Hasret Tanrıverdi (Çiğdem) ve Gül Kaya (Nergis) yoldaşları ölümsüzler katına uğurladık. Yineleyelim, ölümsüzler katına. Ne genel olarak yaşayanlar ve ne de genel olarak ölenler bu kata, konuma ulaşamazlar. Yalnızca kendini halkın kurtuluşuna adayanlar bu kata aittir. Şu sözler mitolojik bir destana aittir: “Herkes ölümlüdür/ kardeşler, akrabalar, komşular…/ Ölmeyen tek şey/ Büyük işlerin görkemidir.” Halkın ezici çoğunluğunun olan bitenlere karşı kayıtsız kaldığı ve hatta egemen sınıf partilerine alkış tuttuğu bir gerçektir. Günübirlik yaşayan, kendinden başka bir şey düşünmeyen ya da kendi dışında hiç kimseyi, hiç bir şeyi önemli bulmayan bir halk gerçeği, özellikle bir gençlik gerçekliği mevcuttur. 23 Nisan 2018 günü Dersim/Aliboğazı’nda şehit düşen bu iki genç kadın, yani Gül ve Hasret yoldaşlar da hayatlarının bir yerine kadar bu halk ve gençlik gerçekliği gibiydiler. Halkın mahkum edildiği bu yaşamın zorunlu olmadığını anlamaya, bir avuç sömürücü, asalağın sefahat içinde yaşaması için sefalet çektiklerini kavradıklarında yaşadıkları koşullara, bu koşulların nedeni olan sisteme isyan ettiler.
Onlar çözümsüz, çaresiz gençler gibi isyanlarını kafelerin-barların izbe köşelerinde, alkol ya da uyuşturucuda, bohem ortamlarda yaşamadılar. Bu düzen böyle sürdükçe ve bu dünya böyle döndükçe kendilerinin ve toplamda gençliğin geleceği olmayacak ve halkın acıları devam edecekti. Bu yalın gerçek onlara “bir şey yapılmalı” dedirtti. Gençliğin akademik-demokratik mücadelesine dahil oldular. Üniversite koridorları, amfiler, gençliğin demokratik eylemlilikleri, miting ve gösteriler, tartışma platformları ve panellere vs. katıldılar ve örgütlediler; hevesle ve devrimci coşkuyla düşündüler, pratikle buluştular. Gelişimlerinin bir yerinde hayat onları daha ileriye doğru sıçramakla karşı karşıya bıraktığında çekinmediler, geriye çekilmediler devrimci diyalektik temelinde sıçramayı ileri doğru yaptılar, Komsomol’da örgütlendiler.
Diyebiliriz ki Gül ve Hasret yoldaşları karakterize eden, onlardaki özü belirleyen gelişimlerinde tuttukları devrimci diyalektik yoldur. Maddenin çelişkili yapısının sonucu olarak tek tek bireyler ya da toplumun kendisi bir sıçramayı gerektirecek koşulları biriktirir ve uygun bir anda bu potansiyel açığa çıkmaya, eylemsel bir biçim almaya başlar. Başkan Mao’nun “ Bugün … Gökyüzünün altında/ büyük bir altüst oluş yaşanıyor…/ Durum mükemmeldir…” sözlerindeki gibi bir durum ortaya çıkar. Komünist-devrimci önderlik bu devrimci duruma, devrimci bir politika ve pratikle yanıt verdiğinde harekete sıçrama kazandırır, toplumsal mücadele olduğundan çok ileriye gider ve yeni bir nitelik kazanır. Bu, toplumun diyalektik gelişimine devrimci bir müdahale olup, bizzat devrimci diyalektiğin gerçekleşmesidir. Toplumsal gelişme bu devrimci diyalektiği yaşamaz, gelişme kendiliğinden bir seyir içinde sürerse bir süre sonra yavaşlayacak ve sönecek kabuğuna çekilecektir. Gezi İsyanı toplumsal gelişmenin biçimine dönük iyi bir yakın dönem örnektir. Komünist, devrimci bir önderliğin ellerinde şekillenemediği için, diyalektik gelişmeye devrimci bir sıçrama yaşatılamamış, devrimci diyalektik gerçekleşmemiştir. Tek tek kişiler de tıpkı toplum gibi bir sıçramanın, yeni bir duruma geçmenin önüne, eşiğine gelir. Eğer gelişmenin devrimci olan diyalektik biçimi kavranmışsa ve gelişmeyi devrimci diyalektik biçimde sürdürme inanç ve kararlılığı varsa kişi kendinde bu sıçramayı, kendinde bu devrimci değişimi gerçekleştirmek üzere hareket eder.
