[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Dört yılda bir düzenlenen Dünya Kupası, 2010 yılında alınan kararla bu yıl Katar’da düzenleniyor. Turnuvanın Katar’da düzenlenmesi bir dizi tartışmayı da beraberinde getirdi.
Dünya Kupası organizasyonu, 3 milyardan fazla insanın izlediği, olimpiyatlardan sonra en çok izlenen ve takip edilen etkinlik olma özelliğine sahip. Hangi ülkede düzenleneceğinden tutalım da dünyadaki siyasi konjonktürün turnuvaya yansıması, ülkeler arasındaki tarihsel çekişmeler ve tabii ki saha içi mücadeleler, bu organizasyonu bir hayli ilgi çekici kılıyor. Dört yılda bir yaz aylarında düzenlenen turnuva, yaz ayları Katar’da çok sıcak geçtiği için bu sene kış ayına alındı. Bunun yanı sıra turnuvaya katılmaya hak kazanan Rusya, Ukrayna işgalinin ardından, Polonya, Çekya ve İsveç’in Rusya ile maç yapmama kararlarının ardından, turnuvadan ihraç edildi.
Stat çevresinde alkol satışının olmaması, LGBTİ+ bireylere hiçbir hakkın tanınmaması gibi meselelerden kaynaklı, turnuvanın ön eleme aşamasında Avrupa takımları organizasyonu boykot kararı alsa da daha sonra bu karardan vazgeçilmişti. Ön eleme maçlarından önce Almanya “insan hakları” yazılı tişörtlerle ısınmaya çıktı. Turnuva boyunca da Almanya, İngiltere, Danimarka gibi Avrupa takımları, gökkuşağı renklerinin olduğu kaptanlık bandıyla maçlara çıkma kararı alınca, Katar devletinin baskısıyla, bu bantlarla çıkıldığı koşulda oyuncuların sarı kartla cezalandırılacağı ifade edildi ve takımlar gökkuşağı bandından vazgeçti. Bu durumu protesto eden Almanya takımı maç pozlarını ifade özgürlüğünün kısıtlandığına vurgu yapmak üzere ağızlarını kapatarak verdiler. Almanya’nın Türkiye kökenli futbolcusu İlkay Gündoğan tutumunu, LGBTİ+ bireyleri destekleyen bu protestonun “takım içinde tartışılarak alınan karara uymak” zorunluluğu ile açıklayan bir konuşma yaptı. Bir sonraki Almanya maçında bazı Katarlılar, ırkçı saldırılara maruz kaldığı ve dışlandığı gerekçesiyle Alman Milli Takımı’nı bırakan Türkiye kökenli Mesut Özil’in posterlerini taşıdılar.
Almanya-LGBTİ+-Katar denkleminin dışında İran takımından da bahsetmek mümkün. İran’ın İranlı olmayan teknik direktörüne Batılı medyanın “İran’da kadınlar katledilirken nasıl bu takımı yönetmeye devam ediyorsunuz?” sorusuna “Siz Irak’ta kadınlar Amerikan askerleri tarafından tecavüze uğrarken neredeydiniz?” şeklinde kontra bir soruyla karşılık verdi. İranlı bir muhabirse İran-ABD maçı öncesi ABD’li bir siyahi futbolcuya “Ülkenizde ırkçı katliamlar yaşanırken bir siyahi olarak bu ülke adına top oynamak zor olmuyor mu?” diye sordu. Öte yandan İranlı futbolcular ilk maçlarında İran Milli Marşı’nı okumayarak devleti protesto ederken, İranlı taraftarlar “Kadın, Yaşam, Özgürlük” pankartları açtılar.
