların devrim için henüz “zayıf” olduğu gerekçesiyle komünist olmayan anlayışlara, hareketlere bırakmak ya da kendiliğinden kitle hareketlerinin olası ama geçici zaferlerine, başarılarına büyük umutlar bağlamak yanlışsa nihai amaçları ihmal eden her türden taktik de sonuçta yanlıştır. Komünist bakış açısı bu noktada tüm küçük burjuva oportünizminden ayrılır. O “bilimi uygulayamama” problemine yoğunlaşmayı ve kitlelere ait olan devrimin somut koşullarından öğrenerek problemleri çözmeyi benimser. Marks’ın proletaryanın taktiğinin ana görevine hangi yöntemle ve ne derecede yoğun ilgi gösterdiğini Lenin şu sözlerle açıklamıştı:
“Proletaryanın taktiğinin ana görevini Marks, kendi materyalist diyalektik dünya görüşünün tüm öncülleri ile tam bir uyum içinde belirledi. Yalnızca, genelde karşılıklı ilişkilerin bütününün ve özelde söz konusu toplumun tüm sınıfları arasındaki ilişkilerin nesnel olarak gözlemlenmesi ve bundan ötürü de bu toplumun nesnel gelişme aşamasının ve bu toplumla diğer toplumlar arasındaki karşılıklı ilişkilerin gözlemlenmesi, ileri sınıfın doğru bir taktiğine temel olarak hizmet edebilir. Burada tüm sınıflar ve tüm ülkeler statikleri içinde değil, dinamikleri içinde, yani durgun bir durumda değil, (yasaları her sınıf ekonomik varlık koşullarından doğan) hareket içinde gözlemlenir. Yine, hareket yalnızca geçmiş açısından değil, aynı zamanda gelecek açısından da -ve bu da yalnızca yavaş değişimleri gören ‘evrimcilerin’ sığ görüşleri açısından değil, aksine diyalektik olarak böylesi büyük gelişmelerde yirmi yıl bir günden fazla değildir, diye yazıyor Marks Engels’e; ama bununla birlikte ‘yirmi yılı kendi içinde kapsayan günler gelebilir- gözlemlenir. Proletaryanın taktiği, gelişmenin her aşamasında, her anında, bir yandan bunu politik durgunluk ya da salyangoz gibi ilerleyen sözüm ona ‘barışçıl’ gelişme aşamasında ileri sınıfının bilincinin, gücünün ve mücadele yeteneğinin gelişmesi amacıyla kullanarak ve diğer taraftan bu kullanma çalışmasını söz konusu sınıfın hareketinin nihai hedef ve onu yirmi yılı kapsayan büyük günlerde büyük görevleri pratik olarak çözebilecek duruma getirme doğrultusunda yürüterek, insanlık tarihinin bu nesnel kaçınılmaz diyalektiğini göz önünde bulundurmalıdır.”
Kapitalist ülkelerde devrimci durum aşaması, bu aşamaya varılıncaya kadarki devrime hazırlık çalışmalarıyla birlikte düşünülür. Devrime hazırlık için bu dönemde etkin bir “barışçıl” mücadele süreci yaşanır. Neden “sözüm ona barışçıl”? Çünkü Lenin de tam bir Marksist olarak proletaryanın iktidar için mücadelesini hiçbir zaman özde “barışçıl” kavramaz. Barışçıl denen mücadele sürecinin sıkı ve ölümcül bir savaşa doğru olduğundan emindir.
Kapitalist olmayıp emperyalizmin tahakkümü altında, feodal kalıntıların da temizlenmesi aşamasında olan ülkelerde de yöntem aynen geçerlidir ve yöntemin öğrettiği ilk şey bu ülkelerde devrimci durumun varlığıdır: Devrimci durum kitlelerin yirmi yılı kapsayan günleri her an yaşayabilir olmasını da içerir. Bugünler sıklıkla gündeme gelir ya da bu ülkeler bugünlerin gelme şartlarını sürekli barındırır. İsyanların, kitlelerin kendiliğinden gelme büyük hareketlerinin yarı sömürge ve yarı feodal ülkelerde neredeyse sürekli görülmesi de bundandır. Elbette her ülke için tamamen aynı biçimlerde gerçekleşen büyük hareketlerden söz edemeyiz; bununla birlikte kitleler eskisi gibi yönetilmeye hemen hemen hiçbir zaman yatkın değildirler. Son on yılın kısa bir incelemesini yapsak bu gerçekliği apaçık görürüz. En son Sri Lanka’da yaşananlar; ama ondan önce Sudan, Lübnan, Ukrayna, Yemen, Haiti, Hindistan, Şili, Peru ve Türkiye gibi ülkelerde yaşananlar kısaca hatırlanabilir. Bu olgular geçici değildir ve emperyalist kapitalist sistemin derinleşen krizini en derinden ve yoğun yaşamak zorunda olan bu ülkelerin daha büyük talan ve yoksullaşma yaşayacakları da ileri sürülebilir. Bu görece olağandışı yeni süreç, emperyalist kapitalist sistemin en nihayetinde “rezerv para”da somutlaşan kriziyle şekillenen yeni süreç önümüze “yirmi yılı içeren günleri” getirmeye devam edecek. Lenin’in Marks’ın yöntemi olarak tarif ettiği, kendi incelemelerinin de temel yöntemi olan yöntemi bizim Mao’dan öğrenerek kavramlaştırdığımız kitlelerden kitlelere siyasetiyle birlikte somutlaştırmamız halinde bugünleri doğru proleter taktiklerle karşılamamız tamamen mümkündür. Bunun için içinde olduğumuz devrim aşamasını, bu devrimin dost ve düşman sınıflarını, devrime önderlik edecek yegâne sınıfı ve zorunlu ittifak güçlerini ve hiç şüphesiz doğru mücadele biçimlerini ve araçlarını en doğru biçimde kavramak gerekir. Kavramak bunları öğrenmekle başlar, ama asla orada bitmez. Kitlelerin koşulları, koşullar hakkındaki fikirleri ve koşullara karşı eğilimleri öğrendiklerimizin biçimlenmesinde ve gerçekleşmesinde belirleyici yerde durmaktadır.
