TC devleti organizeli bir katliam şebekesidir. Muhalif olan herkesi bastırmak, zindana atmak yanı sıra katletmekle tarihini şekillendirmiştir. Bunu doğrudan kolluk güçleri ile yaptığı gibi isimleri çete, gladyo, komando, kontrgerilla vs. şeklinde döneme göre değişen ama işlevi suikast ve katliam olan güçleri de devreye sokmuştur/sokmaktadır. Bu güçler doğrudan devletin istihbaratı ve özel birimleri ile çalışıp yönlendirilir. Topal Osman’dan Ogün Samast’a, Alaaddin Çakıcı’dan Ömer Güney’e hepsi bu organizasyonun parçası ve uzantısıdır. Devlet bu güçlerle muhalifleri, yurtseverleri, devrimcileri, komünistleri katleder ve işi bittiğinde tetikçilerini de ortadan kaldırır. Bu bir gelenektir. Bu yolla onlarca aydın, yüzlerce devrimci ve komünist katledilmiştir. Ama asıl olarak on binlerce Kürt bu şekilde 90’larda ve devamında bu yolla kıyımdan geçirilmiştir.
Faşizm sadece Türkiye’de tespit ettiği devrimcileri, yurtseverleri, komünistleri katletmekle kalmıyor. Yurt dışındaki devrimci ve yurtseverler de Avrupa’da tespit edildiklerinde Türk devletinin yönlendiriciliğinde, uzantılarının veya MİT elemanlarının görevlendirilmesiyle katlediliyorlar.
TKP/ML’den Katip Saltan 1981, Nubar Yalım ise 1982 yılında Hollanda ve Almanya’da;
1994 yılında Londra’da sendikacı Mehmet Kaygısız, Kürdistan Dayanışma Komitesi Başkanı Teofilas Yorgiadis 20 Mart 1994’te Lefkoşe’de evinin önünde;
31 Aralık 1994’de Halkın Günlüğü taraftarı olan Nurettin Topuz, Mustafa Akgün, Mustafa Aksakal Almanya’da;
Son olarak Paris’in ortasında 9 Ocak 2013’de PKK kadroları ve sembol isimleri Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez Faşist Kemalist diktatörlüğün katlettiği devrimcilerdir.
Bu katliamların her biri karanlıkta kalmıştır. Yakalanan tetikçilerden kimisi TC’nin istihbarat elemanı olarak sahiplenmesiyle serbest bırakılmış, kimisi hiç açığa çıkmamıştır. Paris katliamının tetikçi Ömer Güney ise soruşturma sürerken “hastalanarak” ölmüştür. Böylece bu dosya da kapatılmıştır.
Özellikle Paris’te üç devrimci-yurtsever kadının katledilmesi sonrasında, benzer katliamların yapılabileceğine dair birçok veri söz konusudur.
Almanya’nın resmi kurumlarına göre TC’nin 5-6 bin ajanı vardır. Bunun yanında Türkiyeli ve T. Kürdistan’lı kitlelerin olduğu her ülkede istihbarat faaliyetleri söz konusudur. Bu istihbarat çalışmasının bir amacı devrimci-demokrat faaliyetlere hakim olmayı içerirken, bir yanı da katliam yapma olanaklarının yaratılmasını içermektedir.
Son dönemlerde belirlenmiş devrimci, yurtsever güçlerin MİT’in görevlendirdiği özel birimlerce katledileceği bilgisi adeta ayyuka çıkmıştır. Türk devletinin Avrupa’da yeni katliam planları yaptığı artık bilinen bir gerçektir.
