6 Şubat depremlerinin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen deprem bölgelerinden biri olan Samandağ’da elle tutulur bir düzelme olmadığını söyleyebiliriz. Halkın deprem sürecinde olduğu gibi şimdi de kendi kaderine terk edildiğini, bir şekilde yaşamlarını idame ettirmeye çalıştıklarını görüyoruz. Henüz acıları taze olan halkın devlet çelişkisini derinden hissettiğini depremin yıl dönümünde gerçekleşen eylemlerde attıkları sloganlardan, yüzlerindeki ifadelerden anlamak mümkün. Ekonomik krizin deprem bölgesindeki yansımasının daha ağır olmasıyla buradaki halkın sorunları katbekat artmış durumdadır ve bu artış krizin derinleşmesine paralel devam etmektedir. Depremden bu yana artan sorunlar bölge gençliğini de derinden etkilemekte. En temel hakları olan eğitim, barınma, sağlık gibi haklarından da yoksun olan bu kesimin çelişkileri büyümektedir. Gençler için bu, geleceğin karanlıkta kalmasıdır. Geleceğin kararması yola ışık tutma çabasını kaçınılmaz kılar…
1 YILDA NELER DEĞİŞTİ?
Deprem sürecinde gençlerin omuzlarına yüklenen sorumluluklar yaşlarına ve depremzede olmalarına rağmen çok fazlaydı. Bulundukları durumdan kaynaklı onları zor bir süreç bekliyordu. Çoğu sınava hazırlanıyordu, depremle birlikte 2023 yılında, okulun 2. dönemi başlamadan eğitim hayatı bitmişti. Her şeyin yerle bir olduğu bölgede bir anda sınavla ile “geleceğe hazırlanma” uğraşı yaşamlarını nasıl devam ettireceklerini düşünmeye dönüştü. En temel ihtiyaçları bulmak ve gidermek artık onlar için esas kaygı nedeniydi. Ailesini, arkadaşlarını ve birçok yakınını kaybedenler olmuştu. Devlet dediğimiz aygıtın nerede olduğu sorgulandığında halkın yalnız olduğunu bir kez daha gördük. Doğal afeti felakete çeviren sistem, çürümüşlüğünü halk nezdinde yine kanıtlamıştı.
Bu duruma hazırlıksız yakalanan gençlik de psikolojik-sosyal birçok açıdan kötü etkilenmişti. Zaten sistemin sorunlarından yaşadıkları sınav stresi, gelecek kaygısı gibi birçok sorunla boğuşan gençliğin gündemine bir de deprem felaketi eklenmişti. Her yönüyle bir yıkım yaratan deprem, birçok gencin hayatını çalmış, birçok genç üzerinde de yıkıcı etkiler yaratmıştı. 9. sınıfa giden bir öğrenci depremde yaşadığı sarsıntının neden olduğu korkuyla felç olmuştu ve artık hayatını tekerlekli sandalye ile sürdürmeye çalışmak zorundaydı…
Deprem sürecinde birçok gencin devrimci-demokratik kurumlara, platformlara dahil olmasıyla gençliğin ileri yanlarının öne çıktığını gördük. Depremden sonra devrimci yapılardaki nicelik, gençliğin katılımıyla arttı ve birçok genç bir yandan ailesine bakarken bir yandan halkın ihtiyaçları için seferber olmuştu. Hatta birçoğu sınav döneminde depremzede olmasına ve çadırlarda, konteynerlerde kalmasına rağmen hem derslerine çalışıyor hem dağıtım koordinasyonlarının bir parçası olmak için çabalıyordu.
Çoğu insanın evi yıkılmıştı, konteyner veya çadırlarda barınma ihtiyacının ortaya çıkmasıyla gençlerin ders çalışma olanağı kısıtlanmıştı. Çalışma ortamlarının olmayışı ve yetersizliği öğrenci gençliğin sınavlara hazırlık sürecini olumsuz yönde etkileyen ve eğitim sisteminin dayattığı öğrenciler arası rekabeti daha da katmerleyen bir hale gelmişti. Evi hasarsız olan bazı insanlar evi yıkılmış başka aileleri, daha çok da akrabalık ilişkisi içinde olduklarını kendi evlerinde barındırarak gidermeyi sağlamışlardı. Bu da feodal ilişkilerin, öğrenci gençlik için doğurduğu baskıların aynı çatı altında yoğunlaşmasına ve yer yer dayanılmaz bir duruma dönüşmesine neden oldu.
DEPREM BÖLGESİNDE EĞİTİM
11 Eylül 2023 tarihinde okulların açılmasıyla eğitim yılına başlandığı söylense de deprem bölgesinde bu durum pek de öyle değil. Henüz düzeltilmemiş birçok sorun varken okulların açılması yalnızca egemenlerin deprem bölgelerinde yaşamın normalleştiğini gösterme çabalarından başka bir şey değildir. Eğitimde her şey tıkırında gidiyormuş gibi bir de “Türkçe dersinden kalınca sınıfta kalma” kararı gibi MEB’in her dönem aldığı mantık dışı kararların uygulanması da gençlik üzerinde yılgınlığa sebep olmaktaydı.
