10 Ağustos’ta Kerkük İl Meclisi Bağdat’ta toplanmıştı. Bu toplantı sonucunda Kerkük’te yerel yönetim organları belirlenmişti. Toplantıda yer alan Kerkük İl Meclisinin beşi KYB (Kürdistan Yurtseverler Birliği) üyesi, biri Hristiyan, üçü de Arap dokuz üyesi, toplantıda gerçekleştirilen seçim sonucunda KYB’li Rebwar Taha’yı Kerkük’ün yeni valisi olarak seçmiş, Kerkük İl Meclisi Başkanlığına da Arap fraksiyonundan Muhammed Hafız seçilmişti. Bağdat’ta gerçekleştirilen bu toplantıya KDP (Kürdistan Demokrat Partisi) ve Arap fraksiyonundan üç üye katılmayarak “boykot” edeceklerini ifade etmişlerdi. Rebwar Taha’nın vali olarak seçilmesinin ardından Kerkük’teki gerici güçler yeni yönetime refleks göstererek tepki vermiştir. Kerkük meselesinde TC’nin milliyetçi argümanlara sarıldığı ve Kerkük’te yaşayan Türkmenleri kendi politik çıkarlarının maşası haline getirmeye çalıştığı bilinmektedir. Her Kerkük krizinde TC Kürdistan’daki stratejik alanları ilhak ve işgal eğilimiyle birlikte değerlendirilmelidir.
TC Kerkük’te bir kez daha -yeni döneme uygun bir biçimde keskin milliyetçi söylemlerden kaçınarak- benzer argümanlara sarılmıştır. AKP sözcüsü Ömer Çelik, Bağdat sonuçlarını değerlendirirken “Başından beri Irak’ta biz kimsenin dışlanmadığı kapsayıcı bir politikadan yanayız. Burada KYB’nin fiili bir durum oluşturarak Türkmenleri dışlaması, diğer Arap grupları dışlaması, Kürdistan Demokrat Partisi’ni dışlaması gibi bir siyaset tarzının doğru olmadığını değerlendiriyoruz.” ifadelerinde bulunmuştur. Kürtlerin en demokratik haklarına dahi tahammülsüzlüğün vücut bulmuş hali olan faşist diktatörlüğün temsilcileri “kimsenin dışlanmadığı kapsayıcı bir politika”dan, Kerkük’te yaşayan Kürtleri değil, Kürtlerin iradesini hiçe sayan, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin etme hakkını gaspta arşa çıkan, simbiyotik ilişkiler kurduğu KDP’yi kastetmektedir.
Burada söz konusu olan KYB’nin Kerkük’te Türkmenleri, KDP’yi ya da diğer Arap grupları “dışlaması” değil, Irak Kürdistanı’na yönelik işgal saldırısında TC’nin en kullanışlı aparatı olan KDP’nin saf dışı kalmasıdır. Bir başka neden ise KYB ile KDP arasındaki iktidar mücadelesinin, I. Kürdistanı’nda süren işgalin gidişatını sarsacak nitelikte olmasıdır. PKK’nin I. Kürdistanı’ndaki varlığı KDP-Barzaniler için hâkimiyet sorununa yol açarken IKBY’yi yönetmeye talip olan KYB, rakibi KDP’nin iş birlikçiliğini teşhir etmektedir. Bu nedenle TC ve KDP ağız birliği yaparak KYB’nin PKK ile iş birliği yaptığını iddia etmektedirler. KYB ile PKK’nin iş birliği yaptığına dair iddialar başka bir tartışmadır ancak böyle bir iş birliğinin olduğunu varsayalım; KYB ile PKK’yi bu iş birliğine bağlayacak olan temel çelişki KDP’nin I. Kürdistanı’ndaki işgalin zeminini yaratmış olmasıdır -ki KYB ile PKK arasında böylesi bir iş birliği mevcut koşullarda imkânsız değildir.
İrtifa Kaybeden Faşizm
KYB’nin PKK ile iş birliği yaptığına dair söylemlerin altında yatan gerçek, TC’nin işgal saldırısında umduğunu bulamaması, gerilla alanlarına saldırarak sert kayaya çarpması ve KDP’nin I. Kürdistanı’nda ve diğer parçalarda güç kaybetmesi ve gittikçe nüfuzunu yitirmesi, Kürt halkı nezdinde “ihanetçi” unvanına layık görülmesidir. Nitekim KYB’nin parlamento seçimlerinde ısrar etmesi, KDP’nin ise seçimlere yanaşmaması Kürt halkının bu işgal saldırılarına onay vermediğini ve eskisi gibi yönetemeyenler tarafından eskisi gibi yönetilmek istemediklerini görünür kılmıştır.
