[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
NATO Liderler Zirvesi Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta gerçekleştirildi. Toplantının ilk gününde Vilnius Zirvesi Bildirisi yayımlandı. Bildiride göze çarpanlar ulusal güvenlik önlemlerinin artırılması, Ukrayna’ya tam gaz destek ve İsveç’in NATO üyeliği oldu. Küresel askeri harcamaların daha da artacağı liderler zirvesinde uzlaşılan bir konu oldu. Bu da önümüzdeki günlerde savaş ikliminin devam edeceğinin, emperyalist sistemdeki çatırdamaların bir parçası olan bloklar arasındaki kapışmanın süreceğinin sinyali oldu. Öyle ki Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı ve eski devlet başkanı Dmitriy Medvedev, NATO bildirisini eleştirerek “Bu bir çıkmaz sokak. 3. Dünya Savaşı yaklaşıyor” dedi.
İsveç’in NATO üyeliği önündeki “son engelin” kalkması dünya gündeminde önemli bir yer kapladı. Ülkemizde de kimileri için hüsran kimileri için müjde oldu. “Terörle mücadele” söylemine tutunan kimileri için İsveç’in NATO üyeliğinin bir hüsran olduğunu söyleyebiliriz. Erdoğan’ın “terör sevicileri” söylemi bu kesimi ciddi bir şekilde etkilemiş, Kur’an yakılması da bu kesimlerde ciddi rahatsızlık oluşturmuştu. “Terör sevicileri”ne karşı “can tende kaldıkça” amansız mücadele edeceğini söyleyen Erdoğan’ın şimdi böyle bir politika değişikliğine gitmesi bazı kesimleri şaşırtmıştır. Bunun şaşırtıcı olduğunu söyleyemeyiz elbette.
TC’nin NATO kapısında uşaklık yaptığı göz önünde bulundurulursa efendilerinin kararını er ya da geç onaylayacaktı. Bu sürecin seçimden sonraya bırakılması başından itibaren manidardı. Erdoğan, sözde Batı karşıtlığı hissi de veren bu diklenişi seçimde bir kaldıraç olarak kullandı. Etki ettiği kitleleri “terörü önleme”, “Kur’an’a sahip çıkma” vaatleriyle bir süre oyalayabilmeyi başarmıştır. Seçimden galip çıktıktan sonra ise buna gerek kalmamış, daha fazla ertelenemeyeceği bilinen “onay” ilk zirvede verilmiştir. Tüm bu aslan kesilmeler, “dünya lideri” rolü rafa kalkmış, İsveç’le NATO’da kucaklaşan bir tutum takınılmıştır. Kirli pazarlıklara ne kadar ihtiyaç duyuldu bilinmez, açıklanmayan ödünler söz konusu mudur bilmiyoruz; bilinen şey şudur: TC kendisinden bekleneni yapmıştır! İsveç ise bunun için sadece beklemiş olmalıdır… TC, uşaklık vasfını tam anlamıyla yerine getirmiştir. Daha önce söylenenlerin yutulmuş olması ne derecede riyakâr ve basit bir fırsatçı politika izlendiğini gösterir…
İSVEÇ NATO’YA, TC AB’YE Mİ?
Erdoğan, İsveç’in NATO üyeliğinin onaylanması karşısında TC’nin AB üyeliğinin önünün açılması gerektiğini dile getirdi. “Terör” ve “din” kozundan sonra şimdi de AB üyeliğine destek şartı iddiası çıktı. Erdoğan’ın eskiyen kozlardan vazgeçmesi, yerine etkisi bir süre devam edebilecek bir başka koz koyması, bu kozun AB üyeliği olması nedeniyle gelişmenin nasıl sonuçlanacağı hakkında bir fikir vermektedir. AB üyeliği TC’nin bekleme odasının adı olmaktan başka bir şey olmamıştır bugüne dek; başka bir ad olması için de bir veri bulunmamaktadır. Türkiye halkı AB üyeliği konusunda uzun zamandır ve üstelik bu iktidar döneminde daha da umutsuzdur. Ayrıca halkın AB’den beklentileri de neredeyse her zaman düşük kalmıştır.
