En temel sorunlarımızdan biri de kitleselleşme sorunudur. Yüzeysel bir göz atıldığında bile bu sorunun önemi kendisini belli ediyor. Emperyalist-kapitalist sistemin yarattığı onca sorunu, sömürü ve talanı; sefalet içindeki yaşam koşullarına ve çevre-yaşam alanlarının tahribatına karşı koşulların oldukça uygun olmasına rağmen kitleselleşememe, tartışılması gereken bir sorun olarak karşımızda duruyor. Enternasyonal deneyimler ışığında somut pratiğin analiziyle faaliyetin önünü açacak sonuçlar çıkarılmasını sürecin kendisi de dayatıyor. Kitle çalışmalarımıza dair mevcut düşünüş kalıplarının ve çalışma tarzının ötesine geçilmesi, kendi prangalarımızdan kurtulmak açısından da oldukça önemlidir. Kitleselleşme sorununun objektif koşullarından ziyade subjektif koşullarda kimi önemli noktalara değinmeyi gerekli görüyoruz.
Önder yoldaş proleter devrimci çalışma tarzının üç ana ilkesi olduğunu belirtir: “Teori ile pratiği kaynaştırmak, kitlelerle sıkı bağ kurmak, özeleştiri yapmak.” Dikkat çekmek istediğimiz nokta kitlelerle sıkı bağ kurma vurgusudur. Zira kitleselleşme ve kitle çalışmasının devrim ve devrimci mücadele için taşıdığı anlam önemlidir. Kitlelerle sıkı bağ kurmak bir bütün devrim sürecinin ve devrimden sonraki sürecin de en önemli sorunudur.
“Devrim kitlelerin eseri olacaktır” dediğimizde kitlelere ulaşmak ve bunun için kitle çalışmasının öneminden de bahsediyoruz demektir. Bu durumda merceği kitle çalışmasına odaklamalıyız. İhtiyacımız olan soyut çıkarımlardan, genel kabullerden ve klişe belirlemelerden ziyade somut durumun analizidir. Tartışılması gereken tam da kendi gerçekliğimizdir.
Hedef kitlemiz olarak belirlediğimiz temel nokta devrimden çıkarı olan ve devrime en yakın olan ezilen sınıf ve kesimlerdir. İşçi sınıfı, köylüler, Kürtler, Aleviler, kadınlar, LGBTİ’ler, göçmenler şeklinde sıraladığımız bu kesimlere dair daha ayrıntılı araştırma ve incelemeyi gerekli kılan bir süreç yaşıyoruz. Bunu bir ihtiyaç olarak doğuran en önemli etkenlerden biri de kitle çalışmalarımızda istenilen sonuca ulaşamama, kitleselleşememedir.
1970’lerde yakalanan ivme ile bugünkü durum arasındaki fark geniş kapsamlı etken ve nedenler özgülünde değerlendirilmelidir. Fakat konumuz açısından kapsamı daraltıp hedef kitlemiz ve kitle çalışması aralığında geçmiş deneyimlere baktığımızda faydalı sonuçlara ulaşacağımız düşüncesindeyiz.
Emperyalist-kapitalist sistem çoklu krizler içerisindedir. Krizler çözülmedikçe savaş gerçeği daha çok yaklaşmaktadır. 2008 krizi atlatılamadı; ABD’nin hakim gücü zayıfladı. Sistem sorunlarını çözecek güçten yoksun; bir hegemonya krizi söz konusu. Neo-liberalizm adı verilen sermaye birikim sürecinin miadını doldurduğu tartışılıyor; yeni bir birikim modeli henüz ortaya çıkarılamadı ve emperyalistler arası “denge” bozulmaktadır. “Kapitalizmde bozulan dengenin geçici olarak yeniden kurulması için sanayide krizden, politikada savaştan başka araç yoktur.” (Lenin, Seçme Eserler, Cilt V)
Savaşları koşullayan bir sürecin içindeyiz. Bu süreç bir yandan baskıcı yönetimler; ırkçı-şoven-milliyetçi bir dalga yaratırken diğer yandan ise kitlelerde alternatif arayışını ve örgütlenme zeminini yaratır. Dolayısıyla Proletarya Partisi ekonomik ve politik şartların yaratacağı sürece hazırlıklı olmak zorundadır. Böylelikle kitlelere, kitlelerin hareketine yön verilebilir, sürece yanıt olabilir.