Marks kendi dönemindeki her kitlesel çalışmaya, harekete büyük ilgi göstermiş, olağanüstü değer verdiği ve hiç kuşkusuz çok da sevdiği teorik çalışmalarına ara vermek pahasına bu ilgiyi göstermekten yüksünmemiş bir eylemciydi. Sadece yaşadığı yerdeki ve çevre ülkelerdeki gelişmelere değil, başka kıtalardaki gelişmeleri de olabildiğince zamanında takip etmek için çabalamış ve hemen her bilgilenmede proletaryanın taktiklerinin ana görevine uygun doğru politikalar sunmayı ihmal etmemiştir. O kitlelerin kendiliğinden hareketinin açmazının nihayet bütünlüklü olmamasında, en ileri sınıf olan proletaryanın nihai zaferine koşullanmamasında, burjuvaziye karşı yer yer sınıf tavrı içerse de proletarya diktatörlüğü için yeterli donanıma sahip olmadığından burjuva yönlendirmelere açık olmasında olduğunu biliyordu. Siyasete büyük ilgisinin temeli buydu.
YOLU BULMAK İÇİN ÖĞREN
Bugün kitlelerin kendiliğinden hareketinin esas olarak başarısız olduğuna ya da bu hareketlere yaslanan kimi devrimci demokratik, hatta kendine komünist de diyen akımların proletaryanın taktiklerinin ana görevlerine hazırlıklı olmamalarından doğan sonuçlara bakarak umudunu yitirmek bir küçük burjuva duygusudur. Bu duygunun yol açtığı belirsizlikler her türden oportünizme etkinlik kazandırmaktadır. Oportünizmin somutlaştığı yerler ve özellikler artık hiçbirimizin yabancısı olmamalıdır. Kendi iradesini güçlü olana bırakan, proletaryanın önderlik görevini bir biçimde reddeden veya zayıflatan, proletaryanın taktiklerini ana görevlerden ayırarak, böylece onları olabildiğine genel ve belirsiz kılarak yön bulmaya çalışan ama tam da bu nedenle yönünü şaşıran oportünizmi tanımak zor olmasa gerek. Bunlar ısrarla “kendi politikalarında” birleşmeye çağırıyorlar, bu çağrılarını “dogmatizm ve sekterizm” eleştirileriyle süslüyorlar, “birlik” kavramının yüce değerini küçük amaçlarına, çoğunlukla da içi boşalmış “sınırlı eylemlerine” malzeme ediyorlar. Burada sadece dışımızdaki oportünizmden söz etmediğimizi hatırlatalım. Genel bir eğilim olarak yanlışı dışında arayan, bulan ve mahkûm eden yaklaşımı kendimizde tekrarlamak hatasına karşı uyanık olalım. Dışımızdaki oportünizmi de hedeflemekle beraber konumuzun esas olarak onlar olmadığı açık olmalıdır. Özeleştiriyi esas almadıkça onlara karşı başarılı olamayacağımız da açık olmalıdır. Esas olarak kitlelerden kitlelere siyasetine mesafemizden doğan kendimizdeki oportünizmden bahsediyoruz. Dogmatizm ve sekterizm eleştirilerinin karşılık bulduğu yerler dışımızdaki oportünizmin gördüklerini iddia ettikleri değildir. Kendimizdeki olumsuzlukları biz kendi siyasetimizi kendi yöntemimizle analiz ederek keşfedebiliriz.
Buna karşı Marks’ın, Lenin’in, Mao’nun; ama özellikle de İbo’nun çizgisini kitlelere taşımakla başarılı olunabilir. Demokratik Halk Devriminin özneleri ile birleşmek tüm birliklerin en yücesidir; tüm başka birlikler de ancak bu büyük birliğe hizmet ediyorsa değerlidir. Siyasetimiz tüm birlikleri, birlik eğilimlerini bu büyük birliğin bakış açısından değerlendirmek ve bu birliğin şartlarını barındırdığı ölçüde geliştirmektir. Kitlelerden kitlelere siyasetinin bunu içerdiğini, bunu öğrettiğini dolayısıyla bakış açımızı, hareketlerimizi, politikalarımızı, çalışmalarımızı temel olarak bu siyasetle elden geçirmeliyiz. En devrimci, en ileri tavır; en göze batan, en keskin, öne çıkan vs. tavır değildir; en devrimci tavır kitlelerin büyük devrimci birliğine hizmet eden, proletaryanın taktiklerinin ana görevlerini yerine getirmeyi içeren, kitlelerde biriken bilgiyi öğrenen tavırdır. Kitleler tarafından eğitilmek istemeyen, proletaryanın tüm tarihsel bilgisine karşı ilgisiz; ama “radikal” ve gösterişli olan tavırların devrime hizmet etme özelliğinin zayıf olduğunu bilelim…