Bir dizi doğal felaket ve son olarak tüm dünyayı kuşatan koronavirüs salgınından dolayı oluşan çok katmanlı ve boyutlu krizden dolayı 2020 felaketler yılı olarak işaretlenmeye çalışılıyor. Salgının yarattığı sağlık krizinin sorumluluğunu doğaya yükleyen emperyalist-kapitalist sistem, sosyal-ekonomik krizi de virüsün sırtına yükleme peşinde. Böylece aslında birikerek gelen ve büyük bir patlamaya dönüşen ekonomik krizin daha derin ve büyük bir politik krize dönüşmesini kontrol etmeye çalışıyor. Oysa 2020’de yayılan ve tüm dünyayı saran koronavirüs salgınının nedeni de salgının ortaya çıkardığı sağlık sorunu, sosyal ve ekonomik kriz de sistemin kendisidir.
Emperyalist-kapitalist sistem, ezilenlere 2020’yi “kayıp yıl” olarak yutturmaya çalışırken kendileri için daha fazla kazanç elde edecek bir yıla çevirme mücadelesinden ise hiç geri durmamaktadır. Bir yandan on milyonlarca insan salgının pençesine bırakılırken milyonlarcası alınan tedbirler gerekçe gösterilerek işsizler ordusuna dahil edilmiş, emekçilerin ekonomik kayıpları “normalleştirilmeye” çalışılmaktadır. Peki emperyalist kapitalistler ve onun zincirine bağlı gerici egemen sınıflar ne yapmaktadır? Onlar genel siyasi çizgilerinde, amaç ve hedeflerinde, yönelimlerinde hiç sapmadan ilerlemektedirler. Ekonomik saldırganlık, askeri saldırganlık, kendi aralarındaki çelişkinin keskinleşmesi, pazar alanlarını koruma ve genişletme mücadelesi, emeğin tepesine daha pervasız ve acımasız bir şekilde çökme hesaplarında bir anlık mola bile yoktur.
ABD, AB, Rus, Çin emperyalistleri ve bilumum gerici devletler emekçileri salgınla baş başa bırakıp tüm odaklarını salgınla mücadeleye verdiklerini yalan söyleyerek ifade etmektedir. Bu yalanı söylerken Ortadoğu ve Körfez’de durmaksızın süren bir gerginlik ve savaş iklimi söz konusudur. Diğer yandan Akdeniz ve Kuzey Afrika’da pazar alanlarını kontrol etme, enerji yataklarına hakim olma ekseninde Libya’nın parçalanmasını da içeren egemenlik ve iktidar savaşları sürmekte, körüklenmektedir. Asya Pasifik’te ABD ve Çin arasında gerginlik askeri yığınakların sürekli tahkim edilmesiyle ilerlemektedir. Son olarak ise Minsk grubu içindeki (Fransa, ABD ve Rusya) diğer alanlardaki çatlaklar Ermenistan-Azerbaycan gerginliğinin tırmandırılması ile sürmektedir. Bu meselede Türkiye’nin de parmağı olduğu, en azından çatışmayı körükleyecek bir siyaset izlediği açıktır.
SORUNLU BÖLGELER VE BÜYÜYEN ÇATLAKLAR
Bu sayfalarda ve bu yayında defalarca ihtilaflı olan her bölgede emperyalistler arası çatışma ve gerginleşmeye paralel olarak gerginliğin, çatlakların artarak devam edeceği belirtilmiştir. Rusya’nın Gürcistan, Ukrayna’da askeri müdahale ile Kırım’ı kendine bağlaması, Gürcistan’dan ayrılarak Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlığını sağlaması ve Donetsk bölgesinde Ukrayna’nın parçalanma sürecini tetikleyen müdahaleler olmuştur. Öncesinden ise fiili parçalanma ve ayrışma zemini Irak’ta, 2011 sonrası ise Suriye’de gerçekleşmiştir. Aynı dönem içinde Libya’da benzer bir akıbete uğramış bugün gelinen nokta Libya’nın parçalanmışlığını tescilleyecek düzeye ulaşmıştır. Bu tablo hiç kuşkusuz dünya genelinde sorunlu, problemli ve ihtilaflı her alanda büyük enerji birikimlerine, gerginlik ve çatışmaya da zemin sunmaktadır. Azerbaycan-Ermenistan çatışması da bu alanlardan birisidir. Kaşınmaya, körüklenmeye uygun tarihsel, jeo-stratejik, politik bir yapısı vardır. 12 Temmuz’da yaşanan çatışma ve gerginliği rutin olan bir durum olarak okumak yerine içinden geçilen sürecin çelişkileri ile değerlendirmek yerinde olacaktır. Hiç kuşkusuz ABD-Rusya arasındaki gerginliğin, Libya ve Suriye’deki uzantısı olarak okumak olanaklıdır. ABD’nin, Rusya’nın zayıflatılması ekseninde Kafkasya’da geçmişten bugüne yönelimi olduğu, bunun bir parçasının da Azeri-Ermeni gerginliği olduğu bilinmektedir. Bütün emperyalist güçlerin her iki güçle de ilişkilerinin bir dengede olduğu, her ikisini de kendine bağlamanın yolu olarak bu gerginliği daha fazla kullandığı açıktır. Bu eksende bu alanda yaşanacak gerginlik, çatışma ve sorunun Rusya’nın istemediği bir durum olması “arka bahçesinde huzur” politikasından kaynaklı bir başka gerçektir.