Neo-liberalizm denilen sürecin en önemli saldırılarından biri kitleleri örgütsüzleştirmekti. Üretim sürecinin parçalanması, esnek üretim ve taşeron sistemi işçi sınıfının örgütlenmesi önünde önemli engellerdendir. İdeolojik-politik alandaki saldırılar geniş kitleleri örgütleyecek olan politik örgütlerin savrulmasına yol açtı. Liberalizm, reformizm ve revizyonizm tasfiye sürecindeki ana düşünceler oldu.
Kapitalist sömürü ve talanın her alanda yoğunlaşması, dünya genelinde işsizliği, yoksulluğu ve açlığı kronikleştirdi ve kitlesel hale getirdi. Göçmenlik sıradan hale geldi. Dünya genelinde göçmen sayısı 65 milyona ulaştı. Türkiye’de, savaş nedeniyle üç milyonu aşkın göçmen bulunuyor.
Türkiye somutunda durum çok farklı değil. 12 Eylül AFC’si ile başlatılan neo-liberal politikalar kesintisiz uygulandı. Kırdan şehre göç dalgası yaşandı. Göç eden nüfusu istihdam edecek alanlar olmadığından gecekondulara yığılan nüfus sefalet içerisinde bırakıldı. İşsizlik, yoksulluk ve açlık her geçen gün arttı. Aç ve yoksulluk içinde yaşayanların sayısı 16 milyonla ifade ediliyor.
Egemen sınıfların eskisi gibi yönetemediği, ezilen kesimlerin de eskisi gibi yönetilmek istemediği bir süreç yaşanıyor. Egemen sınıflar yönetebilmek için her geçen gün baskıya, şiddete daha fazla başvuruyor. Bu açıdan OHAL Türk hakim sınıfları için bulunmaz bir velinimet oldu. O yüzden Erdoğan darbe girişimini “Allah’ın bir lütfu” olarak niteledi; onlarca grev ertelendi; ilerici, demokrat, devrimci kurum ve kuruluşlar kapatıldı; işçi sınıfı, ezilen kesimler ve devrimciler üzerinde Demoklesin’in kılıcı gibi kullanıldı.
Bu genel panorama objektif koşulların örgütlenme ve kitle hareketi yaratma zemininin güçlü olduğunu da gösteriyor. Gezi Direnişi ile geniş kitlelerde açığa çıkan öfke de alternatif arayışların öfkesidir. Dört bir yandan abluka altında olan kitleler seçim oyunlarıyla düzen içinde tutulmaya çalışılıyor. Süreç kendiliğindenci hareketleri ortaya çıkarıyor. Gezi Direnişi bunun en somut örneği olarak yaşandı. Geniş kitlelerin her türlü baskıya ve saldırılara karşı alanlara çıkması öfke ve tepkisini, eskisi gibi yönetilmek istemediğini haykırması açısından önemlidir. Fakat hareketin niteliğinin, önder yoldaşın vurgusuyla “bilinçli siyasi bir mücadele” (bilinçten kasıt proleter ideolojiyle donanmış iktidar perspektifli siyasi mücadeledir) olmayıp kendiliğinden bir mücadele olması, görülmesi gereken önemli bir ayrım noktasıdır.
İşçi sınıfı başta olmak üzere geniş kitlelerdeki eylemsellik durmuş değil. OHAL’in grev yasaklarına ve sendikaların uzlaşmacılığına rağmen grev kararları, enerji santrallerine karşı köylülerin yaşam alanlarını korumak için direnmesi ve ulusal sorun kapsamlı Kürt halkındaki devrimci dinamikler belli başlı eylemselliklerdir.
