Bir hareketin programının, ilkelerinin, çalışma tarzının doğruluğunun ölçütü sonuçta pratiktir. Eğer hareket amaçlarına ulaşamıyorsa, mevzilerinde kayıplar yaşıyorsa, programını örgütleyemiyorsa dönüp kendini sorgulamalıdır. Belli alanlarda yakın zamanda yaşadıklarımız böyle bir sorgulamaya gereksinim olduğunu göstermektedir.
KAYBEDEN BİZİZ
Mevzi kaybetmek sınıf mücadelesinin olağan seyrinde sıklıkla yaşanabilen bir olaydır. Bunların bazıları bilinçli terk etmek veya öngörüp kabul etmek biçiminde olabilirken bazıları yetmezliklerin, yanlışların, hatalı anlayış hatta çizgilerin sonucudur. Yakın zamanda yaşadıklarımız bunlardan ikinciye yani yanlış veya yetmezliklerden kaynaklanan mevzi kayıplarına işaret etmektedir. Kuşkusuz bunun genel gerileme ile de bir ilişkisi vardır; bu anlamda şaşırtıcı olmadığı söylenebilir. Ne var ki genel gerilemeye karşı bilinç geliştirmek kadar söz konusu alanlardaki özel gerilemelere karşı da “çizgi” tartışmaları yapmak, alanlardaki somut sorunlar ve durumlar karşısındaki yetmezlikleri, dolayısıyla ideolojik hastalıkları da önem verip incelemek gerekir. Bu tartışma ve incelemenin geneli özel içinde kavramaya hizmet edeceği bilinmelidir. Herkesin kendini de değerlendirebileceği bir tartışma veya değerlendirme yaptığımız açık olmalıdır.
“Belli alanlarda ve özel” gerilemeler desek de aslında bir bütün kendimizden söz ettiğimizi bilmek önemlidir. Çünkü bütünü oluşturan parçaların her birinde gelişen de gerileyen de nihayet “biz” oluyoruz. Bazen karşılaştığımız “alan şovenizmi” ya da bilindik adla “bölgecilik”in; parçaların bütüne ait olduğunu, söz konusu parçaların bütünü oluşturan temel unsurlar olduğunu; bu nedenle her bir parçanın bütüne bağlı olduğu derecede diğer parçalardan öğrenebileceğini ve öğrenmesi gerektiğini kavramamaktan kaynaklandığını unutmamalıyız. Komünistler belli bölgelerde çalışırlar, her birinin sorumluluk üstlendikleri kendi alanı vardır ama onlar kesinlikle bölgeci olmazlar. Bütün sürecin, parçaların oluşturduğu bütünün gelişmesinden başka bir gelişme olanağının esas olarak olası olmadığını bilirler. Böyle olduğu için belli alanlardaki mevzi kayıplarına yönelik tartışmamız bütünün tartışılmasıdır; bu bakımdan her birimizin içinde olduğu bir tartışmadır
Özetle konu edeceğimiz sorunların “bize” ait sorunlar olduğu kabul edilmelidir. Burada sözü edilen biziz… Mevzileri kaybedenler o alanlardaki yoldaşlarımız değil onlarla beraber biziz. “Biz”den kastımız ise bugünkü bilincimiz dolayısıyla bugünkü ideolojik-teorik-politik içeriğiyle tüm eylemlerimizdir.
