Ülkemizin tarihsel, sosyal ve ekonomik koşulları “demokrasi” adına ortaya konulan tüm araçların uydurma ve kaba olmasına yol açmıştır. Bu uydurma ve kaba araçlar kitlelerin uyutulması, uyuşturulması ve faşist ideolojinin şekere bulandırılıp sunulması açısından ise oldukça işlevlidir. Ülkemizde burjuvazi ve onun tarihsel ittifakı olan feodal güçler zayıf ve çelimsizdir. Bu zayıflık onun sürekli bir şekilde ezilen kitlelere baskı, zor, şiddet ve zulüm uygulamasına neden olmaktadır. Hâkim sınıfların zayıflığının üstesinden gelme biçimi ise en kaba şovenizm, en pespaye hamaset ve sınır tanımaksızın üretilen yalanlarla kitlelerin manipüle edilmesidir. Kitleler bu şekilde değer yargıları, inançları, dünya görüşlerinde istikrarsızlaştırılıp parçalanarak kimliksizleştirilmeye, kişiliksizleştirilmeye çalışılmaktadır. Bu yüzlerce yıllık bir devlet geleneği, yönetme biçimidir. 96 yıllık faşist Kemalist diktatörlük boyunca da bu tablo yeniden üretilerek devam ettirilmiştir.
Faşist diktatörlük, süreğen krizleri boyutlandığında ve derinleştiğinde “demokrasi” peçesini, “devletin bekası” argümanları eşliğinde parçalayıp atmaktan geri durmaz. Zira egemen sınıflar böylesi dönemlerde politik olarak o kadar zayıf ve kırılgandırlar ki demokratik kırıntılara dahi tahammül edemezler. AKP-MHP-Erdoğan faşist bloğu 2015’den bu yana egemen sınıfların iç yarılmaları, kapışmaları ve sistemin iç ve dış politikada yaşadığı tıkanmalardan kaynaklı büyük bir politik krizi atlatmak için uğraşmaktadır. Bunun için topyekûn bir saldırı dalgası başlatmıştır. 4 yıldır kesintisiz bir şekilde bu topyekûn saldırı dalgası devam etmektedir. Yaşanan durum “can havli” ile açıklanabilecek bir saldırganlık halidir.
Ezilen ve sömürülen toplumsal kesimler başta olmak üzere egemen sınıf kliklerinin bir kısmını da içine katan bu saldırganlık, rejime “Başkanlık” sistemiyle ayar vermek istemiştir. Suriye ve Rojava’da askeri işgal, yüzbinlerce insanın tutuklanması, kamudan tasfiye, T. Kürdistanı’nda şehirleri ve dağları içine alan büyük çaplı savaş, katliam ve yok etme operasyonları vb. “ayarın” zorunlu adımları haline gelmiştir. Bu süreç boyunca en ciddi ve kapsamlı saldırı Kürt ulusal mücadelesine ve hareketine yönelik olmuştur. Legal siyaset hakkının gasp edilmesini, elde edilen kazanımların yok sayılmasını da içine alacak şekilde saldırılar genişlemiş, yaygınlaşmıştır.
“DEVLET AKLININ” BEKA ENDİŞESİ, KAYBOLAN VE BULUNAMAYAN İPLER
Bu saldırı dalgası AKP-MHP-Tayyip bloğunun hem zorunluluğu hem de zayıf karnı durumundadır. Bu AKP kliği politik krizle baş edemez hale gelmiştir. Her gün, her saat kriz üreten bir yönelimle hareket etmekten kendini kurtaramaz duruma düşmüştür. Ne seçimler ne emperyalistlere verilen yeni ve büyük tavizler ne mide bulandırıcı şovenizm kampanyaları ne askeri işgaller bir umar olmaktadır sorunlarına. Zira sistemin tarihsel, sosyal, ekonomik koşullarının getirdiği krizli yapısına dönemsel tıkanmalar da eklenince sorunların üstesinden gelinemeyen bir tablo kaçınılmaz olmuştur. Bugün Suriye ve Rojava’da istediği koşulları elde edememenin getirdiği “tampon bölge” ve “İdlib” meselesinin basıncı ile bir yandan Kürt hareketi ile diyalog kanallarını açık tutmaya çalışırken diğer yandan henüz seçimlerin üzerinden 5 ay geçmeden “kayyum” saldırısı ile hem havuç hem de sopa taktiği ile bir kuşatma harekâtı başlatmıştır. Suriye ve Rojava pazarlıklarıyla ilintili olan bu saldırıların, faşist diktatörlüğün kendine alan açmaktan çok alanını daraltan ve yönetim krizini boyutlandıran bir sonuç çıkarması kaçınılmazdır.
