Lenin; “Tarihte hiçbir sınıf kendi içinden, hareketi örgütleme ve yönetme yeteneğinde olan kendi politik önderlerini, öncü savaşçılarını yaratmadan egemenliğe ulaşmamıştır” diyor. Dünya devrim hareketlerinin etkisiyle meydanları tutuşturan, ezenlere karşı başkaldıran kitleler kendi önderlerini de yaratmıştır. İşte böylesi bir süreçte mücadelenin bağrından Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya genç devrimci ve komünist önderler olarak çıkmıştır. İbrahim Kaypakkaya’yı diğer devrimci önderlerden ayıran bir çıkışı değil, kopuşu ifade eden komünist karakteridir. O, revizyonizmden net kopuşun yanında, Kemalizm, ulusal sorun, ülkemizde devrimin yolu ve sınıfların tahlili gibi temel meselelerde de küçük burjuva-oportünist hareketlerle arasına keskin ayrım çizgileri koymuştur.
Kaypakkaya yoldaş Marksizm’i kendisine bir eylem kılavuzu olarak belirlemiş ve bu berrak kavrayıştan dolayı da devrimin temel sorunlarına oluşturduğu yanıtta komünist bir niteliğe ulaşmıştır. Ülkenin sosyo-ekonomik yapısını MLM biliminin ışığında incelemiş ve çıkardığı sonuçla devletin niteliğini saptamış ve tüm bunlar onu devrimin yolu konusunda ertelenemez görevlerin tayinine sürüklemiştir. Devrimin ancak KP önderliğinde gerçekleşeceği netliği Proletarya Partisi’nin ve Halk Ordusu’nun kuruluşunun ilanı ile tamamlanmıştır. O döneminin açığa çıkardığı diğer devrimci önderlerden farklı olarak sistemin tüm dokularını deşifre ederek parçalamış, tüm yönleriyle açığa çıkarmış ve bu yapının yıkılması için temel görevleri saptamıştır.
Onun büyük bir cesaretle dillendirdiği fikirlerinin, aradan geçen 48 yıllık zaman dilimine rağmen geçerliliğini ve güncelliğini koruyor olması, fikirlerine kaynaklık eden MLM biliminin rehberliğinde ülke gerçekliğinde somutlanmış olmasıdır. Onu aşma ve yenileme adına yola düşenlerin, onun çizgisinden sapanların demirledikleri limanın sistem içi mücadele olması bir tesadüf değildir. “Yenilenme” diye ifade edilenin komünist çizginin “aykırılıklarını” terk etmek olduğu ve sistemin kabul edilebilir çizgisinde buluşma olduğu artık aşikardır. Komünist çizginin ilan edildiği günden bugüne, kendini her türlü ideolojik saldırı ve kuşatmaya karşı koruduğu ölçüde “aykırı” ya da “dogmatik” oluşu temsil ettiği sınıfın çıkarları ve kurtuluşu uğruna yürüttüğü çetin mücadeleden vazgeçmemesindendir.
48 yıllık tarihsel birikim, geçilen çetin mücadele kavşakları, oluşturulan birikim ve deneyime bakıldığında komünist partisi içten ve dıştan yönelen tüm ideolojik kuşatma ve saldırılara karşı kararlılıkla mücadele yürütmüştür. Bu duruş ve kavrayış önderinden kendisine devredilen bir mirastır ve her kuşatma bu tarihsel sorumluluk ve görevle yerine getirilmiştir.
Kaypakkaya yoldaş içinde bulunduğu koşullarda komünist çizgiyi inşa etme mücadelesini başta revizyonizm olmak üzere her türden küçük burjuva ideolojiye karşı yürüttüğü mücadele ile gerçekleştirmiştir. Şefik Hüsnü TKP’sinde temsilini bulan revizyonizmin ipliğini pazara çıkarmakla kalmamış, Türkiye proletaryasının ve ezilen halkın gerçek öncüsüne kavuşmasını da sağlamıştır. Revizyonizme indirdiği darbeyle sadece reddi ilan etmemiş aynı zamanda işçi ve köylülerin gerçek öncüsüne kavuşmasını da sağlamıştır. Bu nedenledir ki Kaypakkaya yoldaş sadece yıkım değil inşa görevini de doğru biçimde kavramış ve hayata geçirmiştir.