Kerkük’teki “Kürt vali” krizine bir tepki de ITC’den (Irak Türkmen Cephesi) gelmiştir. ITC Kerkük İl Başkanı Kahtan Vendavi, TC ve KDP ile benzer açıklamalarda bulunarak yeni yönetimin yasaya aykırı bir şekilde belirlendiğini ve Türkmenlerin dışlandığını öne sürmüştür. Sonuç olarak Vendavi, Irak Federal Mahkemesine ve İdare Mahkemesine resmî şikâyette bulunduklarını bildirmiştir. ITC’nin bir kez daha TC ve KDP ile uyumlu hareket ederek Kerkük’te Türk-Kürt karşıtlığını perçinlemek istediği açıktır. Zira KYB’li Taha’nın vali olarak seçilmesinden hemen sonra Kerkük’te ITC gibi odaklarca “Kürt vali”ye karşı küçük çaplı protestolar düzenlenmiştir.
Bu tepkiler, bölgedeki gericilerin kendi politik çıkarları doğrultusunda gösterdikleri, biçimde farklı olsa da özde aynı saiklere dayanan tepkilerdir. Irak’ın zengin maden yataklarına ve Dünya’daki petrol rezervinin yüzde 10’una, Kerkük’ün ise bu yüzde 10’luk dilimin yarısına sahip olması, bölgedeki tüm gerici güçler için Kerkük’ü önemli bir hedef haline getirmektedir. Kürtlerin ulusal bağımsızlık haklarının gasbedilmesi, “Kürt vali”nin kabul edilmemesi, Kürt ulusal kazanımlarının “de facto” olarak değerlendirilmesi gibi kimi olgular, ulusal sorunun ortaya çıkardığı sonuçlardır; ancak ulusal sorunu yaratan esas nedenlerden birisi de Kürdistan’ın zengin yer altı kaynaklarına sahip olmasıdır. Dolayısıyla emperyalistler ve onların yerli uşakları tarafından sömürülen, ilhak ve işgal edilen Kürdistan topraklarında süregelen düşük yoğunluklu savaş, emperyalistlerin ve bölgedeki gerici devletlerin yarattığı pazar sorununun bir sonucudur. Türk, Arap ve Fars egemen sınıflarının Kürt ulusuna yönelik uyguladığı milli baskı politikaları Duhok, Akre, Amediye, Kerkük gibi altın, kükürt, petrol, demir vd. kaynaklara sahip kentlerde özel bir yerde durmaktadır.
Havı Dökülmüş Politikaların Açmazları
İşgal saldırısının ilk günlerinde Kürtlerin ulusal ve demokratik hak mücadelesinin karşısında duran üç gerici gücün TC, KDP ve Irak merkezi hükümeti olduğunu ve bu güçlerin ortaklaştığını belirtmiştik. Bu güçleri Kürt ulusal mücadelesinin karşısında birleştiren nedenler olduğu kadar, karşı karşıya getiren nedenler de söz konusudur. KDP-TC iş birliği, ikincil bir muhatap olarak TC’nin I. Kürdistanı’ndaki politik sürece dahil olması Irak hükümeti açısından beka meselesi haline gelmiştir. Görünürde Irak hükümeti işgale karşı çıkmıştır ancak pratikte işgal karşıtı bir tutum geliştirmemiştir. Bu durum Irak hükümetinin IKBY’deki hâkim konumunu terk etmesi değil; aksine TC, KDP ve KYB arasındaki çelişkilerden faydalanarak kendi çıkarları uğruna geliştirdiği politik bir tutum olarak okunmalıdır.
RTE’nin Sudani ve Barzani ile yaptığı görüşmeler TC’nin egemenlik hedefini bir kez daha gündeme getirmişti. Görüşmelerde “Kalkınma Yolu”, PKK’nin Irak’taki varlığı ve Kerkük-Yumurtalık petrol hattı meselesine yoğunlaşılmıştı. Kerkük’teki çok katmanlı krizi yalnızca petrol hattı meselesi değil, aynı zamanda TC’nin milli baskı politikalarını yayılmacı bir biçimde sürdürmesi de derinleştirmektedir. Buna bağlı olarak Barzani ile yapılan görüşmeden olumlu dönüşler alınırken Sudani ile yapılan görüşmenin sonuçları muğlak kalmıştır.
Kerkük seçimlerinin öncesinde TC’nin “dönüşümlü valilik modeli” önerisini KDP ve ITC de savunmaktaydı ancak bu model gerçekleşmedi. Böylelikle TC Kerkük’te egemenlik kurmak isterken siyasi arenadaki rakiplerinden biri olan KYB’nin valilik makamını kazanmasıyla planları suya düşmüş oldu. Tüm çabalara rağmen KYB’nin meşru zemini kırılamamış, Rebwar Taha mazbatasını Irak Cumhurbaşkanı Latif Reşid’den almıştır. Böylece Irak Federal Mahkemesine ve İdare Mahkemesine yapılan şikayetlerin de anlamsız olduğunu görmüş olduk. Bu gelişme TC’nin Kerkük planlarını alt üst etmiş, yapılan anlaşmaların içinin boş olduğu anlaşılmıştır. Kerkük’teki vali krizinin, I. Kürdistanı’ndaki sıcak gelişmelere bağlı olarak bölgedeki gerici güçlerin manipülatif söylemleriyle bir süre daha gündemi meşgul edeceğini öngörmek mümkündür.