İlkin şunu belirtelim: olumsuz görünse de yeterli ve doğru bir önderlikle inşa edemediğimiz süreçlerin kayıplarla sonuçlanması yeterli ve doğru bir önderliğin önünü açmak bakımından iyidir. Yanlışın, yetmez olanın kaybetmesi öğrenmeye, yanlış olanı geride bırakmaya teşvik eder; bu nedenle bu tür kayıplar olumlu gelişmeler olarak da değerlendirilmelidir. Kuşkusuz bu söylemin hakkını vermek belirleyicidir. Aksi halde yenilmeyi, mevzi yitirmeyi kendi başına öğretici bir gelişme olarak kavramak bir şey yapmamayı, öğrenmek için çalışmamayı getirmemelidir. Bu türden bir “diyalektik” kavrayışın mekanik olduğu, öğrenmenin bilinçli bir eylem dolayısıyla bir çaba olduğunu ve aynı zamanda özneyi bilmemek, anlamamak olduğu açıktır. Kaybettikten sonra yapılması gereken kaybın nedenini sorgulamak ve bu nedeni olabildiğince yalın, açık hale getirip anlamaktır. Her süreçte, ister kazanımlarla isterse kayıplarla dolu olsun fark etmez, her süreçte yanlışları, hataları kavramak ve aşılmasını sağlamak temel bir önderlik yeteneğidir. Bize “olumluluklar” üzerinden yapılan propaganda, önderlik yeteneği bakımından aslında boşa iş yapmak anlamına gelir. Çünkü olumluluklar başarılmış, erişilmiş sonuçların ürünüdür. Oysa olumsuzluklar başarılmamış, erişilmemiş sonuçlara işaret eder. Önderlik yeteneğinin ilk özelliği başarılmamış veya erişilmemiş olanları görmesi ve bunları hedefleyen yönelimler; bu yönelimlere uygun politikalar belirleyebilmesidir. Bu nedenle en güçlü önderlik tarzı yenilgilerden, hatalardan, eksikliklerden, yanlışlardan doğru bilinci çıkartabilmektir. Bu nedenle kayıpları tartışmak çok önemli ve gerekli bir iştir; hatta en temel işlerimizdendir.
Kaybedilen mevzilerin aslında takip edilen veya yürürlükte olan politikanın yani çizginin bir sonucu olduğunu belirttik. Bundan hemen savunduğumuz çizginin yanlış olduğu sonucu çıkartılmamalıdır tabii ki. Hayata geçen çizgi ile savunduğumuz çizginin çelişmesi mümkün bir olaydır ve az rastladığımız bir şey de değildir; hayata geçirdiğimiz çizgi çoklukla savunduğumuz çizgi olmuyor! Bir genelleme olarak komünistlerin güçsüzleştiği, başarısız kaldıkları süreçlerde pratikte etkin olan çizginin aslında komünist çizgi olmadığı, komünistlerin böyle zamanlarda komünizmin ya da komünist hareketin ilkelerinden uzaklaştığı, ilkeleri ihmal ettiği görüşü doğrudur. Gonzalo Konuşuyor’da, kendisiyle yapılan söyleşide Gonzalo askeri strateji ve taktikleri ele alan analistlerin bunu şöyle ifade ettiklerini söyler: “… komünistler, ilkelerini uyguladıklarında, hiçbir zaman tek bir savaş kaybetmemişlerdir, savaşları sadece ilkelerini uygulamadıkları zaman kaybetmişlerdir.” Bazen “koşulların belirleyici olduğu”ndan hareketle “çizgi doğru olsa da hayata geçirilemeyebilir” denmektedir. Bu söyleme karşı temel argümanımız şudur: Çizgi zaten o koşulların incelenmesinden dolayısıyla koşulların içinden çıkartılmaktadır, çıkartılmalıdır. Koşullar elbette belirleyicidir ama bu belirleyicilik çizgi oluşurken de geçerlidir! Çizginin oluşturulmasından sonraki bir süreçten değil tam da en başta yani çizgi oluşurken de koşullar belirleyicidir. Nihayetinde devrimci çizgi dediğimiz şey “incelenmiş ve kavranmış koşulların değişmesi için”dir! Özetle, çizgi dediğimiz şey koşullara rağmen, koşulların dışında oluşturulan bir şey değildir. Eğer koşullara uygulanamayan, koşulların belirlediği genel sonuçlara, gene aynı anlamda gerçeklere uygun olmayan çizgiden söz edilmekte ise o çizginin inşasında koşulların incelenmesi gerçeklememiş olmalıdır. Bu durumda diyalektik materyalist yöntemin bir temel özelliği unutulmuş, ihmal edilmiş olmalıdır.
KOŞULLAR DEĞİŞİR Mİ?
Bu görüşe şöyle bir itiraz gelebilir: koşullar daima değişir dolayısıyla doğru çizgi de değişen koşulların etkisiyle ve koşulların belirleyici olmasından kaynaklı yanlış hale gelebilir. Komünistlerin kaybettikleri mücadelelerde çizginin hatalı olduğunu baştan kabul etmek bu nedenle yanlış değil midir?