İBRAHİM KAYPAKKAYA’NIN GÖRÜŞLERİNİ YENİLEMEK Mİ, YENİLMEK Mİ?
İbrahim yoldaşın 48 yıl önce ortaya koyduğu tezlerin tümü bugün güncelliğini ve geçerliliğini korumaktadır. Onun fikirlerinin hayata geçirilmesi ve belirlediği savaş yolundan yürünmesi ancak kavganın ateşten gömleğini giymekle mümkündür. Bu cüreti kuşanamayanların, bir süre sonra “Kaypakkaya’yı güncellemek” adına çıktıkları yolda, yenilmeleri ve savrulmaları boşuna değildir.
“Yenilenme” iddiasıyla yola çıkanların ülkemizde devletin niteliği ve karakteri konusunda kabul edilen fikirlerin tümü bu dönem içinde tepetaklak olmuş ve sistem sınırları içinde mücadele durağına tutunabilmiştir. “AKP faşizmi” ile “AKP faşizmine karşı mücadele” söylemi ile temsilini bulan bu anlayışların devrim ve siyasal iktidar mücadelesi uzun bir dönemdir “AKP faşizmini” yıkmakla sınırlanmış durumdadır. İktidara hangi faşist kliğin geleceğinden “bağımsız” olarak sürdürülen bu kavga, kitlelerin bilincini de dumura uğratmaktadır. Faşizmin ülkemizde AKP ile koyulaşan renginden dem vuranlar, Kemalizm ve faşizm konusunda kafaları fena halde karışık olanların ürettiği teorilerdir. Faşizmi bir devlet biçimi olarak en azından bir dönem de olsa kabul edenlerin dünyası ve rüyası AKP ve Erdoğan’la sınırlanmış durumdadır.
Bu anlayışların kitlelere taşıdığı bilinç ise esas olarak devlet iktidarının yıkılması, proletaryanın kendi iktidarını kurması değil, halkın başka bir faşist klik tarafından sömürülmesidir. Kitlelerin faşist devlet yönetimi altında ezildiği, sömürüldüğü, soluksuz bırakıldığı, tüm demokratik haklarının elinden alındığı gerçeği rafa kaldırıldığı günden bugüne bir dizi reformist, tasfiyeci ve küçük burjuva devrimci hareketin sistemin başka bir faşist kliğinden medet umması proletaryanın sınıf çıkarlarından uzaklaşmanın bir tezahürüdür. Sadece ülkemizde yapılan seçimlerde geliştirilen politikalara ve ittifaklara bile bakıldığında bu gerçek en çıplak şekilde görülecektir. İbrahim Kaypakkaya yoldaş devletin niteliğini tahlil ederken meselenin bu kısmına dair net bir cevap vermiştir: “CHP’nin devletçiliğinden ilericilik, devrimcilik keşfeden “sosyalist” (!) Hitler faşizminin de ‘devletçi’ olduğunu görmeyecek kadar kör, kafasız budalanın tekidir.” Komünistlerin tüm bu süreçlerde “aykırılıklarını” ortaya koyan politikalarla hem devlete karşı hem de reformist ve tasfiyeci hareketlere karşı geliştirdiği mücadelenin “dogmatizm” ile yaftalanması da elbette tesadüf değildir. Tasfiyeciliğin rüzgarı ile dönemin ruhunu ve kitlelerin taleplerini yakalamakla övünen “devrimci öznelerin”, rüzgarın akışına karşı mücadele edenleri dogmatizmle eleştirmeleri de anlaşılırdır. Çünkü komünist çizgi kendisini sistemin belirlediği hatta, bu mücadelenin yaratacağı kırıntılarla yetinmez, o sistemi hedef alır ve sistemi tüm hücreleriyle alaşağı etmeye yönelir. O kitlelerin taleplerine kulak verir ancak bununla yetinmeyerek, onları siyasal iktidar mücadelesine kanalize eder. Sistemin başka bir faşist kliğini kurtuluş adresi olarak göstermez. Bu kliğin iktidara gelmesi için mücadele etmez ve bu amaçla yürütülen bütün mücadeleleri teşhir eder.
