Ülke tarihinde sendikal mücadelenin yaklaşık 120 yıl geriye doğru varlığı olsa da bugüne yeterli bir miras bırakılamamıştır. Elbette bu durumu işçi ve emekçilerin mücadelesine sistematik şiddet ve baskı politikalarıyla açıklamak; sorumluluğu taşımaktan ve çözümler bulmaktan uzaklaşmaktır. Sendikal mücadele tarihi açısından sınıfın politikleşmesi sürecinde ekonomizm etkin konumda olagelmiştir. İşçi sınıfı mücadelesinin bir parçası olarak gördüğümüz KESK ve kamu emekçileri cephesi sınıfın daha aydın kesimini oluşturmaktadır.
12 Eylül AFC’si sonrası 1989 Zonguldak maden işçilerinin greviyle sınıf içerisinde mücadele yeniden ivme kazanmaya başlamıştır. Kamu emekçileri mücadelesi de tarihsel arka planı olan TÖS, TÖB-DER ve ‘78 devrimci yükselişinin yarattığı mücadeleyle kamu emekçileri sendikal örgütlenmenin alanını açmışlardır.
Kuruluşundan itibaren kamu emekçileri örgütlülüğü fiili ve meşru mücadele perspektifiyle kapıkulu zihniyetini yıkan bir rol oynamıştır. Kamu emekçilerinin özellikle ‘90’lı yıllarda çekim merkezi olan KESK, 2000’li yıllarla gelişen liberalizmin rüzgârı karşısında gittikçe sınıf perspektifinden uzaklaşan ve çizgide flulaşan bir süreç yaşamaktadır. Krizin aşılamaması, sol söylem güçlü tutulsa da bürokratik, hantal, kendiliğindenci tarzı giderek yapısal hale sokmaktadır. Tabii ki bu hat örgütün taşıyıcısı politik gruplardan arî düşünülemez. Bugün daha da öne çıkmış olan örgütün bileşen perspektifindeki ‘cumhuriyetçilik, kamuculuk, sekülerlik, toplumsal hareket sendikacılığı, ekonomik talepleri esas alma’ yönelimleriyle birlikte örgütün mücadele anlayışı rejimin geleneksel kodlarının çevresinde dolaşıyor. Bu hâkim anlayışla sürdürülen sendikacılığın, emekçilerin tüm kesimlerini sınıfın ihtiyaçlarına göre birleştiren bir hat oluşturması beklenemez.
KESK’e bağlı sendikaların son seçimlerinde daha da su yüzüne vuran grupçuluk ve koltuk hegemonyası üzerine oluşan bürokratik anlayışlar örgütü giderek felç olmaya sürüklemektedir. Diğer bir paralize süreç ise ülkede Kürtlerin temel hak ve özgürlükler mücadelesinin yarattığı devlet krizinin örgüt içinde de yukarıda yazılan anlayışların hâkimliğinde kırılganlığı artırmasıdır. Örgüt içinde sürekli kanasa da ‘tedavi edilmekten’ ve yüzleşilmekten kaçınılan şovenizm, örgüt içi grupsal iktidar dengeler üzerine kurulan pragmatizm, örgütü bölgeci reflekslere ve parçalı bir mücadele hattına sokmaktadır. Bürokratik dengeleri korumacı pragmatik tarz KESK’in kamu emekçileri cephesindeki mücadele itibarını giderek geriletmekte, örgütü şovenist saldırılara da savunmasız bırakmaktadır. Sınıfın ve emek mücadelesinin alanını güçlendirecek, durağanlığı aşacak hat şovenizm ile hesaplaşmış bir sınıf mücadelesini geliştirmede ısrar etmekle olacaktır.
İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirler dışında kalan işçi havzalarında giderek artan, hak alma temelinde örgütlenip mücadele eden işçi hareketlerini görmekteyiz. İşçi sınıfının mücadelesindeki bu dinamizmin özellikle Türk/İslam gericiliğinin siyasal propagandası etkisindeki alanlarda gelişiyor olması önümüzdeki mücadele gelişiminin seyrine ilişkin ışık tutmaktadır. Sınıfın hak alma mücadelesindeki dinamizmine karşın KESK’te yapısal hale gelen iç sorunlar, KHK ve OHAL uygulamalarına ilişkin korumacılığa indirgenmiş yönelim ile birlikte işçi sınıfı eylemlilikleri ile dayanışmayı ve bağları zayıflatmaktadır.
Temelde OHAL ve KHK uygulamalarıyla devletin kendi ihtiyacına binaen yeniden yapılanması, yeterince derinlikli kavranılamamıştır. KESK, OHAL ve KHK’lara karşı mücadelede hukuki destek ve iç dayanışma olarak başarılı sayılacak bir tutum aldıysa da örgütü ‘korumacı’ tavrın getirdiği hâkim anlayış, sistematik ve kararlı mücadele eylem hattının ve uygulamaları ortadan kaldırabilecek bir tutumun gelişmesinin önüne set çekmiştir. Çokça akıllarda kalan “KHK’lar gidecek, biz kalacağız” sloganı durumu açıklamaktadır. “Direne direne, birleşe birleşe kazanacağız” söylem ve eylemi oluşturulamamıştır. Yine KHK’lı üyelerimize yönelik genel kurullarda alınan ihraç kararlarındaki bürokratik tarz örgütün enerjisini içe yöneltmeyi artırmıştır. Karar sonrası yaratacağı zafiyet dikkate alınarak ihraç arkadaşlarımızla eleştiri-özeleştiri yoluyla çözüm odaklı diyalog yollarının kurulmasının hedeflenmesi gerekirdi ve bu halen bir görev olarak ortada durmaktadır.
Kamu emekçilerin yaklaşık %17’si sözleşmeli ve güvencesiz iş akitleri ile çalışmaktadır. İş güvencesiz çalışma koşullarında çalışan emekçiler, mobbing ve çeşitli baskı yöntemleri ile gerici sendikalara üye yapılmaktadır. İş güvenceli çalışan kamu emekçilerinin önüne sürekli güvencesiz çalışma koşulları dayatılarak emekçiler sindirilmek istenmekte, var olan örgütlü mücadele anlayışlarına ket vurulmaktadır. Baskıların aşılması için güvenceli çalışma talebi stratejik noktadır. KESK’in güvenceli çalışmayı esas alan topyekûn bir mücadele programı önüne koyması oldukça güncel ve yakıcıdır.
KESK mücadele tarihi açısından örgütün yarattığı teorik birikimi, ortak mücadele kültürünü geliştirmek ve sorunlarını çözmede ortak duruşu sağlamak zorundadır. KESK’in derinlikli bir örgüt geleneği yaratmak ve nitelikli kadrolar ortaya çıkarmak için sendika akademilerinin hayata geçirilmesine ihtiyacı vardır. Fakat her bir çabaya ve tabii akademiye yön vermesi gereken sınıf kimliği her şeyden daha önemlidir.
Dar grupçu ve üstten belirlemeci örgütü yönetme aklı kamu emekçilerinin öznel iradelerinin ortaya çıkmasını engellemektedir. Emekçilerin sembolik üyelik dışına çıkarılabilmesi, örgüte güvenin güçlendirilmesi, mücadelenin yükseltilmesi için üye iradesinin tüm iletişim imkânları kullanılarak karar alma süreçlerine dahil edilmesi demokratik merkeziyetçiliğin güçlenmesine katkı sunacaktır.
Sorunları aşabilmek için sınıfın ihtiyaçlarını önceleyen, emekçileri özneleştiren, kendini koşullara göre yenileyebilecek bir bilinç ve iradenin KESK’te yaratılması öncelikli görevlerimiz olmalıdır.
DDSB’li Bir Kamu Emekçisi