Hayır, değildir. Çünkü komünist çizgiyi oluşturan ilkeler koşulların değişmesini de konu eder. Bu nedenle komünistlerin stratejik üstünlüğü kesindir. İşçi sınıfının politik hareketi olarak komünist hareket, koşulların değişmesini kendi aleyhine bir gelişme olarak algılamaz; aksine o var olan koşulların savunucusu, koruyucusu değildir; onun var olan koşullardan hiçbir çıkarı yoktur ve olamaz. Burjuva çizgilerin stratejik olarak başarısızlığa mâhkum olmasının nedeni sonuç olarak koşulların değişmemesinden yana olmalarıdır. Geniş ya da dar alanlarda veya süreçlerde burjuva anlayışın koşulların değişmesini kavrayamamasının ve çözümleyememesinin nedeni onun bu verili koşullardan beslenen karakteridir. Mevcut sömürü sistemine son vererek sömürü dünyasına son verecek ve kendisi de ancak böyle kurtulacak olan işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda hareket eden komünistler için koşulların etkisinde kalmak onun varlığıyla çelişir. Bu nedenle koşulların değişimi komünist hareketin daima dikkate aldığı bir olgudur, kendini bundan yalıtması olası olmadığı gibi bu değişime göz yumması da olası değildir. Kendini koşullardan yalıtma veya değişen koşullara göz yumma komünistlerin hareket tarzı değildir. Bu nedenle koşullardaki değişmeler komünist çizginin yaşama geçirilmesi sürecinde değerlendirilmesi kaçınılmaz verilerden biridir. İlkeleri ve koşullardaki değişmeleri, gerçekliğin somut biçimlerini göz önünde tutmak nihayetinde bir çizgi sorunudur.
Ayrıca koşulların değişmesinin de nicel ve nitel özellikleri olduğunu vurgulamak gerekir.
Çizgiden söz ederken bunun bir devrim programından beslendiğini de hatırlamak gerekir. Devrim programları belli sınıfların çıkarlarına göre örgütlenmiş sistemlere karşı yine başka belli sınıfların çıkarlarına göre örgütlenen sistemler yaratmak içindir. Dolayısıyla bir devrim niteliğinde olmadıkça koşullardaki değişimler mevcut egemen sınıfların çıkarlarını içeren sistemi alt üst edecek düzeyde olamaz; egemen sınıfların çıkarlarının gerçekleşme koşullarını alt üst edecek dolayısıyla devrimci çizginin değişmesini getirecek değişimlerin kendiliğinden gerçekleşeceğini düşünmek hatalı bir yaklaşımdır. Komünistlerin önderliğinde olmadıkça, bu anlamda işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda gerçekleşmedikçe koşullardaki değişmeler nitel özellikte olmayacaktır. Tabii burada toplumsal süreçlerden söz ettiğimiz unutulmamalıdır. Toplumsal sürecin dışında gerçekleşip toplumları da dönüşüme uğratacak farklı türden koşul değişimlerinden söz etmiyoruz; konumuz bunları içermiyor!..
UYANDIRICI TOKAT
Mevzi kaybetmek veya bir mücadele sahasında yenilgi almak, eğer öngörülüp daha büyük kazanımlar için kabul edilmemişse ve bilinçli bir politikanın ürünü değilse ilgili hareketin pratik çizgisinin sorgulanmasını gerektirir, dedik. Bu pratik çizginin söz konusu pratik kapsamında tartışılması temeldir. Kapsamı bu olan tartışmalarda bilinçli olmasa da kayıpların aslında beklenen, olası veya hak edilmiş kayıplar olduğu görülmektedir. Dolayısıyla bu sonucun, içinde olumsuzluk barındırıyor olsa da bir uyanışa yol açması bakımından değerli addedilmesi gerektiği düşünülmektedir. Bu düşünceye hak vermemek mümkün değil. Çünkü koşullara bağlanmış, kendiliğindenciliğin örgüsüne hapsolmuş düşünme biçimlerinin, gücünü aşan mevzilerde de “var olmayı zorunlu gören” yaklaşımların; bunlara yol açan çizginin yenilmesi yapılacak yığınla tartışmadan daha yararlı olabilmektedir. “Bir musibet bin nasihatten yeğdir” sözü bize pratikten öğrenmenin birçok kez daha kolay olduğunu öğretir. Uyanışa neden olan bir yenilginin, bir mevzi kaybının değerli olduğunu inkâr edemeyiz.