TC’nin, bağımlı olduğu devletlere karşı çıkamayacağından bahsettik. AB üyeliğini gündeme getirerek de kitlelere elinde hâlâ bir koz olduğunu göstermeye çalışmaktadır. Böylece İsveç’in NATO üyeliği karşılığında efendilerinden bir taviz alma başarısını göstermiş olacaktır. Ancak AB üyeliği onaylanırsa, NATO kapısını açacakmış Erdoğan! Liderler zirvesinde ve sonrasında kitlelere bu düşünceyi empoze etmiştir.
NATO üyeliğinin karşılığında AB üyeliğine destek talep etmiştir. İsveç’in önündeki tek engel kalkmıştır; oysa TC’nin AB üyeliği önündeki engeller yerli yerinde durmaktadır. İsveç 22 üyeden biridir sadece; üstelik belirleyici bir gücü, misyonu olmayan bir üye! TC kozunu kullanmış (AB üyeliğine destek şartı) ve istediğini elde etmiştir. Elde ettiği şey ise sadece Türkiye halkını aldatmaya yarayacak bir AB üyeliğine destek tutumu. Şimdiye kadar destekleyen sıradanların yanına bir sıradan daha eklenmiştir. Üstelik bu sıradan şu anda ABD’nin himayesine girmiş bir İsveç yönetimidir.
İsveç de aynı zirvede üzerine düşeni, yani TC’nin AB üyeliğini destekleyici açıklamalar yapmıştır. Bu da TC’nin gerçekten AB üyesi olup olamayacağını gündeme getirmiştir. Bir kesim bundan heyecan duymuştur. Çünkü AB kapıları açılacaktır, bunu bekleyen yüz binlerce insan olduğu gerçeğini unutmayalım. Bazılarında ise Türkiye demokratikleşecek mi sorusu akılları kurcalamıştır. Öncelikle AB üyeliğini belirleyecek olanın sadece İsveç olmadığından bahsetmek gerek. TC’nin AB üyeliği konu olduğunda bunu belirleyecek olan AB’ye yön veren emperyalistlerdir. İsveç gibi küçük ortakların bunu belirleyecek kadar hegemonyası yoktur. Bunun kararını Almanya, Fransa gibi ülkeler belirleyebilir. Çünkü söz sahibi onlardır. Alman ve Fransız emperyalizminin de tutumu bellidir. Üyelik mevzuu bu güçler açısından şu anlık bir anlam ifade etmemektedir. Örneğin Almanya Başbakanı iki konunun birbiriyle alakasız olduğunu söylemiştir.
DÜMEN AB’YE Mİ KIRILDI?
İsveç’in NATO üyeliğine verdiği destekle tarihsel bağlamdan erken kopan kimi kafalardaki “TC’nin hangi kampta yer aldığı” hakkındaki kafa karışıklığı da bir ihtimal giderilmiş olmalıdır. TC’nin Rusya ile ilişkilerini, Suriye politikasını ABD ve Almanya emperyalistlerinden bağımsızlaşma, Rusya emperyalizmine doğru eksen kayması olarak yorumlayanlar sonuçta atılan adımlarla biraz uyanmış olmalıdırlar. TC’nin son hamleleri icazeti nereden aldıklarını bir kez daha orta yere sermiştir. Erdoğan, NATO zirvesi başlamadan 4 gün önce Zelenski’yi Türkiye’de ağırlamış ve Rusya açısından tartışılacak bir olaya imza atmış Rusya’nın “savaş suçluları” olduğunu öne sürdüğü Azov Taburu’ndan beş komutanın Ukrayna’ya Zelenski ile gitmesine izin vermişti. Bu hamleden sonra İsveç’in NATO üyeliğini desteklediklerini açıklamıştı. ABD için her şey yolunda gidiyordu! Art arda gelen bu hamleler TC’nin Rusya ile olan ilişkilerinin sanıldığı gibi olmadığını, ABD rotasında durmaya devam ettiğini gösterdi. Daha geçtiğimiz aylarda BRICS üyeliği gündeme gelen TC’nin şimdi Rusya karşıtı hamlede bulunması elbette yüzeysel yorumlarda bulunanlar için dikkat çekici oldu.