İbrahim Kaypakkaya yoldaşı yenileme iddiasıyla yola çıkanların yöneldikleri diğer temel konu Kürt ulusal sorunudur. O, ülkemizde ulusal soruna dair yaptığı değerlendirme ve tespitlerde sadece geçmişe değil aynı zamanda geleceğe de ışık tutmuş ve bu ışık her daim yanmıştır. Ulusal soruna Leninist yaklaşımı, ülkemiz gerçekliğine hiçbir tartışmaya yer bırakmaksızın net biçimde uyarlamıştır. Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı ilkesini ulusal soruna yaklaşımda temel ilke olarak belirlemiş ve komünistlerin ulusal sorun konusundaki bakış açısını belirlemekle kalmayarak bu konudaki görevlerini de tayin etmiştir. İbrahim Kaypakkaya’yı güncelleme görevini kendilerine tayin edenlerin öncelikle redde soyundukları ulusal sorunun çözümünde geliştirilen ilkelerin reddi olmuştur. Kaypakkaya yoldaşı her konuda güncelleme uğraşına düşenlerin tıpkı son örnekte de olduğu gibi konakladıkları yer ulusal hareketin belirlediği bahçenin içi olmuştur.
Proletaryanın ideolojisinden kopuş ve uzaklaşmanın yarattığı bu gidişatın, pazarda alıcı bulması için çığırtkanlık kısmında geliştirilen “sosyal şovenizmin etkilerinden sıyrılma”, “Kürt ulusunun acılarına ortak olma” ve nihayetinde “Kürt hareketinin mücadelesi ile dayanışma” en çok bilinenlerdir. Proletaryanın diğer tüm meselelerde olduğu gibi ulusal sorunda da kendi bağımsız çizgisini terk etmenin yarattığı bu trajik sonda, geride bırakılan temel konulardan biri de ulusal sorunun gerçek çözümünün ancak komünistler tarafından gerçekleştirileceğidir. Bu görev hiç tereddütsüz terk edilmiş ve bir kenara bırakılmıştır.
Diğer tüm sorunlarda olduğu gibi ulusal soruna da proletaryanın çıkarları doğrultusunda bakmayı rafa kaldıranlara, ulusal hareketin mücadelesine eklemlenen, onun milliyetçi taleplerinin bayraktarlığını yapan, proletaryanın kendi bağımsız bayrağını bırakarak ulusal burjuvazinin bayrağını taşıyanlara İbrahim Kaypakkaya yoldaşın yaptığı belirlemeyi bir kez daha hatırlatıyoruz: … “dördüncü olarak, milliyeti ne olursa olsun, bilinçli Türkiye proletaryası çeşitli milliyetlere mensup burjuvazi ve toprak ağalarının kendi üstünlükleri ve imtiyazları için yürüttükleri mücadelede tamamen tarafsız kalacaktır. Bilinçli Türkiye proletaryası, Kürt Milli Hareketi içindeki Kürt milliyetçiliğini güçlendirmeye yönelen eğilime asla destek olmayacaktır; burjuva milliyetçiliğine asla yardım etmeyecektir; Kürt burjuvalarının ve toprak ağalarının kendi üstünlükleri ve imtiyazları için giriştikleri mücadeleyi kesinlikle desteklemeyecektir; yani, Kürt milli hareketi içindeki genel demokratik muhtevayı desteklemekle yetinecek, onun ötesine geçmeyecektir.” (Bütün Yazılar, İbrahim Kaypakkaya)
“Yenilenme” olarak formüle edilen gerçek, esas olarak İbrahim Kaypakkaya yoldaşın belirlediği komünist çizgiden arınma ve reformizmi kuşanmadır. 48 yıllık yürüyüşte “aşma” iddiası ise yola çıkanların neyi aştıklarına bakıldığında, neyden arındıkları da daha net anlaşılacaktır. Ya sistemin temsilcileriyle yan yana saf tutulur hale gelinmiştir ya da savaş ve mücadele kaçkınlığında temsil bulan kavga teorileri geliştirilmiştir.