Şimdi çok rahat bir şekilde kaybettiğimiz mevzilerde gerçek bir varlık inşa edebilmiş değiliz, diyebiliyoruz. Kuşkusuz buralarda çalışan yoldaşlarımızın emeğini yok saymak ve onların yarattığı ilişkileri değersizleştirmek anlamına gelmemelidir bu söylenen. Aksine tartışmamız tam da bu emeği ve ilişkileri geleceğe taşıyacak niteliğe gelmek için olmalıdır. Bu nedenle buralardaki her yoldaşımızın geleceğe taşınmak istenen değeri anlamak için katkı sunması bizim için belirleyici değerdedir. Gerçek bir varlık inşa edememek, nihayetinde kitlelere dayanan, onlardan beslenen, onlarla daimî bir ilişki içinde gelişen ve var olan bir örgütlülük yaratamamaktır. Bu nitelikte olmasa da buna yaklaşık ilişkiler kurmuş yoldaşlarımız vardır ve olacaktır. Ne var ki bir varlık inşa etmek yani bir örgütlülük yaratmak kişiyle sınırlı güçlü ilişkilerden çok fazlasıdır. Buradaki temel ayrım yukarıda değindiğimiz türden bir politik çizginin örgütlenememiş olmasıdır.
Bu en temel gereksinimdir; kitleler kendilerini geleceğe sürükleyecek, bu devinim içinde etkinleşeceği, iktidar bilinci kazanacağı bir yapıyla beraber özünden kaynaklanan gücü kavrayabilirler. Aksi halde sürüklenmeden gene bahsedilse bile bunun arkasından sürüklenmek, iktidar bilincinden uzak, dolayısıyla yere yakın bir sürüklenme olacağı açıktır. Kitlelere gerçekleri açıklayan, sistemin işleyişini kavramış olarak kitleleri sisteme karşı bilinçlendiren ve en önemlisi onları kendi iktidarı için örgütleyen bir ‘varlık’ olmalıdır. Bu varlığın yaratılması komünist çizginin yaşam bulmasını gerektirir. Çalışmalarımızda sıklıkla eleştiri konusu yaptığımız kitle çizgisi konusu bununla ilgilidir. Kitlelere dönük hemen her çalışmanın değerlendirmesinde neredeyse kesin bir biçimde kitlelerin memnuniyetinden, bu çalışmaların sürekli olmamasından şikâyet ettiklerinden ve kitlelere dönük çalışmaların karşılığını mutlaka bulduğundan söz edilir. Çok tekrarlı bir sonuç olduğundan çıkarım uzun zamandır “gına getiren bir doğru” haline gelmiştir. Oysa bu “doğru” zaten varlığımızın temelidir; bu çıkarımı doğrulamak gibi bir amacımızın olması düşünülemez. Kitlelere gitmek, kitlelerin yanında olmak gibi söylemler komünistlerin başkalarından farkını gösteren bir özellik de değildir. Kitlelere bir anlayış temelinde, doğru kitle çizgisiyle gitmek, diyalektik materyalizmin bilgi teorisini kitlelerle ilişkilerde gerçekleştirmek, bunun somut koşulları üzerine düşünmek ve çalışmakla komünistler başkalarından ayrılır. Kitlelerle kurulan hemen her içtenlikli ilişkinin kuşkusuz olumlu sonuçları görülür; ne var ki bu durum söz konusu ilişkilerin devrimci nitelikte olduğunu göstermez. Bu devrimci ilişkinin verilerinden sadece biridir. Aslolan ise doğru çizgi temelinde, doğru çizgide var olan iktidar bilincini kitlelere taşıyan, işçi sınıfının nihai çıkarları doğrultusundaki hareketin bilincini yayan ilişkiler kurmaktır.
Yenilgilerden, gerilemelerden, mevzi kaybından sonra kendimizi kitlelerle ilişkilerimizin niteliği bakımından sorgulamamız ve ürettiğimiz devrimci bilgiyi geliştirmiş olduğumuz ilişkilere yedirmeliyiz.