İsveç’e verilen destek sadece NATO üyeliğinden ibaret değildir. İsveç’in NATO’ya kabul edilmesiyle ABD ve AB’li emperyalistlerin izlediği politikalar rahatlıkla hayata geçirilecektir. İttifaka dahil olan güçler ABD’nin dümeninde olduğu emperyalist blokun çıkarları için kullanılacaktır. Rusya-Ukrayna savaşı bir kazanan olmadan devam ettirilecek, “düşman” Rusya kuşatılacaktır. Hegemonyasını güçlendirmekte zorluk çeken ABD emperyalizmi bu yolla işini kolaylaştırmış olacaktır. İsveç’in NATO üyeliğine verilen destek, Rusya’yı kuşatmak içindir. TC de bu desteği vermek zorundaydı ve nihayet verecekti. Emperyalistler arasındaki dengede Rusya ile iyi ilişkiler sürdürmek görevini yüklenmiş olan TC’nin bu hamlesiyle bir sürecin sonuna gelindiği anlaşılmıştır. TC var olan bloklaşmada durduğu safın altını çizmiştir. TC, Rusya’ya uygulanan politikaları onayladığını açıklamıştır ve safını belli etmiştir.
Peki bu neden şimdi yapılmıştır sorusu akıllara gelebilir. Rusya ile ABD-AB’li emperyalistler arasında çok bilinen “denge” politikasını uygulayan TC, neden şimdi safını eskisi gibi belli etmiştir? Yukarıda sözünü ettiğimiz gibi, kendisinden bekleneni eksiksiz yerine getirmiştir. TC istediğini elde edebilmiş midir? NATO üyeliği için İsveç’ten beklentiler yerine getirilecek midir? Daha geçtiğimiz günlerde İsveç’in TC’nin istediği iki kişinin iadesini durdurması İsveç’in var olan politikalara devam edeceğinin göstergesidir. Buna rağmen TC, üyeliği onaylar durumdadır. Kirli pazarlıklara girişmiş, bir NATO üyesi olarak İsveç üyeliğini veto kozuyla masadan kırıntılar elde etmek istemiş ancak bunlara erişememiştir. Önceki yazılarımızda bu kozları daha fazla kullanamayacağından, işin sonunda elbet bir tercih yapmaya zorlanacağından bahsetmiştik. Ekonomik kriz, yabancı sermaye arayışı için yapılan ziyaretler var olan durumu özetlemektedir. Bu koşullarda esen rüzgârda tutunacak dallar tükenmektedir. Rusya da bunun farkındadır. TC’nin NATO’ya uşaklık görevini yerine getiren, onun aktif bir üyesi olduğunu bilmekteydi ve buna göre hareket etmekteydi. Tahıl Koridoru Anlaşması’nın geleceğine karar veren merci Rusya’nın bir karşı hamle yapıp yapmayacağını izleyerek göreceğiz. Rusya’nın arabulucusuz bir seyre zorlandığını, dolayısıyla mevcut hegemonik güçlerle çelişkisinin biraz daha derinleşmiş olduğunu söyleyebiliriz.
Emperyalist kapitalist sistem, neden olduğu krizlere yaptığı zirvelerle çözüm aramaktadır; ancak bu zirveler kendi çıkarlarını pekiştirmek dışında bir amaca hizmet etmemektedir. ABD- AB’li emperyalistler savaşın devam etmesi için silah desteğini artıracak, Rusya ve Çin ise Ortadoğu’da ABD’nin azalan varlığından yararlanmaya devam edecektir. TC de efendilerinin isteklerini yerine getiren bir uşak olarak varlığını sürdürecektir. NATO kapısında kendinden bekleneni yaparak Suriye’de Kürtlere saldırmak için onay bekleyen pozisyonunu koruyacaktır.
Tüm bu gelişmeler sistemin krizinin ne kadar netleştiğini gözler önüne sermektedir. Emperyalist kapitalist sistemin gericiliği dünya halklarını içine hapsetmektedir. Bu gericilikten kurtulmak için mücadele zorunlu ve kaçınılmazdır. Dünya halkları hapsedildikleri gericiliği parçalayacaktır. Bunun önünde ne emperyalistler ne de onların uşakları durabilecektir.