Dünya Kupası’na ev sahipliği yapan ilk Arap ülkesi olan Katar’da, statların yapılmaya başlandığı 2010 yılından bu yana 6 bini aşkın işçinin iş cinayetlerinde hayatlarını kaybettiğini biliyoruz. Ücretlerini alamayan göçmen işçilerin bir kısmı sınır dışı edildi. Turnuvaya hazırlık aşamasındaki çeşitli haksızlıklar, suçlar bilindik ikiyüzlülükler içinde saklanageldi. Şimdi kan ve alınteri sömürüsüne dayanan zeminlerde özgürlükçüler ve ulusal otoriteler sözde karşı karşıya gelmekteler…
Buraya kadar genellikle olgulardan bahsettik. Ortada birbirini suçlayan iki kamp ve her biri kendi suçlamasında haklı görünen iki güç var. Binlerce işçinin hayatını kaybetmesi çok daha normal, olağan bir olay olarak görülmüş olacak ki, ulusal futbol takımları üzerinden çatışan egemen görüşler, “bireysel özgürlükler” aksanında ilerlemekte. Gerçekten de egemen sınıfları ezelden beri yüzünü Batı’ya dönmüş biz Türkiyeliler için de daha ileri görünen “Batı medeniyeti”nin, sadece verdiğimiz örnekler üzerinden bile çatırdadığı anlaşılmaktadır. “Bireysel özgürlükler” derken bir şekilde LGBTİ+ gerçekliğini Müslüman-Türk kimliğinin etkisiyle diğer takım arkadaşları kadar içselleştirememiş bir futbolcuyu protesto etmeye zorluyor. Başka bir Türk-Sünni kökenli futbolcu, Erdoğan’la fotoğraf çektirdiği için Alman Milli Takımı’nı bırakmak zorunda kalıyor. Bütün bunlar, kendini dünya halklarının, ve o meşhur ifadeyle “insanlığın” öncü gücü, ideal kültürel-sosyal kaynağı, Avrupa-ABD emperyalizminin ikiyüzlü tutarsızlıklarıdır. Emperyalistler için LGBTİ+ ve stat çevresinde bira içebilmek, giyim-kuşam özgürlüğü üzerinden protesto, katledilen binlerce işçi için protestodan, boykottan daha meşrudur. Bir yanda protestoyu sarı kart cezasını duyunca bitiren, diğer yanda “vatan haini” ilan edilme pahasına milli marşını okumayan İranlı futbolcular var. Burada kuşkusuz ki İranlı futbolcuların halkın, ya da Batılı camianın desteğini (dayatmasını) alması çok olası. Zira Dünya Kupası, kültürel olarak doğrunun Batı’dan geldiği, normun Batı’dan çizildiği bir organizasyon.
İkili emperyalist kampa paralel, birbirini sürekli çeşitli saiklerle suçlayan iki anlayış var ortada. Kişisel özgürlükler, sosyal devlet, demokrasi, insan hakları vs. ile kendini dayatan Batılılar, karşısına aldıkları emperyalistlere ve onların iş birlikçilerine diktatör, totaliter vs. tanımlamalarını atfediyor.
Batı’nın kültürel hegemonyası sandığımızdan daha da etkili. Gündelik yaşamımızdan, hayatla ilişkilenmemize, kültürel-sosyal eğilimlerimize kadar tüm bünyemize büyük oranda Batılı aydınlanma anlayışı sirayet etmiş durumda. Bu bizi, olguları sınıfsal kökeninden ayırıp zeminsiz bir yerden ele almaya götürüyor. “İnsan hakları”, “kişisel özgürlükler” gibi soyut kavramları dillendirmeleri, sınıf savaşını bizim istediğimiz gibi değil, kendi istedikleri gibi gösterme isteğiyle alakalı. Bu iki kamptan birine dayanmak, sınıf savaşını bulanık görmeye sebep oluyor. Dünya Kupası özgülünde LGBTİ+ bireylerin meşru ve haklı mücadelelerinin üzerine konmak, yoksul doğu halkına “özgürlük” dayatmak, karşı taraftan da “bizim özgürlük ve kültür anlayışımız bu, bizim dinimiz böyle söylüyor saygı duyun” gibi bir retorikle göğüsleniyor. Sınıfsal bir ele alışsa, iki ikiyüzlülüğün, biçimde düşman, özde dost olduğunu gösteriyor bize.