[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Egemenler büyük felaketleri sömürü düzeninin kusursuz biçimde işlemesi için fırsata çevirmektedir. Depremler başta olmak üzere fırsat olarak görülmeyen tek bir felaket yoktur. Gölcük ve Van depremi gibi en son, 10’dan fazla kenti etkileyen Maraş depremlerinde de aynı yol izlendi. Bu büyük yıkımdan sonra acıların az da olsa önüne geçmek yerine bir kez daha talan sınırsız bir biçimde sergilendi. ‘99 depreminin ardından halkın yaralarının sarılması için ek vergilerle toplanan yüz milyar liranın yollara harcandığının söylenmesinden bugüne soygun çeşitli biçimlerde devam etti. AKP’nin ilk yıllarında Genel Başkanı R. T. Erdoğan’ın “Depreme dayanıklı olmayan tüm evler yıkılacak ve yerine yenileri yapılacak, bu uygulama bana oy kaybettirse de bunu gerçekleştirmeye kararlıyız” sözlerinde vücut bulan yağma bugünkü boyuta ulaştı.
Bunun öylesine söylenmediği tüm ülkenin inşaat şantiyesine dönüştürülmesiyle kısa zamanda anlaşıldı. Kentsel dönüşüm saldırısı tamamlanmış bir süreç değildir. 2004 yılında çıkarılan Büyükşehir Belediye Yasasıyla bir yandan kırsalın talana açılarak sömürü zincirinin genişlemesi hedeflenirken bir yandan da kent yoksulları mahallelerinden uzaklaştırılarak yeni parsellerle rant alanları oluşturuldu. Romanların, göçe mecbur edilmiş Kürtlerin, yoksulların yaşadığı mahalleler şoven politikalar eşliğinde yıkılmaya başladı. Erdoğan Bayraktar Sulukule ve diğer gecekondu mahalleleri için “terörün, uyuşturucunun, devlete çarpık bakmanın yerleri ve psikolojik olumsuzlukların merkezleri” diyerek talanın başlayacağı mahalleleri işaret etmişti. Kentsel dönüşüm saldırısı kriminalleştirilmesi, dolayısıyla yıkımlarına meşrulaştırılması kolay mahallelerden, Sulukule’den, Ayazma’dan başlamıştır.
TOKİ ve Büyükşehir Belediyelerinin burjuva feodal sınıfların çıkarları yönünde kentleri yeterince dönüştürememesi bahsini ettiğimiz merkezileşmeye ve kentsel dönüşüme odaklanan “Kentsel Dönüşüm Başkanlığı” gibi bir kurumun oluşturulmasını zorunlu hale getirdi. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki’nin İstanbul’da 600 bin konutun dönüştürülmesi gerektiğini söylemesi sadece rantın büyüklüğünü değil “Kentsel Dönüşüm Başkanlığı”na ihtiyaç duyulmasının nedenini de açıklığa kavuşturmaktadır. Kentsel Dönüşüm Başkanlığı emekçi mahallelere yöneltilen saldırıların koçbaşı durumundadır.
Van depreminin hemen ardından çıkarılan 6306 Sayılı Afet Yasasından Kentsel Dönüşüm Başkanlığına ve son olarak “çökme yasası” olarak anılmaya başlayan “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun”da yapılan değişiklikle saldırının dozu ve şiddeti artırılmıştır. 6 Şubat depreminin yaratığı etkiyi, korkuyu ve yıkımı talan için fırsata çevirmek isteyen egemenler kanunda yaptıkları değişiklikle rezerv yapı alanı tanımını değiştirdiler.
Yeni yasayla saldırının hedefi büyümüştür. Emekçi mahallelerden kentin bütününe doğru genişleme öngörülmüştür.
Koca koca semtlerin, mahallelerin insansızlaştırılmasını sahipli her şeye değerinin çok altında bir parayla el konulması, 3-5 katlı binalı mahallelerin inşaat sermayesine 8-10, belki 20 katlı imarlarla rant sağlayacak biçimde peşkeş çekilmesi takip edecektir. Tozkoparan’da, Tokatköy’de, Fetihtepe’de herkesin gözleri önünde sergilenen polis şiddeti, baskı, koçbaşlarıyla gerçekleşen yıkımları, elektriğin, suyun, doğal gazın kesilmesini yeni rezerv yapı alanlarında izleyeceğiz…
Yasanın önceki uygulamalarında “riskli” ilan edilmiş alanlar ve afet bölgeleri için verilen kamulaştırma kararları yeni yasada artık boş alanlara değil mevcut yapı stoklarının olduğu alanlar için de verilebilecek. Bu alanlar “rezerv yapı alanı” ilan edilebilecek.
Değişiklik yapılan maddeleri özetlersek:
- Riskli yapılara ilişkin olarak kiracı ve ev sahiplerine yapılan tebligatların “kolaylaştırılması” maksadıyla, riskli yapı tespit işlemi ile yapı tahliyesi ve yıktırılmasına ilişkin tutanağın yapıya asılması, muhtarlıklara ilanı ve e-devlet üzerinden yapılacak bildirimler ile ilerlenmesi yeterli kabul edilecek. Bu yolla pek çok yapının riskli yapı tespit işleminin ve tahliye ile yıkımın habersiz olarak gerçekleştirilmesinin önü açılacak ve dava sürelerinin kullanılması zorlaştırılacak.