ONUN YAKTIĞI MEŞALE YOLUMUZU AYDINLATMAYA DEVAM EDECEK!
“Marksizm bizi, sınıflar ilişkisinin ve tarihin her anının somut özelliklerinin en doğru, aslına en uygun ve nesnel olarak doğrulanabilir, denetlenebilir bir hesabını yapmaya zorunlu kılar. Biz Bolşevikler, bu kurala, bilimsel temellere dayanan bir siyaset bakımından kesinkes zorunlu olan bu kurala her zaman bağlı kalmak zorundayız.” (Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, s. 24, Lenin)
İbrahim Kaypakkaya yoldaş, içinde bulunduğu koşulları MLM biliminin rehberliğinde inceleyip analiz etmekle sınırlı kalmayarak, ülkemiz proletaryasının ve ezilen yığınlarının kurtuluş yolunu açmıştır. Ardıllarına düşen görev onun düşüncelerini sınıf mücadelesinin pratiği içinde geliştirmek ve milyonların elinde bir silaha dönüştürmektir.
Onun belirlediği rotadan sapmadan yürüyen Proletarya Partisi gerçekleştirdiği 1. Kongresi’nde de bu kararlılığını bir kez daha yenilemiştir. Meselenin sadece savaş çizgimizin korunması olmadığı belirtilerek bu çizginin kavranması ve geliştirilmesinin önündeki engelleri kaldırmaya da yönelmiştir. Bu irade ancak Proletarya Partisi’nin tüm kadro ve militanları tarafından kavrandığı ve benimsendiği ölçüde hayata geçirilecek ve başarıya ulaşacaktır. İbrahim Kaypakkaya yoldaş içinde bulunduğu koşullarda kendini kuşatan ideolojik engellerin tümünü ustalıkla aşarak komünist kimliği kazanmıştır. O ne burjuva ideologlara ne de düşmanın ördüğü sınırlara hapsolmayı değil o sınırları parçalamayı kendine görev belirlemiş ve gerçekleştirmiştir. Bugün yapmamız ve yoğunlaşmamız gereken de budur.
Düşman kavrayışı ancak, sınıf mücadelesinin engin bir deniz olduğunu kavramakla mümkündür. Cüret ve cesaret ancak bu kavrayışa ulaşıldığında açığa çıkabilecektir. Katledilişinin 47. yılında ondan bize miras kalan komünist kimliğin kuşanılması, işçi sınıfı ve ezilenlerin haklı ve onurlu mücadelesine militanca atılmakla mümkün olacaktır. Düşman korkularını bertaraf etmek için dizginsiz ve topyekün saldırıyor ve bu kuşatmanın yarılmasının tek yolu Halk Savaşının geliştirilmesiyle mümkün olacaktır. Bunu başarmak için bugün sınıf mücadelesinin önümüze koyduğu sayısız fırsat söz konusudur ve sorun bu fırsatların ustalıkla değerlendirilmesine kalmaktadır.
Açlık ve yoksullukla, işsizlik ve borçla yaşamını sürdürmeye çalışan işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluşu ancak gerçek öncüsüyle buluştuğunda mümkün olacaktır. Kaypakkaya yoldaş 50 yıllık suskunluğu parçalamakla, “komünistlik” adına sahnede rol alanları deşifre etmekle yetinmeyerek onlardan kalan izlerin tümünü silmeye yönelen bir cüretle mücadelesini yürüttü. Bugün de kavranması, kuşanılması ve büyütülmesi gereken bu cürettir. Onun 90 günlük sükutunun nedeni, deşifre ettiği sırların ve kuşandığı bayrağın rengidir. Tüm lekelerden arındırarak göklere çektiği bayrak 48 yıldır elden ele, aynı titizlik ve onurla taşınmaktadır, taşınacaktır.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 14 Mayıs 2020 tarihli 61. sayısından alınmıştır.