DENEYİM TEMEL BİR ÖZELLİKTİR
Deneyim elde etmek kuşkusuz bütün süreçlerde değerlidir. Kaybederken de deneyim kazanırız. Bu tür deneyimi ayrıca değerli kılan özellik henüz ulaşamadığımız, sahip olmadığımız doğru anlayış, hareket tarzı, doğru kitle çizgisi hakkında bize özel bir biçimde yol göstermesidir: bize bizdeki zaafları apaçık gösterir. Komünistlerin mütevazı olduğu söylenir ve bu doğrudur. Mütevazıdırlar, çünkü onlar esas olarak başaramadıklarıyla ilgilidirler; sürekli ileriye yürümek, devrimci olmak tam da bundan kaynaklanır. Biliriz ki başarılarımız bizdeki olumlu veya doğru yaklaşımların ürünüdür. Bunlardan ötürü övünmek, bunların yeterli olduğunu varsayarak hareket etmek ne kadar anlamsızsa bunlara zaten sahip olduğumuz bilinciyle davranmak da aynı derecede anlamlıdır. Bununla beraber komünistlerin amacı kendilerindeki burjuva anlayışlarla sürekli mücadele içerisinde doğru çizgiyi en son ve en yeni sınıf olan işçi sınıfının çıkarlarıyla donanmış olarak onun geleceğiyle tamamen uyumlu diyalektik materyalist yaklaşımı hayata geçirmektir. Yenilgilerden çıkaracağımız dersler bizim için işçi sınıfının çıkarlarını hayata geçirmeye engel burjuva tutumların açığa çıkarılmasıdır. Bunlara gereken önemi vermek burjuva yanlarımıza karşı verdiğimiz mücadelenin ölçütüdür.
BÜTÜN HALİNDE HAREKET ETMEK
Kayıplarımızın temel nedenlerini tartıştığımızda önemli düzeyde bir odaklanma sorunu yaşadığımızı görüyoruz. Odaklanma sorununun iki biçimde gerçekleşebilir: birçok alana yönelmek ve birçok bakış açısıyla hareket etmek. İki durumda da işçi sınıfının çıkarlarını gerçekleştirmekte bir karmaşa olacağı açık olmalıdır.
Birçok alanda olmak veya görünmek alanlar arasında çizgiye uygun ayrımlar yapmamayı ya da yapamamayı içerir. Kitle çizgimiz örgütlenme çalışmalarında alanlar arasında ayrımlar yapmamız gerektiğini savunur. Bunu yapmak gerekir; çünkü dört bir yana yumruk sallamak yumruklarımızın genelde boşa savrulması anlamına gelir. Doğru alanları ve doğru kesimleri saptayarak çalışmak ise etkili olmamızı sağlar. Bunu öncelikle bütün için ele almak ve sıralı adımlarla parçalara yaymak gerekir. Parçalardan başlatılacak ayrımların odaklanmaya hizmet etmeyeceği öngörülebilir; odaklanmayı kendinde, baştan oluşturmamış bütünün bunu parçalarda sağlaması olanaksızdır. Bütünün belirlediği ayrımlara göre hareket eden parçaların üreteceği çalışmalar sonuç olarak bütünün perspektifini dolayısıyla bütünün kendini üretmesini getirir. Bu noktada parçaların kendini üretmesi bütünle kurulu ilişkiden ötürü daha başarılı ve güçlü olacaktır. Alanların kendi aralarında karşı karşıya gelmesi ve bununla beraber farklı bakış açılarının oluşmasına paralel uzlaşmazlığa doğru giden çatışmaların meydana gelmesi bu yolla daha olanaksız olur. Kitle çizgimizin sürekli ve aslında diyalektik materyalist bilgi üretimine uygun olarak bütünden parçalara ve parçalardan bütüne doğru hareket etmesi de bu yaklaşımla olanaklıdır. Komünistlerin örgütlenmede merkeziyetçi bir yapının gerekli olduğunu savunmaları ve demokratik merkeziyetçi ilkeye göre örgütlenmelerinin bir nedeni de budur. Sadece bütün halinde hareket etmeyi sağlayacağı iddiasıyla değil somut koşullardan sağlanacak bilginin devrimci bilgiye dönüştürülerek yaşama geçmesinin bu yolla mümkün olacağı düşüncesiyle de bu ilke savunulmaktadır. Parçalardaki odaklanmanın bütün tarafından belirlenmesi ve parçaların kitle çizgimize ve bununla bağlantılı olarak devrimden çıkarı olan kesimlerin devrimdeki rollerine göre örgütlenmeleri merkeziyetçi örgütlenmenin temel çalışma tarzıdır. Buna göre çalışılmadığı durumda odaklanmak, dört bir yana yumruk sallamaktan uzaklaşmak olanaksızdır. Temelde aynı sorunları, aynı sınıf mücadelesi konularını, aynı sınıf çıkarlarını tartışmak, savunmak ve bunlara göre çalışmalar üretmek için bu tarz üzerinde önemle durmalıyız. Kaybettiğimiz mevziler karşısında parçaların sorumluluğu bu sorunların ortaklaşması bakımından temel alacağımız tartışma konularından biridir. Bunu bütünden başlatmak da aynı konuya dahildir kuşkusuz.