Gül ve Hasret yoldaşları diğer gençlik kitlesinden farklı ve özel kılan, gelişimleri bir sıçramanın eşiğine geldiğinde bilinçleriyle, bütün duygu ve vicdanlarıyla yani bütün benlikleriyle adım atmaları ve o sıçramayı gerçekleşir kılmalarıdır. Kurulu düzenle savaşı “adam-akıllı” yapmak kişiyi düzene bağlayan bağlara kılıç çalmak, kesip atmakla olur. Ve Hasret beş kızıl karanfilin, beş komünist kadın savaşçının ölümsüzler katına çıkmasıyla; Gül Komsomol’a taşıdığı sıçramalı gelişimi daha ilerilere ulaştırma arzusu ve tutkusuyla yüzlerini kırlara çevirmiş, terk ettikleri Ankara’ya yıkmak üzere geri dönmek amacıyla silah kuşanmışlardır.
Onlar halkın kurtuluşu mücadelesine girdikleri andan başlayarak iki tarihi eylem gerçekleştiriyorlardı. Birincisi bu faşist devleti yıkmak, ezilen halkın acısına son vermekti, İkincisi o güne kadar aynı amaçla yola çıkan ve toprağa düşenleri yaşatmaktır. Onların “Halk Savaşına Katıl”, “Devrimi Büyüt” çağrısına verdikleri karşılık, yalnızca ideallerini, bayraklarını ve silahlarını devralmak değil, isimlerini de alarak Nergis ve Çiğdem şahsında tüm şehitleri yaşatmak içindi.
HALK SAVAŞÇILARI TESLİM ALINAMAZ!
Mahkeme kayıtlarına göre TC güçleri vadide bulunan Halk Ordusu’na bağlı 3 kişilik grubu yerini tespit etmiş, helikopterler eşliğinde yüzlerce askerden oluşan bir güçle saldırıya geçmiştir. Çatışmada Nergis (Gül Kaya) yoldaş yaralanmış ve Çiğdem (Hasret Tanrıverdi), Nergis’i korunaklı bir alana taşımış, çatışmaya devam etmiştir. İlkyardım malzemeleriyle yapılan müdahale yetersiz olur, Nergis yoldaş şehit düşer. Çiğdem sonuna kadar savaşır, şarjörlerinde bulunan tüm mermiler tükenir, yalnızca tek bir mermi kalır.
İstanbul Şehremini Kaşgarlı Mahmut Sokak’ta içinde Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu’nun savaşçılarının bulunduğu bir ev çelik yelekli “itler-mitler” ve polisler tarafından kuşatılır. Yaşanan çatışmada Kutsiye Bozoklar yaralanır, Ahmet Muharrem Çiçek ise silahında son mermi bitinceye dek çatışır, yaptığı son şey sloganlarla birlikte silahını kırmak olur. Halk Ordusu İstanbul Bölge Komutanlığı adına yapılan açıklamada şunlar söylenir; “O, canını halkın kurtuluş davasına fedakarca bağışladı. O, devrim yolunda çarpışarak şehit olanların çizdiği kanlı yolda canını verdi.
… Biz Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu’nun fedaileri kanımızın son damlasına kadar çarpışacağız ve hiçbir zaman teslim olmayacağız. Bizim savaşımız halkın kurtuluş savaşıdır.” Bundan 45 yıl öncedir ve parti henüz 1 yaşındadır. Gazete manşetlerine “savaş gibi” diye geçen çatışmayı alalım: Ahmet Arslan ve İhsan Paçacı yoldaşların Amed/Hazro’da bulundukları yer kuşatılır, yıl 1982’dir. Çatışma uzun sürer, Halk Savaşçıları teslim olmaz, ölümsüzlüğe yol alırlar.
1992 ve yer İstanbul Küçükyalı’dır. Ramazan Ceviz, Hasan Demir ve Nurgüzel Yaşar bir sitede kuşatılırlar, çatışma sitenin çatısına dek devam eder. Üç yoldaş son mevzi olan çatıda ölümsüzler kervanına katılırlar.
Özgür Kemal Karabulut Karadeniz’deki Halk Ordusu gerillalarının kuryesi, lojistikçisi, yerel alan faaliyetçisi ve eylemcisidir. Görev için indiği Amasya Taşova’da kuşatılır, sonuna kadar savaşır ve şehit düşer.
Kasım 2016’da Dersim Aliboğazı’nda şehit düşen 12’ler Munzur (Serkan Lamba), Aşkın (Hasan Karakoç) ve Bakış (Samet Tosun) yoldaşları hatırlayalım. Bahar geldiğinde Halk Ordusu Komutanlığı yoldaşların tuttuğu mevziyi denetlediğinde kucaklar dolusu, yüzlerce boş kovan bulurlar. Bölgeyi daha dikkatli araştırdıklarında kayalıklar arasına gizlenmiş üç sırt çantasını görürler. Düşman vadiye girmemelidir, her teşebbüsü karşısında kızıl namlularla karşılanmalıdır. Munzur, Bakış, Aşkın yoldaşların yaptığı budur. Ölüm dışında tüm seçenekleri dıştalayarak konumlanmışlar; sırt çantalarının gizlenmesi yalnızca ele geçmemesi için değildir, sonuna kadar savaşma kararlılığıdır.
