B) TÜRK POZİTİVİZMİ VE KEMALİZM
Aydınlanmacı Kemalizm toplumsal yapıyı ulus-devlet anlayışına göre düzenlemeyi esas hedef olarak alıyordu. Osmanlı’yı devam ettirme düşüncesi gündem değildi. Dağılan Osmanlı’dan bir Türk devleti kurma düşüncesinin, dönemin kadrolarınca benimsenen felsefi temeli pozitivizmdir. Pozitivizmin tarih, ulus, ulus-devlet anlayışı yaklaşımı Kemalist teorisyenlerin kendilerini ifade edebildikleri felsefi bir akımdı.
Pozitivizm, 19. yüzyılı etkileyen düşünce akımlarındandır. Bilim dünyasındaki gelişmelere paralel, bilimin toplumsal yapıyı düzenlemeye hizmet etmesini esas almaktadır. Bu anlamıyla bilim felsefesi olarak ortaya çıkmıştır. Genel tanım olarak pozitivizm; insan için yararlı, olumlu ve yapıcı olan olguları -gerçekleşmiş olanı- sadece gözlemleyerek betimleyen öğretidir. Gerçek olanla ve gerçeği araştıran bilim dallarıyla -pozitif bilimler- ilgilenen bu eksen düşünce yapısını tamamıyla olgular üzerine kuran bir felsefedir. Deneyi esas alır ve deneyi aşan felsefe akımları –materyalizm ve metafiziği- felsefe dışı görür. Ne maddeyi ne de ruhu açıklamakla ilgilenir. Bu anlamıyla da özünde bilinmezcidir. Toplumsal sorunların pozitif bilimler yardımıyla önceden belirlenebileceğini, kaotik bir durum oluşmadan toplumun yönlendirilebileceğini savunur. Doğa bilimlerindeki yasallığı toplum bilimlerine de olduğu gibi taşır. Dolayısıyla pozitivizmin esas alanı tarih ve toplumdur.
Pozitivizm, olguları doğrulamayı, tarihsel gerçekleri üst üste sıralamayı esas alır. Tarihsel açıklamaları benimser. Tarihi siyasi tarihle özdeşleşir. Temel hedefi toplumdur ve gerçek toplum da ulustur. Ulusal eğitimde tarihe önemli bir yer verirken, tarihin bir vatandaşlık bilgisi şeklinde öğretilmesini savunur. Zira tarih topluma ait olan düşüncelerin, ideallerin, kültürlerin aktarımıdır. Bu yaklaşımla pozitivizm ulusçuluğun ilke ve kurallarıyla bütünleştirilmektedir. Pozitivizm olgucudur, olguları alt alta dizerek sonuçlara ulaşır. Olguların iç ve dış çelişkilerini, birbiri arasındaki ilişkileri, nedenleri sorgulayıp incelemez. Olduğu gibi alıp, olgular üzerinden gerçeğin bilgisine ulaşmaya çalışır.
Pozitivist felsefe 19. yüzyılın bilimsel gelişmelerinden, Fransız İhtilali sonrası politik kargaşa döneminden ve bu dönemdeki burjuva devrimlerinden etkilenerek Auguste Comte tarafından oluşturulan bir felsefedir. Comte’un düşüncesinin temeli düzene dayanmaktadır. Toplumsal sorunların bilimsel verilerle kargaşa yaşanmadan çözümüne odaklanıyordu. Comte ilerlemeci bir anlayışla toplumsal gelişmenin “üç hal yasası” dediği teoloji, metafizik ve pozitivizm olduğunu belirtir. İnsanlığın er ya da geç pozitivist aşamaya ulaşacağını savunur. Toplum incelemesini iki başlık altında toplar. Toplumsal yaşamın düzen ve istikrardan oluşan alanına “sosyal statik”, kurumsal gelişmeye dayalı olarak toplumsal değişim alanına da “sosyal dinamik” adını verir.
Pozitivist akımın Türkiye’deki öncülleri İTC (İttihat ve Terakki Cemiyeti) teorisyenleridir. Avrupa’da sürgün hayatı yaşayan İTC önderlerinden Ahmet Rıza, Fransız pozitivizminden etkilenmiştir. Osmanlı’nın toplumsal yapısının değişiminde temel öğreti olarak benimsemiştir. A. Rıza Fransız pozitivizminin merkeziyetçi yönünü esas alırken, İngiliz pozitivizminden etkilenen Prens Sebahattin ademimerkeziyetçiliği esas almıştır. Teorisyenlerdeki bu ayrım İTC’nin 1902’deki kongresine yansımış, silahlı kanadın İTC’ye hakim olmasıyla A. Rıza’nın pozitivizmi baskın hale gelmiştir. Ve kongre E. Durkheim’ın pozitivist düşüncelerini benimseyen Gökalp, ulusal amaç için tüm pozitivist bilimleri ve bu bilimler yardımıyla ulusal ilerlemenin hızlı olacağını savunur. Turancılığın “geçmişin bir gerçeği, günün eğiticisi, geleceğin yaratıcısı” olduğunu vurguluyordu.