Bu anlayışımıza şunu da eklememiz gerekir: kitle çizgimize uygun biçimde yapılacak ayrımlara göre alanlara yönelmek geniş kitlelere ulaşmanın doğru tek yoludur. Geniş kitlelere ulaşmayı amaçlayan çalışmalar içerden dışarıya doğru halkalar biçiminde genişleyen bir hareket izlemelidir. Yüzünü geniş kitlelere dönmek ama bunun yaparken kitle çizgisine uygun bir analizle en yakınındakini görememek, en yakınındakine yönelmemek çalışmaları dağıtır ve kitlelerle dağınık, sistemsiz bir şekilde gitmeyi getirir.
Son yıllarda devrimci-demokratik hareketin ciddi derecede dağınık ve sistemsiz çalışmalar ürettiğini ve bunun sonucu olarak da “kendi kendini tasfiye” etmekte olduğunu görüyoruz. Bu durum kitle çizgimiz içinde ele alındığında önemli ve halihazırda gereksinim duyduğumuz ciddi sonuçlar çıkacağını söylemeliyiz. Hangi kesimler içinde örgütleneceğimizi kitle çizgimiz temelinde ele almamız ve bütünden başlayan bir doğru yönelime girmemiz zorunludur.
SOMUT KOŞULLARIN BİLGİSİNİ TEMEL ALALIM
Tartıştığımız konunun bir ayağı da kadro problemidir. Kaybettiğimiz mevzilerdeki kadro yetmezliği sonuçtan hareketle de görülebilirdir. Ne var ki bu yetmezliği temel neden gibi öne almak yanlıştır. Öncelikle bu alandaki yoldaşlarımız alanlarını bilen ve buralarda belli vasıflar kazanmış kadrolardır; bu alanın çalışanları olarak buralardaki somut koşulların bilgisini taşıyanlardır. Kadronun en önemli özelliği bu türden bilgiye sahip olmasıdır. Dışarıdaki başka birisi bu türden bilgiye henüz sahip değildir. Dolayısıyla kitle çizgimizi hayata geçirecek çalışmaların temel unsurları yine aynı alandaki kadrolarımız olmalıdır. Onlarla beraber kitle çizgimize ve yukarıda değindiğimiz odaklanmaya uygun olarak harekete geçecek yoldaşlarımız bu alanlar için “kadro adayı” olarak görülmelidir. Kuşkusuz doğru bir odaklanma ve bütünlüklü bir çalışmanın bu adayları daha etkin kılması beklediğimiz, olumlu bir gelişme olacaktır. Bu noktada “kadro bekleme”nin aslında bir zaaf olduğunu, kadro olmanın içini dolduran bilginin, somut koşulların bilgisinin bu alanlarda çalışma yürütmüş yoldaşlarda olduğunu, dolayısıyla “kadro beklentisi”nin gene bu yoldaşların doğru yöneliminde gizli olduğunu savunmalıyız.
Sınıf mücadelesi savunduğumuz çizginin ve ilkelerin yaşama geçmesi, kitlelerle buluşması için büyük fırsat içermeye ve yer yer sunmaya devam ediyor. Bu çizgiye ve ilkelere göre çalışmayanların sonuç olarak başarısız olacakları bizim için nettir. Kaybettiğimiz her yerde büyük fırsatlar var olmaya devam ediyor. Sınıfın çıkarları doğrultusunda düşünmek, hareket etmek ve bunun gerçek devrimci alternatif olduğunu somutlaştırmak için her gelişme özenle incelenmeli ve deneyimli olmanın tüm avantajlarını kullanmalıyız. Çünkü sınıfın kazanmak zorunda olduğu ve elbette kazanacağı bir çalışmanın parçalarıyız; bu devrimci bir misyondur. Bu misyonu taşımanın onurunu taşıyoruz. Bu onuru somutlaştırmanın, güçlendirmenin ve yaymanın kıvancını da yaşayalım.