Yıkılan okulların az hasarlı ya da hasarsız okullarla eşleştirilmesiyle, yani okulu yıkılan öğrencilerin bu okullara taşınmasıyla buralardaki öğrenci sayısı arttığı için bu okullarda ikili öğretime geçilmişti. Hatay Samandağ’daki Jan ve Suphi Beyluni Anadolu Lisesi, ilk 1 ay boyunca Kuşalanı Lisesi ile birleştirilmiş ve “sabahçı öğlenci sistemi” uygulanmıştı. Antakya’da okulların neredeyse tamamı yıkıldığı için buradaki öğrenciler daha uzaktaki okullara yönlendirildiler, buna karşılık ulaşım sorununa dair de ortada henüz bir çalışma yok. Toplu taşımanın da çok az olması ve düzgün çalışmaması öğrencilerin başka okullara nasıl gidip geleceği, özellikle yıkılan okullardan, diğer okullara nasıl gidileceği konusunda büyük bir soru işareti barındırıyordu. Yolların kimyasal içeren tozla kaplı olması, molozların hâlâ kaldırılmaması hava kirliliği açısından ciddi bir sağlık sorununa da işaret ediyor. Okula yürüyerek giden öğrenciler için bu gelecekte ciddi sağlık sorunları doğuracaktır.
Hasarsız okulların devlet kurumları olarak kullanılması, işgal edilmesi, öğrencilerin eğitiminin ikinci plana atılması gibi bir durum da söz konusu. Selim Nevzat Şahin Anadolu Lisesi İl Emniyet Müdürlüğü olarak, Selim Tevfik Eskiocak Anadolu Lisesi Defne Kaymakamlığı olarak, Çekmece Şehit Türkmen Anaokulu vilayet karakolu olarak kullanılmakta. Yetkililer, kullandıkları binanın tadilatının devam ettiğini ya da yeni bir binanın yapılacağını gerekçe olarak gösteriyorlar.
Sonuç olarak baktığımızda barınma, ulaşım, sağlık gibi bir dizi sorun varken deprem bölgesinde eğitimin nasıl devam ettiği de bir soru işareti olarak kalmaktadır.
NE YAPMALIYIZ?
Depremden uzun bir süre sonra yaşadıkları acıdan ve yorgunluktan dolayı gençlikteki hareketliliğin ve dinamikliğin yerini çaresizlik ve yılgınlık almış durumda. Halihazırda çürümüş sistem dayattığı yozlaştırma politikaları ile deprem bölgesindeki gençleri bir bataklığa çekmektedir. Sosyal aktivite alanları daraltılarak ya da bu yönde hiçbir çalışma yapılmayarak alkol ve madde bağımlılığının, fuhuşun önü açılmakta, yoz yaşam teşvik edilmektedir. Bu yolla gençlik devrimci çizgiden, sınıfsal mücadeleden uzak tutulmakta ve apolitikleşme süreci derinleştirilmektedir.
Apolitikleştirerek gençliği kendi sorunlarına kafa yoramayacak, çözüm bulamayacak duruma getirmeye çalışan bu sisteme karşı örgütlü mücadeleyi yükseltmek bir zorunluluktur. Depremden felaket üreten bu sistemdir, depremzede olmak sistemin kurbanı olmakla eş anlamlıdır. Deprem bu kez apolitikleştirmeyle, haklardan mahrum bırakılmakla, hak aramaya yönelik saldırılarla sürmektedir. Bu süreç yoğun bir bireycilik üretmektedir. Bireycilik deprem bölgesindeki halkın en büyük düşmanlarındandır. Yıkıntılar içinden ancak toplumsal bilinçle ayağa kalkılabilir.
Bilmeliyiz ki toplumun örgütlü mücadele anlayışını baltalayan bireyci anlayışın karşısında her geçen gün dayanışmanın, birlik içinde hareket etmenin coşkusu var. Bu coşkunun ne denli yıkıcı bir güç olduğunun farkına varan depremzede gençliği burjuva-feodal devlet hiçbir şekilde engelleyemeyecektir. Depremzede gençlerin depremin yıl dönümünde de tanık olduğumuz gibi hesap sorma bilinciyle hareket edebildiğini, öfkeyi sokaklara taşıdığını, “Katil Devlet Hesap Verecek!” sloganını atarken acılarının öfkeye dönüştüğünü, devlet çelişkisinin derinleştiğini yüzlerindeki sert çizgilerden net bir şekilde görebilmekteyiz.
Devletin fazlasıyla teşhir olduğu bu bölgelerde gençliğin derinleşen çelişkilerini anlamayı, tepkilerini ve öfkelerini sisteme yöneltmeyi başarmalıyız! Gençliğin bulunduğu her alanda devrim mücadelesini yükseltmeli ve örgütlü güce dönüştürmeliyiz. Yıkımı alt etmenin yolu örgütlü ve ısrarlı mücadeledir…