ÖLÜMÜ YENENLER, ÖLÜME YENİLENLER!
Teslimiyet ve ihanet gibi ölümün üzerine yürümekte kişilerin davranışı gibi görünse de bir davanın ne düzeyde sahiplenildiğini ve o davanın ne düzeyde güncel olduğunu anlatır. Nergis ve Çiğdem yoldaşlar komünizm şehitleri katarının 500’ü aşkın savaşçısı gibi kendilerinden önce yaratılmış geleneğin sürdürücüsü ve tutarlı sahiplenicisi olarak önderliği altında savaştıkları Proletarya Partisi’nin ve bu partide yaşam bulan ideolojinin doğru ve güncel olduğunu göstermişlerdir. Onların ölümü alt etme eylemi “Devrim için her zaman ölecekler bulunur” (İbrahim Kaypakkaya) demektir ve devrimin asla yenilemeyeceğini işaretler.
Nergis yoldaşın şehit düşmesi sonrası çatışmayı sürdüren Çiğdem yoldaş yine mahkeme tutanaklarına göre silahındaki son mermiyi kendine saklamış, düşmanın eline sağ geçmektense feda eylemiyle ölümü seçmiştir. Çiğdem yoldaşın bu eylem biçimi partimiz tarihinde bir ilktir. Dünya devrim tarihi içerisinde “düşmana sağ yakalanmak yerine, kendi eliyle ölümü seçme” tavrı rastlanılır bir durumdur. Proletarya Partisi çok önceleri bu tavrı tartışmış ve resmi bir görüş oluşturmamakla birlikte çok soylu bir tavır, yüksek bir feda ruhu olarak görmesine rağmen onaylamamıştır. Şüphesiz her şey kendi koşulları içerisinde değerlendirilir ve ancak böyle gerçek anlamına kavuşur. Çiğdem yoldaşın eylemi her halükarda düşmanın ölüm silahını ellerinden alıp yüzlerine çarpmak ve ölümü bir silah olarak düşmana doğrultmaktır.
Ölümle koyun koyuna yaşamak değil ve büyük adanmışlıksa ölümü yenmek; Çiğdem yoldaş kendini büyük davaya adayanların devamcısı, takipçisi olmuştur. Bundandır ki birlikte ölümü karşıladıkları, ölümün üzerine yürüdükleri Nergis yoldaşla birlikte, ezilen yoksul halkın, Proletarya Partisi’nin bilincinde ve yüreğinde yaşayacaklardır.
Aynı çatışmada üçüncü bir kişi daha vardı. Kahraman bir halk savaşçısıydı, şimdi ise bir itirafçı. Kayıtlara göre aynı çatışmada yaralanmıştır. Sorguda düşman tarafından ihanete zorlanmış ve itirafçı olmuştur. Bir insanı insanlığından koparmak onu paramparça etmektir. Faşizm itirafçılaştırma dayatmasıyla nasıl alçak, nasıl halk düşmanı olduğunu gösteriyor. Faşizm itirafçıdan istediğini aldıktan sonra onu bir tarafa fırlatacaktır. İtirafçı ise ihanetiyle, halka verdiği zararla şimdiden halkın öfkesini ve beddualarını kazanmıştır.
İtirafçı özgülünde bu batağa iyice batmak ya da ondan çıkarak, halka verdiği zarara, halkı karşı işlediği suça son vermek gibi bir çelişki mevcuttur. Nasıl çözüleceği kişiye bağlıdır.
Proletarya Partisi, halkın kurtuluş yolu olan Halk Savaşı, Çiğdem ve Nergisler gibi adanmış komünist-devrimcilerle büyüyecek, zafer yürüyüşüne girecektir. Bu süre içinde yalnız itirafçılar değil, parti kaçkını hizipler de çıkacaktır, yolumuzun üstünde birer büküntü olduklarını akıldan çıkarmadan, savaş içinde, büküntüleri söküp atarak yol almaya devam edilecektir.
Son söz yerine Başkan Mao’nun aşağıdaki cümlelerini alalım: Dağda odun kömürü hazırlarken yaptıklarının altında kalıp ezilen bir Halk Savaşçısı’nı uğurlarken Mao şöyle diyordu, “Zor zamanlarda başarılarımızı gözden uzak tutmamalı, aydınlık geleceği görmeli ve cesaretimizi toplamalıyız. Çin halkı acı çekiyor, bizim görevimiz onu kurtarmaktır ve bu mücadelede varımızı, yoğumuzu ortaya koymamız gerekir. Mücadele olan her yerde fedakarlık vardır ve ölüm olağandır. Ama biz, halkın çıkarlarını ve büyük çoğunluğunun acılarını yüreğimiz de duyarız, bu yüzden de biz halk için öldüğümüz zaman bu, değerli bir ölüm olur.”