Fakat tüm bunlar devrimi gerçekleştirmeye yetmez. Sınıf bilinçli proleter ideolojiyle donanmış, iktidar perspektifine sahip öncü ve örgütlü bir politik özne olmadan en güçlü kitle hareketleri bile kendiliğindenci hareketin ötesine geçemez. Kapitalizmin krizinin derinleşmesi, yoksulluk ve sefaletin artması, kitle hareketlerinin yükselmesi tek başına devrimi getirmez. Önder yoldaşın vurgusuyla Proletarya Partisi’nin önderlik ettiği “sosyalist siyasi mücadele” olmadığı sürece kapitalist sömürü düzeni ve burjuva iktidarları altüst edilemez. Onca krize, sefalete ve harekete rağmen kapitalizm yeniden ayağa dikilir.
Tam da bu noktada kitle çalışmasının önemi her zamankinden daha fazla ön plana çıkmaktadır. Oldukça hareketli, tepkili, içten içe kaynayan, alternatif arayan öncüsüz ve örgütsüz bir kitle gerçekliği var önümüzde. Mesele kitleleri, sorunun asıl merkezine yönlendirecek bir örgütlenme faaliyetine yöneltmekte yatıyor. Kitlelere gitmenin ve onlardan öğrenmenin manası da budur özünde.
İhtiyacımız olan nasıl bir yönelim, pratik-politika içinde olacağımızdır. Bunu belirlemek ancak somut tahlillerle mümkündür. 1970, ’80, ‘90’lardaki kitle yapısı ile bugünkü kitle yapısı aynı değildir. Sömürü ve yoksulluğun özü aynı kalırken bugün biçimsel farklar taşıyor. En bariz fark o günlerdeki geniş kitle çıkarını devrimde görürken bugün düzen içine hapsolmuş durumda. Barınma sorunu, gecekondulaşma olarak belirirken bugün ev kirası biçimini almıştır. Alevilerin, ayrımcı, baskıcı, asimilasyon uygulamaları karşısında yüzü devrime dönükken bugün bu tehdit AKP ile yeni bir biçim almasına rağmen yüzü büyük oranda CHP’ye dönüktür. Kürtler, ulusal sorunun çözüm gücü olarak ulusal hareket etrafında toplanmış durumda. İşçi sınıfı o günlerde olduğu gibi bugün de sarı sendikaların etkisi altında. Köylülük tasfiye politikalarıyla şehirlere yığılmak isteniyor.
Geçmişten günümüze hedef kitlemiz olan ezilen kesimlerden devrime en yakın olanlarının genel durumu böyledir. Bu tabloda belirleyici pay Proletarya Partisi’nin oynaması gereken rolü oynayamamasıdır. Reddedilemez gerçekliğimizdir. Tartışma konusu bu gidişata son vermek olmalıdır.
Sorulacak soru nasıl bir kitle çalışması olmalıdır. Yıllardır sürdürmüş olduğumuz kitle çalışması belli bir düşünüş kalıbı, alışkanlık, kolaycılık ve isteksizlik gibi sonuçlar da doğurdu. Öyle ki kitle çalışmamızın legal sınırlara hapsolan ve yer yer liberalizme kayan bir hatta evrildiğini görüyoruz. Teorimiz geniş kitleler derken pratiğimiz Aleviler ve Kürtler ile sınırlı, İstanbul ve Dersim’e sıkışmış durumda. Geniş kitle tanımı tüm ezilen kesimleri kapsayan bir tanımlamadır. Ve pratik-politika buna uygun olmak zorundadır. Ezilen-sömürülen kesimler sadece Aleviler ve Kürtlerden oluşmuyor. Aleviler ve Kürtler ezilen kesim içinde en ezilenlerdir. Ezilen kesimler tanımını yeniden ve daha kapsayıcı yapmak, kitle çalışmasındaki dar düşünüş kalıplarını yıkmak zorundayız. Öncelikle kendi pratiğimizi ve bu pratiğe yön veren düşünüş tarzımızı sorgulamalıyız. Dar pratiğimiz (belli bölgelere ve kesimlere sıkışan), hazır kitlecilikle, alışkanlıklarımızla sınırlanmış düşünüşümüzü masaya yatırmalıyız. Düşüncemizde yeni ufuklar açmalı, pratiğimizi güçlendirmeliyiz.