Kemalizmin pozitivizme yaklaşımının temeli, Gökalp’te olduğu gibi, pozitivizmi toplumsal yaşamı düzenleme siyaseti olarak görmesidir. Daha özgün bir deyişle Kemalizmin toplumsal mühendisliğinin düşünsel temelidir. Pozitivizm bilgiyi siyasetin temeli olarak kullanırken, bilime dayalı bir politika öğretisi oluşturmaktadır. Toplumun pozitif bilimin ilkeleriyle yönetilerek, pozitif toplumu öngörmektedir. Böylece toplumu akılcı ilkelere göre düzenleme, yönetme ve denetleme olanağı yaratılmış olmaktadır. Bu düşüncenin Türk pozitivistlerindeki yansıması toplumun seçkin bir kesim tarafından düzenlenmesi şeklinde olmuştur. Bunu takiben pozitivist siyaset yukarıdan aşağıya, dayatmacı, faşizan, diktatörlük biçimiyle uygulanmıştır. Bu yaklaşımda öncelik devlete ve devletin güçlendirilmesine verilmiştir. Parlamenter sistem dahi demokrasinin tecellisi için değil devletin güçlendirilmesi için tercih edilmiştir. Bir diğer okumayla toplumsal yapının düzenlenmesinde önce devlet merkezileştirilmiş, sonra ulusal amaç doğrultusunda topluma yönelinmiştir. Nitekim Samsun’a “çıkış”tan sonra Amasya Tamimi, Sivas ve Erzurum Kongreleri, 1920 Meclisin açılması birer merkezileşme adımlarıdır. Ondan sonra toplumun Ankara Hükümeti etrafında toplanması milliyetçi propagandayla sağlanmaya çalışılmıştır. Komprador burjuvazi ve toprak ağalarının güçsüzlüğü kaynaklı önce siyasi iktidarı almanın zorunluluğu bu teorinin maddi zeminidir.
Kemalist “devrimler” ve temel ilkeler içerik olarak incelendiğinde Osmanlı’dan devralınan toplumsal yapının ulus-devlet ekseninde topyekün bir düzenlemeye tabi tutulduğu görülecektir. Askeri-bürokrat seçkin kesimin 1919’dan başlayarak toplum mühendisliği politikalarını hızlandırmıştır. İlk dört yıl savaşın gölgesinde cereyan ederken asıl uygulamalar Cumhuriyet’in ilanıyla başlamıştır. Başka bir deyişle fikriyatta var olan bizzat sahada tatbik edilmiştir. Harf “devrimi”yle Latin alfabesine geçilerek toplumsal hafıza silinmiştir. Arapça ve Osmanlıca kaldırılmış Türkçe hâkim hale getirilmiştir. Bu yediden yetmişe toplumun ulusal amaçlı dil üzerinden yeniden şekillendirilmesidir. Şapka “devrimi”yle Osmanlı geleneğinin-kültürünün izlerini silip “Batılılaşma”nın ötesinde doğrudan toplumsal yaşama, sosyo-kültüre yapılan bir müdahaledir. Toplumun konuşmasından giyimine, okumasından yazmasına, aile yaşamından sosyal hayatına, her şeyinin ulus-devlete göre yeniden düzenlenmesidir. Ulus yaratma, ulusal bilinç oluşturma adına yapılan doğrudan toplum mühendisliğidir. Toplumsal mühendislikten kasıt, Kemalizmin hakim sınıfların çıkarları doğrultusunda ırkçı, şoven ve milliyetçi düşüncelerle toplumu hizaya sokma çabasıdır. Bu mühendisliği Atatürkçü “ilkeler” olarak altı okta da görmek mümkün. Halkçılık; halkın devlete karşı ödevinin ne olduğunu anlatan “ilke”dir. Laiklik; toplumun nasıl eğitilip biçim verileceğine yönelik bir “ilke”dir. Ulusçuluk; ulusal bilinç, aidiyet ve kimliğin önce çıkarıldığı bir “ilke”dir. Cumhuriyetçilik; riayet edilmesi gereken-istenen toplumsal düzenin açıklandığı “ilke”dir. Devletçilik; ulusun etrafında toplandığı ve bu düzenin koruyucu gücünün ne olduğunu belirten “ilke”dir. İnkılapçılık; sistemin her alandaki gelişmelere paralel sürekli yenilenmesi gerektiğini belirten “ilke”dir. Toplumun hizaya sokulması bunlarla sınırlı değildir. Comte’un tarihin başlangıcını Avrupa olarak görmesi gibi, Kemalizm de Türk Tarih Teziyle tarihin başlangıcını Türkler olarak görmekte, Güneş Dil Teorisi ile de dünyayı Türklerden ibaret saymaktadır. Tarih ve dil ulus amaçlı bir toplumsal hafıza oluşturmanın aracı haline getirilmiştir.