Azerbaycan-Ermenistan gerginliğini ABD eliyle Türk hakim sınıflarının körüklemesi durumu da söz konusudur. Özellikle Rusya ile İdlib, Libya’da karşı karşıya gelen Türk egemen sınıflarının Azerbaycan-Ermenistan gerginliği ile Rusya’yı rahatsız etmesi açık taraf olduğunu ilan ettiği bu meselede olasıdır. Ki ortaya çıkan gerginlik sonrası Ermenistan’a yönelik “Bunun bedelini ödeyecekler”, “Türkiye tüm imkanlarıyla Azerbaycan’ın yanındadır” şeklindeki açık tehdit ve konumlanış hem geleneksel bir devlet politikasının parçası hem de yaşanan çelişkiler içinde gerginliği tırmandırmayı amaçlayan yaklaşımın sonucudur. Her meselede olduğu gibi bu meseleyi de içerde şovenizmin ve askeri saldırganlık politikasının uzantısı olarak ele alan bir tutuma dönüştürmüştür. Ancak yaşanan bu gelişme iki yanıyla önemsenmelidir. Birincisi, ihtilaflı olan bölgelerdeki çatlakların derinleşmesinin devam etmesi ve büyüyen çelişkilere genel konjonktürün çarpan etkisi yaratmasıdır. İkincisi ise ABD-Rusya arasında yaşanan çelişkilerin ve bu bağlamda Türk egemen sınıflarının da parçası olduğu gerginliğin Rusya’nın arka bahçesine sıçratılmak istenmesidir.
OLAĞANDIŞILIK EMEKÇİLERE, OLAĞAN HAREKET ETME GERİCİLİĞE!
Bu ve genel bağlamda emperyalistler arası rekabet ve onların uşaklarının da dahil olduğu savaşım, çıkar mücadelesi her durum ve koşulda kan, gözyaşı, ölüm, zulüm ve acımasız sömürü çarkları kurularak devam etmektedir. Bunun yanında içerde de saldırganlık dozu salgının yarattığı sonuçlarla tırmanmaktadır. Küçülen ekonomiler, sermayenin birikim krizi, aşırı üretimin yarattığı sonuçlar işçi sınıfına, emekçilere ödetilmektedir. İşsizler pazarı o denli kabarmıştır ki öldürücü ve yıkım içeren bir tablo söz konusudur. Bunun yanında dünya genelinde ekonomik krizin yanında politik kriz ve bunun yarattığı bir saldırı dalgası söz konusudur. Bu saldırı dalgasının en önemli ayağı ise ırkçılık, şovenizm, halklar arasında düşmanlaştırma siyasetidir. Geniş kitlelerin özgürlüklerinin, sosyal ve politik haklarının kısıtlandığı, sanatsal-kültürel-sportif faaliyetlerinin dahi daraldığı bir süreç yaşanmaktadır. Bu durum yönetmeye dair sorunları boyutlandırmaktadır.
Türk hakim sınıfları ise tek yanlılıktan malul dış politikası ve içerde toplumsal yarılmayı körüklerken hak ve özgürlüklerin gün be gün daha fazla kısıtlanması durumu bir yönetme biçimi olarak hayata geçmektedir. Çok boyutlu ve çok yönlü bir şekilde çelişki yaratan, ezilenler cephesinde öfkeyi körükleyen bu durum; egemenler arası çelişkiyi, geniş çerçevede komşularıyla olan çelişkiyi, ezilen Kürt ulusu ve diğer milliyetlerle ve de inançlarla olan çelişkiyi, halk yığınlarıyla olan çelişkiyi boyutlandırarak arttırmaktadır. Buna bir de bölge halklarında yaratılan endişe ve kaygıyı da eklemek gerekir. Bu tablo katman katman her cephede sorunların Türk hakim sınıfları aleyhine ilerlemesini getirmektedir. Bu tablo devrimci süreç açısından büyük fırsatların da yatağı anlamına gelmektedir. Kitleler ciddi bir arayış içindedir. Devrimci hat ve çizgi var olan çelişkileri doğru okumak ve kitleleri siyasi yönelimine ikna etmekle ancak güç olma olanağına kavuşacaktır. İçinden geçtiğimiz koşullarda kitlelerin arayışını, beklentisini iktidar perspektifli yaklaşımla kavrayarak politik güce çevirmek komünistlerin en önemli sorumluluğudur. İnceleyerek, üreterek, politikayı kitlelere taşıyarak ve örgütlemede kararlı ve ısrarlı durarak, en ileri olana yaslanarak süreci karşılama olanakları yaratılabilecektir.