Nitekim Alman devletince açığa çıkartılan son MİT elemanlarının kayıtlarında ve ellerindeki listede birçok Kürt kurum yöneticisi ve siyasetçisinin isimleri çıkmıştır. Bu hazırlığın somut planlamaya dönüştüğünün işaretidir. Yine HDP milletvekili Garo Paylan’ın genel olarak Avrupa’da yaşayan muhalif kesimlere yönelik suikast hazırlığı yapıldığı iddiası oldukça yenidir ki AKP yandaşı medyada kimi köşe yazarları açık açık “birkaç kişiyi öldüreceksin ibreti alem olacak” şeklinde yazma noktasına gelmiştir.
Faşizm özellikle Kürt halkı ve Kürt siyasetçilere yönelik özel bir yönelim ve katliam planları içindedir. Paris’te Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in katledilmesi bunu yapabileceğinin en somut göstergesidir.
Bu katliamların MİT tarafından gerçekleştiği bilinmeyen bir sır değildi. Ancak PKK’nin MİT’e gerçekleştirdiği operasyon ve ele geçirilen MİT’çilerin itirafı ve ele geçirilen belgelerle somut bir şekilde ispatlanmıştır. “Şehit Sakine Cansız Devrimci İntikam Operasyonu” adı altında yapılan operasyonun sonucu üst düzey iki MİT yöneticisinin itirafları, İmralı’da bizzat “çözüm süreci” görüşmelerine katılan MİT yöneticisinin bu katliamı planladığını gösterdi. Türk devletinin “çözüm süreci” ile Kürt meselesine dair başlattığı süreci yönetme biçimlerinden birisi de bu türden katliamlar yapmak olmuştur. Bu hem masada elini güçlendirmek için verdiği mesaj, hem de böylesi “yumuşak politik iklimde” ortaya çıkan fırsat ve olanakları devrimci-yurtseverleri katletmek için kullanmak şeklinde olmaktadır. Zira böylesi politik iklimlerde suçunu reddederek, sorunu bir “iç hesaplaşma” manipülasyonuyla sunma, kitleler nezdinde ve Kürt hareketi içinde güvensizlik ortamı yaratma politikası şeklinde okumak gerekir.
PKK’nin gerçekleştirdiği MİT operasyonu ile Sakine Cansız ve arkadaşlarının katliamının nasıl gerçekleştiğine dair komünist ve yurtseverlerin çözümleme ve ilan ettikleri suçlu açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bu operasyon aynı zamanda devletin özellikle PKK’ye yönelik yeni bir operasyon planlaması aşamasındayken karşı-istihbarat eylemi olarak şekillenmiştir. Türk devleti barış ya da savaş koşullarının var olduğu her durumda bu türden katliamlara sürekli hazır durmakta, bu eksende planlamalar ve girişim içinde olmaktadır. Son yaşanan gelişmeler bunun açık bir göstergesi olmuştur.
Avrupa devletlerinin bu suikastlarda ya işbirliği yaptığı ya da gerçekleştikten sonra olayın üstünü örttüğü bilinmektedir. Emperyalist gericilikle faşist diktatörlük komünist-devrimci ve yurtseverlere saldırıda ortak hareket etmektedir. Alman devletinin 2015’de gerçekleştirdiği ve 10 komünisti tutukladığı operasyon bu kapsamdadır. Yine bir çok yurtseverin ve devrimcinin tutuklanması aynı ortaklığın ve saldırganlığın ürünüdür. Paris Katliamı’nın beşinci yılında gerçekler MİT’çilerin PKK tarafından ele geçirilmesi ile birlikte bu ortaklık ve işbirliği açık şekilde ortaya çıkmıştır. Bu katliamlara duyarsızlık Türk devletini ve Avrupa emperyalist devletlerini cesaretlendirecektir.
Unutmayalım ki halkın cesaretini ve örgütlü duruşunu hiçbir güç yenemez. Yaşanan katliamların hesabını soran bir mücadele süreci örgütlemediğimiz, karşı çıkışı sokaklara meydanlara taşımadığımız takdirde saldırının kapsamı büyümektedir. Yeni katliam planları ve Avrupa’da tutuklama furyaları devam edecektir.