Kemalizm ırk, dil, kültür ve tarihe önem verir. Ulusal amaç için pozitif bilimlerden yararlanır. Tarihi ulusal kimlik yaratmada ve ulusu yurttaşlık bilgisiyle eğitmede araç olarak kullanır. Ulus, devleti ve vatanı var olmanın koşulu olarak görür. Olguları ardı ardına sıralayarak tarihsel bir geçmiş yaratır. Toplumu yaratılan bu ulusal tarihe göre biçimlendirir.
Pozitivizm, siyasi iktidarlara topluma sürekli düzen verilmesine düşünsel temel sağlar. Böylece çatışmaların, kargaşaların önlenmesini öngörür. Dolayısıyla sınıf mücadelesini reddeder. Burjuvaziye, proletaryanın ve ezilen kesimlerin haklı ve meşru olan isyanını bastırmanın felsefi dayanağını sağlar. Toplumsal altüst oluşlardan ziyade bu devrimleri önlemenin olanaklarını açığa çıkarır ve “düzen” teorisini önerir. Avrupa’da aynı dönem sürgünde olan Rus ve Çin aydınlarının Marksizmden etkilenmelerine karşın Osmanlı aydınlarının burjuva ideolojisi olan pozitivizmden etkilenmelerinin temel nedeni de bu “düzen” teorisidir.
C) ALMAN TARİHÇİLİĞİ VE KEMALİZM İLİŞKİSİ
Kemalizm ulus merkezli bir düşünüş yapısına sahiptir. Dağılan Osmanlı’dan ulus-devlet yaratma serüveninin son halkasıdır. Bu tarihsel koşullarının bir sonucudur, M. Kemal’in “üstün(!)” yetenekli oluşunun değil. Kemalizmin ulus-devlet anlayışından derinden etkilendiği ve referans aldığı felsefi akım Alman idealizmi olmuştur.
Alman idealizmi 19. yüzyılın başat felsefi akımıydı. Kant felsefesinin, Fichte, Schelling ve Hegel tarafından yorumlanmasına dayanıyordu. Aynı dönem Almanya’nın uluslaşma sürecine girmesi ve ulus-devletleşmenin tamamlandığı dönemdi. Kant’la başlayan Alman aydınlanmasının da parçası olduğu “Aydınlanma Çağı”nda tarih, didaktik, ilerlemeci ve insanı yüceltecek bilgi kültürel ve siyasi olaylara bağlı özgün mantığı olan bir alan olarak ele alınıyordu. Alman idealizminin üzerinde yükseldiği maddi koşullar (ekonomik, siyasi, kültürel ortam) aydınlanma tarihçiliğinin bir adım ötesini gerektiriyordu. Almanya’nın Prusya ile birleşerek ulus-devletleşmesi ve buna paralel Alman halkının şekillendirilmesi için tarih alanında da yeni bir bakış gerektiriyordu. Aydınlanma aklının insana biçtiği misyon yeni sürece uymuyordu. 18. yüzyıl ulusal tarihçiliği verilerin toplanması, düzenlenmesi ve gerçeğin açıklanmasıyla sınırlıydı. Alman idealizmiyle bu sınır aşıldı. Tarihe bakış ve ele alış baştan aşağıya değiştirildi. Tarih; dil, etnik köken, gelenekler, kültür, sosyal yaşam gibi temel olgular üzerinden ulusal kimlik yaratma, güçlendirme ve toplumu düzenleme aracına dönüştü. Aydınlanma felsefesindeki insana “kurtuluşu ve özgürlüğü” sağlayan akıl Alman idealizminde ulus-devlete dönüştü. Herder “tarihe şekil veren asıl şeyin onun genelliği değil bireyselliğidir” derken her ulusun özgün değerleriyle bireysel bütün olduğunu vurgulamaktadır. Bu vurgu Alman tarihçiliğinin de temelini oluşturur. Alman tarihçiliği insanın varoluşunu ulusallığa bağlar. İnsanı insan yapanın “vatandaş olma” olduğunu belirtir. Devlet halkı (özelde Alman halkını) korumakla yükümlü ve denetlenmez bir güç olarak görülür. Ulus ve devlet yüceltilerek ulus-devlet-iktidar özdeşliği yaratılmaktadır. Bu felsefi bakış temelinde Alman tarihçileri Alman ulusal özgünlüklerini ön plana çıkarıyor, destanlar ve mitler yaratabilmek için kendi tarihlerini çok gerilere götürüyorlardı. Arkeoloji ve antropoloji alanında yapılan çalışmalarla “bilimsel” bir nitelik kazandırılıyordu.