- Riskli yapı tespiti ve yıkım için tahliye işlemi ev sahibi veya kiracıların bulunmaması halinde kapalı kapı ve alanların açılması suretiyle, zorla gerçekleştirilebilecek.
- Kentsel dönüşüm için gelir sağlamak maksadıyla, riskli yapıların belirli bir metrekaresinin veya değerinin Kentsel Dönüşüm Başkanlığına devri mümkün olacak.
- Riskli alan ilan edilen mahallelerde, mahallelilerin yıldırılması ve tahliyesi maksadıyla yürütülmekte olan elektrik, su ve doğal gaz gibi hizmetlerin durdurulması yetkisi Bakanlıktan alınarak Kentsel Dönüşüm Başkanlığına verilecek.
- Uygulamada riskli yapıların yıktırılması için ev sahiplerine önce altmış günden, sonrasında otuz günden çok olmamak üzere belirlenen süreler, tek seferde doksan günden fazla olmamak üzere değiştirilerek zorlaştırılan tebliğ usulü ile hak kayıpları yaşanacak.
- Kentsel dönüşüm alanında daha önce 3’te 2 çoğunluğun kararıyla uygulamaya geçiliyordu. Şimdi salt çoğunluk, yani yüzde 50+1 yeterli görülecek.
- Satış bedellerinin eksik hesaplanması halinde karara katılmayan ev sahiplerinin başvuruları sonucunda satış işleminin iptali ortadan kaldırılacak. Aradaki farkın satın alan hisse sahibi tarafından ödenerek ilerlenecek.
- Rezerv yapı alanı olarak ilan edilecek alanların, yeni yerleşim alanı olarak belirlenmesi şartı kaldırılarak mevcut yerleşim alanlarında hukuksuz olarak rezerv alan ilan edilme yetkisi doğacak.
- Plan ilan, askı ve itiraz süreleri kısaltılacak.
Ekonomik kriz koşulları hâkim sınıfları daha agresif ve saldırgan davranmaya, hedef büyüterek geniş yığınları karşısına almaya yöneltmektedir. 2022’nin 4. çeyreğinde, Türkiye 58 ülke içinde yüzde 51 ile reel konut fiyatları (nominal yüzde 167,9) artışında birinci sıraya yerleşti. TÜİK’in verilerine göre ise ev sahipliği oranı düzenli olarak düşüş gösterirken kiracı oranı artmaktadır. Artan kiralar nedeniyle kiracılar insanca koşullarda yaşayabilecekleri konutlara erişememekte; ucuz olması nedeniyle sağlıksız, emniyetsiz, dayanıksız konutlarda yaşamaya mecbur kalmaktadır. Uygun kiralı evlerde otururken kentsel dönüşüm projeleriyle yerlerinden edilen ve uygun kiralık konut bulamayanlar da aynı sorunu yaşamaktadır. Merkezlerden çeperlere, büyük kentlerden küçük kentlere göç artmaktadır. Barınma sorunu pahalı özel yurtlarla tarikat yurtları arasına sıkışan, sayısı az devlet yurtlarında sağlıksız, emniyetsiz ve riskli koşullarda barınan, öğrenimlerini yarıda bırakanları da vurmaktadır. Deprem bölgesinde yaşayan halkın katmerlenen sorunlarıyla birlikte barınma hakkı ihlalleri yakıcı bir sorun haline gelmiştir.
Kentsel dönüşüm başlarda aldatmayla, göz boyamayla halka kabul ettirilmeye çalışılırken yarattığı mağduriyetler mücadeleden başka seçeneğin olmadığını çok geçmeden göstermeye başladı. Kentsel dönüşüm ve yıkım saldırılarına karşı emekçi mahallelerin birliği, dayanışması ve mücadelesi bir set olarak yükselmeye devam etti.
Kısaca, son 21 yılda, gerçekleştirdiği onca yıkım ve zorla tahliye projesine karşın AKP, umduğu geniş çaplı kentsel dönüşümü öngördüğü kısa sürede gerçekleştirememiştir. Tam da bu nedenle dönüşüm yasalarını sürekli geliştirerek hak arama yollarını daraltmaya ve kapatmaya gitmiştir. Hâl böyle olunca, geçen 21 yılda, ortada bir başarı hikâyesinden çok bir çaresizlik öyküsü vardır. AKP ya yasaların ardından dolanarak ya da şiddet dozu giderek artan hukuki, ancak gayrimeşru yasalara başvurarak çaresizliğini gidermeye çalışmaktadır.
Halihazırda yasaları dönüştürerek zorbalığı tırmandırmaya çalışan hâkim sınıflar başka bir seçeneğe sahip olmayan halkın mücadelesini karşısında bulacaktır. Bu mücadeleden kazanımla çıkmanın koşulu halkın çıkarlarına sıkıca tutunmuş örgütlü bir karşı koyuşun burjuva feodal düzene yöneltilmesiyle sağlanacaktır. Saldırının hedefindeki halk kitleleri çıkarları etrafında kenetlendiğinde hâkim sınıfların tadilattan geçirip korkunç göstermeye çalıştıkları yasalarından ve zulmünden daha güçlü olduğunu görecektir.