Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri her geçen gün artarken İstanbul Sözleşmesi’ne dair tartışmalar da daha bir önem kazandı. Egemenler, 2014 yılında İstanbul’da imzalanan ve onaylanan “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi”ni kaldırmak istiyor. “Çözüm” sürecinin etkilerinin hâkim olduğu dönemde sözleşmeye ilk imzayı atan ülkelerden biri TC devleti olmuştu. Derinleşen ekonomik ve siyasi kriz, işçi sınıfına, ezilen uluslara, devrimcilere, muhaliflere ve kazanılmış haklara yönelik saldırıları da boyutlandırdı. Bugün gelinen noktada neredeyse her gün en az bir kadının katledildiği süreçte İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçilmek isteniyor.
Kadına yönelik saldırılarını sözlü, fiziki, psikolojik olarak sistematik bir biçimde sürdüren egemen sınıflar, kazanılmış hakları gasp etme, İstanbul Sözleşmesi içerisinde yer alan yasaları feodal argümanlarla manipüle etme politikası izlemekteler. Sözleşmenin “Türk aile yapısını bozduğu” yönünde propagandalar yapılmaya başlandı. Çünkü kadın aile ile vardı ve aile dışında hakları olamazdı (!) Kadının birey olarak kazandığı haklar, kendi yaşamını “güvence” altına alabilecek haklar kazanması Türk aile yapısını bozmaktaydı. Feodal değer yargılarıyla manipüle edilen sözleşmenin dört temel ilkesi; “kadına yönelik her türlü şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi, şiddet mağdurlarının korunması, suçların kovuşturulması, suçluların cezalandırılması ve kadına karşı şiddet ile mücadele alanında bütüncül, eş güdümlü ve etkili işbirliği içeren politikaların” hayata geçirilmesidir.
Kıdem tazminatının gasbı, pandemide ücretli izin talebi gibi bir dizi konuda halkın ve işçi sınıfının talebine kulaklarını tıkayanlar söz konusu kadın ve erkek egemen sistemin korunması olduğunda “halk”ın taleplerini karşılamak için hemen talimatlar vermeye başladı. Recep Tayyip Erdoğan Temmuz 2020’de “Halk istiyorsa kaldırın. Halkın talebi kaldırılması yönündeyse buna göre bir karar verilsin. Halk ne derse o olur.” açıklamasını yaptı. Daha sonra Numan Kurtulmuş “Nasıl usulünü yerine getirerek bu sözleşme imzalanmışsa aynı şekilde usulü yerine getirilerek bu sözleşmeden çıkılır.” açıklamasında bulundu. Oysa ki halkın talebi dedikleri, kendi hakimiyet çıkarları için öne çıkardıkları feodal değer yargıları ve sistemlerinin bekasıydı.
İstanbul Sözleşmesi kapsamında yalnızca kadınlar değil LGBTİ+’lar da hedef alınmıştır. Yine İstanbul Sözleşmesi’nin “eşcinselliğe yasal zemin hazırladığı” gerekçesiyle propaganda yapılmaya başlanmış, LGBTİ+’ların cinsel yönelim ve tercihleri de hedef tahtasına oturtularak kazanılmış hakları gasbedilmeye girişilmiştir.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ KADIN CİNAYETLERİNİ BİTİRİR Mİ?
İstanbul Sözleşmesi kadın cinayetlerine karşı egemen sınıflara önlem aldırma, yasaları uygulatma, kadın cinayetlerini bu minvalde “azaltma” noktasında ve hak kazanma açısından ileri bir yerde durmaktadır. Bizler açısından bir diğer tartışma konusu ise İstanbul Sözleşmesi’ne biçilen rol ve yüklenen anlamdır. Çeşitli kadın kurumlarının “İstanbul Sözleşmesi’ni uygula, kadın cinayetlerini bitir”, “İstanbul Sözleşmesi yaşatır” gibi talepleri erkek egemen sistemin rolünü ve niteliğini kavrayamamaktır. İstanbul Sözleşmesi bu sistem içerisinde bahsedildiği biçimde uygulansa dahi kadın cinayetleri son bulmayacaktır. Çünkü kadın kurtuluş sorunu toplumsal bir sorundur. Toplumun yapısı ve niteliği alt üst olmadığı sürece kadın cinayetleri kaçınılmaz gerçekliktir. Bu anlamıyla kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet siyasal iktidar sorunuyla ilişkilidir.
İstanbul Sözleşmesi’ni savunmak önemli bir yerde dururken kadın cinayetlerini ve özünde kadın kurtuluş sorununu sınıflı toplum yapısından bağımsız ele almak erkek egemen sistemin niteliğini silikleştirmektir. Bu anlamda sistem içerisinde kadınların haklarını ileriye taşıyacak sözleşmeler demokratik mücadelenin bir parçası olarak ele alınabilir. Ancak ne mücadelemizin ne de taleplerimizin merkezine bu tarz talepler oturtulmayarak hedefimizde erkek egemen sistemi parçalamak olmalıdır.
Kadın cinayetlerinin ülkemizdeki yoğunluğu ve artışı ile aynı anda gündeme gelen İstanbul Sözleşmesi tartışmaları ve “sözleşmeyi uygula, cinayetleri durdur” talebi, cinayetlerin gerçek sorumlularını perdeleme gibi bir pratiğe de denk düşmektedir. Kadın cinayetlerinin durması, azalması İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması ile son bulmayacağı gibi bu taleplerin merkeze konularak yürütülen mücadeleler de kadınlara maruz kaldıkları şiddetin gerçek sorumlularını görmelerini de engellemektedir. Bu nedenle kadınların katledilmelerinin, tecavüz ve tacize uğramalarının, kaçırılmalarının gerçek sorumlularını, bu sorumlulardan gerçekte nasıl hesap sorulacağını anlatmak, bunun propagandasını yapmak esas görevlerimiz arasındadır.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 6 Ağustos 2020 tarihli 67. sayısından alınmıştır.