İmparatorluktan ulus-devlete dönüşte Almanya için ihtiyaç olan ulus-devlet anlayışı Alman idealizminin esas konuları arasında hatta başında yer alıyordu. Ulus, Alman toplumunun tüm özelliklerini içinde barındıran ve tek merkezde toplayan bir kavramdı. Ulus olmadan birliğin, bir arada yaşamanın, ekonomik ve siyasi olarak güçlenmenin gerçekleşmesi de mümkün değildi. Dolayısıyla Alman toplumu ulus-devlet merkezli düşünce etrafında yeniden örgütlenmeli ve düzenlenmeliydi. Bu düzenlenmeyi yapacak olan asıl unsur kuşkusuz ki devlettir. Devlet ulusun koruyucusu olarak merkezi bir otoriteye sahipti. Hegel bu düşünceyi bir adım daha ileriye taşıyarak devletin bu dünyadaki aklın tek temsilcisi olduğunu belirtir. Böylece Alman idealizmi aydınlanmanın akla yüklediği misyondan ayrılır. Aydınlanma felsefesinde aklın temsili insanken, Alman idealizminde devlet olur. Bu devleti yüceltmenin dışında ulus devlete tarihsel amaç payesi biçilmektedir. Bu tarihsel amacın gerçekleşmesiyle (ulus-devletin kurulmasıyla) tarihin sonunun geldiği de savunulmaktadır.
Kemalizmi ulus-devletleşme sürecinde en çok etkileyen akımın Alman tarihsel idealizmi (veya Alman tarihçiliği) olması şaşırtıcı değildir. Almanya gibi ulus-devletleşme sürecine geç başlayan Türkiye de, imparatorluktan ulus-devlete dönüşte toplumsal yapıyı ulus-devlet anlayışına göre düzenleme gerçeği ile karşı karşıyaydı. Osmanlı’dan devralınan ümmetçi kimliğin yıkılıp ulusal kimliğin yaratılması söz konusuydu. Bu anlamıyla kendisinden önce ulus-devletleşmiş olan Avrupa (özellikle imparatorluktan dönüşen Almanya) ulus-devletleşmenin felsefi temelleri açısından da Kemalizm için örnek teşkil ediyordu. Alman tarihçiliğinin ulus ve devleti yüceltmesi, ulusu insanın varoluşuyla özdeşleştirmesi destanlar ve mitler yaratmaya sunduğu olanak, ulusun değer yargılarını ön plana çıkarması, devleti merkezi otorite olarak görmesi Kemalizmin ırkçı, şoven, milliyetçi özüne uygun felsefi temel oluşturuyordu. Öyle ki “tek millet, tek devlet, tek vatan, tek bayrak” kelimesi kelimesine Alman tarihçiliğinden kopyalanmış, tekçi zihniyetin temel sembol ve sloganı haline getirilmiştir.
Osmanlı’dan TC’ye Kemalizmin birincil hedefi ulus-devlettir. Ulus, Türklerin, var olmasının, bir arada yaşamasının, güçlenmesinin tek koşuludur. Devlet var olmayı güvence altına alan yegane güçtür. Birinci vazife “Türk istikbalini düşmanlardan korumak”tır(!)
(Devam Edecek)
Yazının ilk bölümü: https://www.yenidemokrasi33.net/19-mayisin-100-yili-vesilesiyle-kemalizm-ve-felsefi-arka-plani-i.html
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesinin 22 Ağustos 2019 tarihli 42. sayısından alınmıştır.