Ezilen kesimler düzenin sınıfsal, ulusal, cinsel, dinsel biçimleriyle ezdiği-sömürdüğü kesimlerdir. Ezilen ulus ve mezhebin olduğu kadar ezen ulus ve mezheplerde de ezilen kesim vardır. Kitlelere yönelik yaklaşımda temel nokta sınıfsal bakış açısıdır. Nesnel olarak sömürülen emeğini satarak geçinenler devrimden çıkarı olan kesimdir ve bizim içimizdedir. Öznel olarak emeği ile geçinenlerin yaşam tarzları, inançları, kültürleri bizim gündemimiz değildir. Yani sırf inancından yaşam tarzından dolayı kitle çalışması yapmamak devrimci değildir. Çıkış noktamız sömürü, yoksulluk ve sefalettir. Dolayısıyla kitle çalışmamıza yön veren bakış açısı sınıfsal olmak zorundadır. Sünni kesim ezen mezhep olması nedeniyle sistemle çelişkisi olmayan, tamamı zenginlerden oluşan, sömürülmeyen yoksulluk sorunu olmayan kesim olarak görülemez. Nüfusun büyük bir bölümünü Sünni halkımız oluşturuyor. Bu kesim içinde kapitalizmin hükmü geçerlidir. Bir avuç Sünni zengin olurken (Ki bunlar AKP etrafında toplanmıştır) büyük bir bölümü yoksuldur. Dolayısıyla doğrudan hedef kitlemizdir. Aynı durum şovenizm ve milliyetçilikle zehirlenmiş Türk ulusuna mensup halkımız için de geçerlidir. Geçmişten bugüne süregelen bilinçli ya da bilinçsiz Sünni halk içinde çalışmamaya dair yanlış algı ya da düşünüş tarzını kırmalıyız. Sünni halkımızın yoksulluk ve sefalet içindeki yaşamına rağmen düzen partilerine gitmelerinin, bizlere mesafeli durmalarının en önemli nedeni din-inanç konusu değildir. Bizim pratiğimize yansıyan, onları hedef kitle olarak görmeyen, sorunlarıyla da dolaylı olarak ilgilenen pratik politikamızdır. Sünni halkımızla karşılaşacağımız en çetrefilli konu din-inanç konusudur. Din, bugün için bizim politik mücadele alanımız değildir. Kaçınılmaz olan din tartışmasındaki yaklaşımımız ise politik muhtevalı olmalıdır. Engels’in vurgusuyla bir “egemenlerin dini” bir de “ezilenlerin dini” vardır. Sünni halkımızın dini duygularını da sömürüyorlar. Egemenlerin dini iktidar ve kâr merkezli bir dindir. Bizim yaklaşımımız din-inanç merkezli değil sınıf merkezli olmalıdır. Dini değil işsizliği, yoksulluğu, açlığı tartışmak zorundayız.
Kitle çalışması kapsamında bugün önümüzde duran görev ezilen kesimlerin tek tek mevcut durumlarıyla ilgili analizler yapmaktır. Kitlelerin yaşadığı sorunları belirlemek, sorunlara çözümler üretmek, sorunlar etrafında kitleleri örgütlemek ve sorunun asıl merkezine yönlendirmek açısından somut durum tahlilleri çalışma tarzımızın bir parçası haline gelmelidir. Kitlelerin sorunlarına vakıf olmayanlar, kitlelerdeki değişimi-dönüşümü bilmeyenler-görmeyenler, somut politika da üretemezler. Üretim sürecinin parçalanmasına dair nasıl bir örgütlenme yapılacağı, Alevilerin CHP’ye yönelmesinin nasıl durdurulup, geri kazanılacağı, semtlerdeki en acil sorunlar, ancak somut durum tahlilleriyle ortaya çıkacaktır.
Alanlarımıza kitle çalışmasının genel seyrini, düşünüş tarzımızı, alışkanlıklarımızı gündem yapıp tartışalım. Amatör ruh ve profesyonel çalışma tarzını oturtalım, kitlelerden kitlelere söylemini ete kemiğe büründürelim.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 11 Nisan tarihli 33. sayısından alınmıştır.