Hâkim sınıfların 19 Ağustos 2019 tarihli ikinci kayyum operasyonu, ilk kayyum sürecinden bambaşka özelliklere sahiptir. AKP-Tayyip kliğinin zayıfladığı, Ortadoğu’daki yeni hesaplarının daha kararlı bir şekilde tıkandığı, Doğu Akdeniz’de titrek ve çaresiz şekilde boş ve kuru tehditlerle sürece ortak olmaya çalıştığı, geniş kitlelerin “demagojiye” doyduğu ama daha fazla aç kaldığı koşullarda bu saldırı dalgası gerçekleşmektedir. Söz konusu durum bu yüzden yönetme sorununa bir halkanın daha eklenmesi anlamına gelecektir. Diğer faşist kliklerin bu saldırıya karşı seslerini daha fazla yükselttiği, bunu AKP-MHP bloğunu zayıflatmak için bir kaldıraca dönüştürme eğilimi ve tutumu sergilediği görülmektedir. Güç dengelerinin değişme eğilimine girdiği bu koşullarda gerçekleştirilen hamlelerin AKP-MHP için güç dengelerini korumaya yaramayacağı söylenebilir.
İlk kayyum saldırısı AKP-MHP için ne kadar güç pekiştirme ve kitleleri sindirme rolü üstlendiyse kincisi de bir o kadar onu zayıflatacak ve biçare gösterecektir. Bu saldırıya karşı HDP’nin alacağı tutum, halka güven vermeyen siyaset tarzına karşı çok önemli bir turnusol rolü görecektir. Faşist diktatörlüğün, Abdullah Öcalan ile görüşmeleri ve Suriye’de Kürt Ulusal Hareketi ile ABD arabuluculuğunda aranan uzlaşma ve denge girişimleri HDP’nin yüzünü çevirdiği, beklentilerini şekillendirdiği politik gelişmelerdi. Bu saldırılara karşı aktif tutum yerine pasifleşmeye, parlamentarizm duvarını aşmak yerine ona daha fazla yaslanmaya yol açan esas neden bu iklimdir. Son kayyum saldırısı bu iklime darbe vurmuş, HDP’nin oynayacağı siyasi role ayna tutmuştur.
Önümüzdeki süreç egemen sınıflar için daha fazla bunalım içermekte, egemen sınıflar içerisinde parçalanma emareleri göstermektedir. Özellikle Almanya ve Çin’in ekonomik verileri ve dünya genelinde büyük çaplı kriz beklentileri, emperyalistler arası dalaşın daha fazla keskinleşeceğini ve krizin yarı-sömürge yarı-feodal ülkelere daha fazla fatura edileceğine işaret etmektedir. Bunun Türkiye’ye faturası da ağır olacaktır. Emperyalist-kapitalist burjuvazi ve onların uşağı egemen sınıflar bu krizin esas faturasını ise işçi sınıfı ve emekçilere kesecektir. Türkiye’de bu fatura şimdiden ağırlaştırılmış bir biçimde halkın sırtına yıkılmıştır. İşsizlik, enflasyon, zamlar, üretim krizi emekçilerin yaşam koşullarını ve yaşam alanlarını sürekli sınırlamaktadır. Küçülen pasta hâkim sınıflar arası çatışmanın boyutunu da büyütmektedir. İç ve dış politikadaki sorunlar bu krize boyut katmakta, kliklerin içinde de büyük sorunlar yüzeye vurarak kendini göstermektedir.
Önümüzde duran en önemli görev, keskinleşen çelişkilere paralel olarak mücadeleyi keskinleştirecek politik çizginin geliştirilmesidir. Sistemin iyileştirilmesine tekabül eden her politik duruşu yadsıyan, mücadeleyi keskinleştirmeyi amaçlayan bir hatta örgütlenmek ve bir mücadele çizgisi oluşturmak hayati önemdedir. İlk etapta kitlelerdeki nicel karşılığına bakmaksızın tutarlı ve kesin bir kararlılıkla faşist sistemi, onun uydurma ve kaba “demokrasi” araçlarını, sınırlayıcı her yasal dayatmasını fiili biçimlerle aşacak militanlığı örgütlemek gerekmektedir. Sisteme karşı bu kesinlik ve kararlılıkla durulmadığı noktada mücadelenin keskinleştirilmesi, sistemin diğer uzantılarının manipülasyonlarına ve “sureti haktan görünen” politikalarına çanak tutulması kaçınılmazdır. Kafa karışıklığına değil berraklaşmaya ihtiyaç vardır. Bu en başta doğru politik tutum ve bunun pratikte ne pahasına olursa olsun karşılığının verilmesi gelmektedir.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesinin 22 Ağustos 2019 tarihli 42. sayısından alınmıştır.